Ankara’nın en gizemli bölgesinde kısa bir tur

Bir çoğunuz Yenimahalle semtindeki MİT tesislerinin önünden geçmişsinizdir. Bırakın Ankara’yı, belki de Türkiye’nin içi en merak edilen yerleşkesidir. MİT, 30 yıldan fazla bir süredir bu bölgede yer alır. Semtte kiralık bir bina olduğu zaman "MİT manzaralı" diye ilan verilir. Bir adrese ulaşmak istediğinizde, hangi taksi şoförüne sorsanız sorun, nirengi noktası "MİT’in sağı, solu veya arkası" diye tarif verir.

Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından kurulan MİT’in ilk binası Hacı Bayram Camii civarındaki dar bir sokaktaydı. Günümüzdeki adres şekliyle Şehit Keskin Sokak 14 numaradaki bu bina iki katlı, beş odalı ahşap bir yapıydı. Taşındıktan altı ay sonra kurumun personel sayısı artınca, Işıklar Caddesi’ndeki, her katında üç oda bir salon bulunan dört katlı apartmana taşınılmıştı. 1934 yılında bu binanın yıkılması ve yerine Kızılay tarafından han yapılması yüzünden MİT, yeni yerine, yani Gençlik Parkı’nın karşısındaki Vakıflar Binası’na; 1970’li yıllarda ise Yenimahalle’de halen kullanılan bölgeye geçmişti.

Şimdi yüksek duvarlar ardında, oldukça büyük bir alana yayılan MİT arazisinde marketinden spor tesislerine, konutlardan son sistem elektronik malzemeyle donatılmış binalara kadar her türlü gereksinimin karşılandığı koca bir dünya kuruldu. Nereden mi biliyorum? Bir kaç yıl önce tüm medya temsilcilerine verilen bir davet sayesinde bu özel bölgeyi gezip, çok ilginç bilgilere ulaşmıştım.

GÖR AMA SAKIN  GÖRÜNTÜLEME

Hiç unutmam, MİT Basın Müşavirliği’nden arayan kişi ertesi gün davetleri olduğunu ve kapılarını biz gazete, dergi ve televizyon kuruluşlarının Ankara temsilcilerine açacaklarını söylemişti. Tabii, konuşmada belirtilen yer ve zamanda oradaydık. Birbirinden şık takım elbiseler içindeki MİT elemanları, oldukça nazik bir şekilde bizi kapıda karşılarken, basın kartımızı göstermemizi ve kendilerinin vereceği yaka kartlarını takmamızı istemişlerdi.

Ardından da görevlilerin otobüse davet sesini duymuştuk. İki büyük otobüse doluşurken de ikaz dolu şu konuşmalar kulaklarımızda çınlamıştı;

"MİT’in içinde bir gezinti yapacağız. Lütfen görüntülü ve sesli hiç bir kayıt alınmasın. Eğer görüntü alan olursa bir daha MİT’in içine girişi yasaklanacak"

Oldukça nazik telaffuz edilen tehdit ile beraber 2 otobüs yola koyuldu. MİT arazisi içinde ağır ağır ilerlerken, rehberlik görevini yerine getiren MİT mensubu, bir kaç ana binayı bizlere tanıttı. Ancak önlerinden hızla geçtiğimiz için ne gibi işlevi olduğunu anlayamadık. Zaten sorunca da internetteki sitelerine bakmamız tavsiye edildi. Gerçi gazeteye döndüğüm zaman ilk iş olarak MİT sitesine girip araştırma yapmıştım ama, ne o gün ne de bu gün soruların yanıtını almış değilim.

MİT-PA’DA GÖZLÜK VE SİLAHTA DAMPİNG

Neyse, İlk durağımız MİT-PA olmuştu. Yani Milli İstihbarat Teşkilatı Marketi. Her türlü yiyecek ve giyecek malzemesi ile buzdolabı ve çamaşır makinesi de dahil olmak üzere, ev eşyalarının satıldığı alışveriş merkezi beklediğimizden büyük ve güzeldi. Alışveriş merkezinin girişinde "Güneş gözlükleri yüzde 25 indirimli" duyurusu ilk dikkatimizi çeken unsurdu. Eh, en çok kullanılan eşyada damping de duyurulurdu yani. Bu arada, benim ve diğer meslektaşlarımın yaptığı inceleme sonucunda, fiyatların diğer alışveriş merkezleriyle büyük farklılık göstermediği ortaya çıkmıştı.

MİT-PA’nın girişinde en çok dikkatimizi çeken, duyuruların asılı durduğu pano olmuştu. Genelde otomobil satış ilanlarının yer aldığı panoda ilgi çekici başka duyurular da vardı. "Sahibinden satılık çok temiz tabanca", "Kuşadası Uydukent’te satılık daire", "Eryamanlar’da satılık kooperatif hissesi",

Tüm meslektaşlarım panonun karşısında pür dikkat ilanları okurken, rehberlik hizmeti sunan görevlilerin hafif tebessümüne ve "Anlaşılan yazacak bir şeyler buldular" sözlerine tanık olmuştuk.

Alışveriş merkezinin gezilmesinden sonra tekrar otobüslere binilmiş ve MİT’in içinde, açık yüzme havuzu da bulunan sosyal tesislerine gelinmişti. Burada düzenlenen kokteyl esnasında, o zamanki MİT Müsteşarı’yla, belki de o güne kadarki en şeffaf sohbet gerçekleşmişti. Sonrası mı? Yine otobüslere doluşup, aynı hızla MİT’in ana giriş kapısında soluğu almıştık. Zannediyorum günün muhasebesini yapınca, benim gibi herkesin kafasına şu sonuçlar takılmıştı.

MİT içinde önemli bir yer görmedik, ilginç bir açıklama da olmadı, üstelik her hangi bir mesaj da verilmedi. Sadece Basın Müşavirliği’nin kurulmasına ve MİT’in tabelasının kapıya asılmasına vakıf olduk, hepsi o."

İSTİHBARAT DEĞİL ZEKA DEYİMİ DİYORLAR


Kokteyl esnasında MİT ile ilgili anlatılanlar arasında ise şu bilgiler çok ilgimi çekmişti. Çağdaş iletişim, bilgi ve uzay teknolojisinin istihbarat sınırlarını aştığını belirten yetkililer, "Gerçekte istihbarat teşkilatları ne kadar açık biçimde çalışırlarsa o kadar verimli olurlar. Zaten istihbaratın büyük bir bölümü açık istihbarattır. 1970’li yıllarda, o zamanki Ana Britannica Ansiklopedisi’nde yazılanlara göre, istihbaratın yüzde 80’i açık istihbarattı. Bu oran şimdilerde yüzde 85’lere kadar vardı. Çünkü çağdaş iletişim teknolojisi, çağdaş bilgi teknolojisi, çağdaş uzay teknolojisi, artık istihbaratın sınırları aşmasını çok daha kolaylaştırıyor. Büyük bir olasılıkla biz burada bu toplantıyı yaparken, uzaydan izleniyoruzdur. Bu artık doğal bir olay haline geldi. Çünkü sırların ve sınırların aşıldığı bir döneme, daha doğrusu çağa girmiş bulunuyoruz. Bu durumda bilgi, istihbaratta öncelikli gereksinme durumuna gelmiş bulunuyor."

Öteden beri Anglo-Saksonlar, İngilizler ve Amerikalıların istihbarat teşkilatı ve etkinlikleri için istihbarat deyimi yerine "zeka deyimini" kullandıklarını anlatan yetkili, bu tanımlamanın halen geçerli olduğunu da ilave etmişti.

EN EBLEH ADAM BİLE  İSTİHBARAT YAPAR

Bu arada MİT müsteşarının, gazetecilerin diğer sorularına verdiği yanıtlar ise özetle şöyleydi:

"Bir servis her zaman bir numara kalmaz, iniş, çıkışı vardır. Gönlüm bir numara olmak ister, ama bu tür sıralamalar gereksizdir. Türkiye’nin jeopolitik durumunu dikkate alırsanız, buraya en ebleh adamı koysanız istihbarat yapar. Çünkü bu bölgede dünyanın bütün olayları dönüyor. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu; her şeyin, herkesin oyunu buradan geçiyor. Eğer bir kurum burada da istihbarat yapamazsa beceriksiz demektir.

Türkiye’de faaliyet gösteren ne kadar yabancı istihbaratçı olduğunu bilseydik dükkanı kapamamız gerekirdi. Tam olarak bir şey söylenemez. Bunlar gelir gider. Kontrespiyonaj bunun üzerinde çalışıyor. Türkiye’nin jeopolitik durumu dünyanın en fazla istihbarat ajanlarının geldiği yer olmasını gerektiriyor. Bu yadırganacak bir şey değil. Sadece Türkiye ile ilgili değil, çevre bölgelerle ilgili istihbarat buranın üzerinden yürüyebilir.

* Bizim alanımızda nüfuz casusu diye bir terim var. Biz ona daha çok tesir ajanları diyoruz. Başka ülkelerin menfaatleri uğruna, bulunduğu ülkenin vatandaşı olup ona kolaylık sağlayacak hizmetleri aleni yapanlar var.


Bu arada meraklılarına hemen aktarayım. Teşkilat-ı Mahsusa’dan 1965 Kanunu’na kadar olan dönemin belgeleriyle birlikte bir kitabı hazırlanmıştı. MİT’in kuruluşunun 76’ıncı yılında, yani 2003 senesinde basıldı. Kitapta espiyonaj ve kontrespiyonaj ağırlıklara yer verilmişti. Mesela Lawrance ile bu kurum nasıl uğraşmış. Çiçero olayına Türkiye ne kadar dahil olmuş. Perde arkası ve arşivlere intikal eden şeyler gibi.

Bir kez daha teşekkür

Üç haftadır köşemden sizlere seslenemiyordum. Zira, üzerime aniden çöken bir rahatsızlık ve ardından gelen ameliyat beni Hacettepe Hastanesi’ndeki yatağıma mahkum etti. Bu süre zarfında gerek bizzat gelerek, gerekse telefonla arayıp, çiçek yollayarak beni yalnız bırakmayan tüm dostlarıma, meslektaşlarıma ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür etmek istedim. Tabii bir de destek ve emeğini hiç esirgemeyen Haccetepe’nin değerli doktorlarına ve personeline. Başta ülkemizde Genel Cerrahi dalının öndeki isimlerinden biri olan Prof. Dr. Zafer Öner olmak üzere, Hacettepe Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdener’e, eski rektör Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’a dostluklarından ve çabalarından dolayı bir kez daha minnetlerimi sunuyorum. Tabii en büyük teşekkür ise haftalardır yanımdan bir an ayrılmayan 25 yıllık hayat arkadaşıma, yani eşime.

Bilmelisin yiyeceğin mezeyi, yoksa yorarsın mideyi

Son yazımda Ankara’nın gözde meyhanelerini yazıp, kafamda belirlediğim kriterlere göre isimlerini aktarmıştım. Peki neydi bu kriterler?

İlk etapta mezenin anlamı yazmam gerekirse, kısaca cevabı içki içilirken yenilen hafif yiyecekler denebilir.. Aslında rakı gibi yazılı tarihe geçmiş yönü olmasa da, meze kültürü hepimizin yaşamında var olan bir özellik. Rakının tatlı yakıcılığına ve anason tadına farklı lezzetler katan mezeler, sofrada olabildiğince çeşitli, ama az miktarlarda olmalı. Soğuk ve sıcak olarak ikiye ayrılan mezelerin hazırlanırken öncelikle taze mevsim ürünlerinden oluşmasına gayret edilmeli. Soğuk mezelerde zeytinyağı, sarımsak, maydanoz, dereotu, soğan, nane, kekik, fesleğen gibi tatlandırıcı otlar mutlaka kullanılmalı.

Sofrada nelerin meze sayılabileceğine gelirsek... Buzlu badem, meyveler, salatalar, çiğ ve pişmiş sebzeler, et ürünleri, balık, su ürünleri, yoğurt ve doğaldır ki peynir. Yalnız mezelerin başını çeken peynirde beyaz ya da tulum peyniri rakı ile giden en iyi çeşitler. Krem peynirleri, dil peyniri, taze kaşar gibi kokulu ve kuvvetli peynirlerin çilingir sofrasına pek uygun düşmediğini de ilave edeyim. Salam, sosis, jambon gibi şarküteri ürünlerinin ise rakıdan daha çok şarap veya biraya uygun düşen mezeler olduğunu da belirteyim.

MEZELERİN PÜF NOKTASI

İşte size bir iki püf noktası daha. Soğuk mezeler günlük ve taze olarak hazırlanmalı ve asla buzdolabına konmamalı. Buzdolabından çıkarılanlar ise 15- 20 dakika sonra mideye indirilmeli. Zeytinyağlı mezeler pişirildikten bir gün sonra yenilirse damak tadına daha uygun olurlar.

Gelelim meze kültüründen meyhane kültürüne. Önce göz zevkini, sonra da damak tadını tatmine yönelinmeli... Küçük porsiyonlar ve seramik tabaklar, zamanla yerini melamin tabaklara, üst üste doldurulmuş yiyeceklere terk etti. Bırakın mide ve içki ile uyumunu, birbiriyle bile uyumsuz o yiyecekler sayesinde meyhane kültürü de kaybolmaya başladı. Çiğ köfte ile içilen viskiler ise uyumsuzluğu doruk noktalara ulaştırdı.

Ankara’da meyhane kültürü farklı tarzlarla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Mezelerin uyumundan ve lezzetinden daha çok, sazlı sözlü eğlencelere önem verilerek mekanlar ayakta kalmaya çalışıyor. Bu aşamadaki ilk kriter ise meyhanede müziğin volümü asla sizi rahatsız etmemeli ve bir yandan şarkıları dinlerken diğer yandan sohbetinizi sürdürebilmelisiniz.
Yazarın Tüm Yazıları