Anadolu’nun son panterinin hazin öyküsü

Geçenlerde eski tarihli Hürriyet gazetelerine göz gezdirip, arşiv taraması yapıyordum.

Bende derin izler bırakmış bir habere rastlayınca takıldım kaldım. Ve bu öyküyü sonradan yaptığım araştırmalara da dayanarak sizlere aktarmaya karar verdim.

Tarihler 1974 yılının Ocak ayını gösteriyor. Kış, tüm şiddetiyle kendini hisettirmeye başlamış, yağan kar tüm Ankara’yı beyaza boyadığı gibi, yolları da kapatmıştır. Tipinin bir kamçıdan farksız dokunuşları Başkentlileri evlerine hapsetmiş, birçok türden hayvan ise insanların aksine sığındıkları inlerinden, ağaç kovuklarından çıkıp, yiyecek bir şeyler bulabilmenin telaşına düşmüştür. Bala yaylalarında bugünlerde depremden titreyen binaların aksine, hayvanların mideleri açlıktan titremektedir. Hepsi henüz donmamış su birikintilerinin etrafında karınlarını doyurma çabası içine girip, kümeleşmiştir.

Kış şartlarının böylesine olumsuz bir tablo çizdiği sıralarda Ankara’ya bağlı Beypazarı ilçesinden herkesi şaşırtan bir haber gelir. Bağözü Köyü’nün sakinleri sabah vakti kesilen tipiden fırsat bulup, evine odun, tezek taşıma gayreti içine girerken, o güne kadar hiç karşılaşmadıkları bir hayvanla yüzyüze gelir. Köy dışındaki çeşmeden su almaya giden bir kadın, karlar içinde büzülmüş kocaman kediyi görünce çığlıklar atmaya başlar. Aslında bu büyük kedi Anadolu’da yaşayan son Panter’in ta kendisidir. (zaten o yıldan bu yana da başka bir panter görülmedi)

Kadın biraz meraktan, biraz da diğer köylüleri ikaz için hayvanın yanına sokulunca olanlar olur. Belli ki niyeti kötü olmayan hayvan can havliyle nefsi müdafaaya girer ve kadının kolunu kıracak bir hamle yapar. Sonra da ormanın içine koşup gözden kaybolur. Nefsi müdafaa diyorum, zira bu cins hayvanların karşısındaki canlıyı öldürmek için gırtlağına ya da ensesine yöneldiği bilinen bir gerçek ve sadece kadının koluna yönelir.

PANTERE CANAVAR

MUAMMELESİ

Kadın can havliyle köye doğru koşar. Tabi akabinde, bağrışmalar, panik ve silahları kuşanma takip eder. Köy meydanında toplanan halk, sanki panterden değil de bir canavardan bahseder gibi konuyu abartırken, eli tüfek tutan köylüler 6 tecrübeli avcının önderliğinde ölüm takibine başlar. Hayvanın karda bıraktığı pençe izleri, sürek avındakiler için büyük kolaylık sağlar ve bir geçitte silahlar üstüste patlar. Aldığı kurşun yaraları panter için kaçınılmaz sonu hazırlarken, köylüler zafer nidalarıyla "Müjdeyi!" verir. İntikam alınmış ve canavar yok edilmiştir.

Zavallı hayvanın kanlar içindeki bedeni sürüklenerek köy meydanına getirilir. Doğal olarak da cesedin önünde köylünün meraklı gözlerle süzdüğü resmi geçit töreni başlar. Bu esnada köyün önemli bir şahsiyeti eşine kürk manto yapmak için panterin postunu ister. Köylünün karşı çıkması üzerine de sağlık ocağının doktoru, hayvanın ölüsünü kuduz analizi yapmak üzere Veteriner Bakteriyoloji Enstitüsü’ne yollar. Sonuçta da panter kuduz testinden temiz çıkar, ama gözleri dahil bir çok organı laboratuarda telef olup gider. Doldurulmuş bedeni ise MTA’nın Tabiat Tarihi Müzesi’nin deposuna atılır.

İşte Anadolu’nun son panterinin başına gelenler ve insanların doğaya saygısı. 22 Ocak 1974 yılının Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan resim herşeyi anlatıyor. İnsanların ilkel egoları sürdükçe, gün gelecek, vaşak, karakulak, angut gibi bir çok canlı türünün son bireyiyle de vedalaşacağız. Haksız mıyım?

Ankara’nın yenileri ve dünya mutfağına dönüş

Restoranlar, Ankara’nın sosyal yaşamında önemli bir yer tutar. Dostlarla, aile bireyleriyle leziz yemeklerin eşliğinde geçirilen hoş vakitler bir kenara, hükümet üyelerine, önemli politikacı ve bürokratlara ulaşmanın en önemli adresidir. Bu mekanlarda, yeni siyasi oluşumlar filizlenir, iktidarlar devrilir, kapalı kapılar ardında politik pazarlıklar yapılır. Tabii nice evlilik tekliflerine, doğum günü kutlamalarına, iş yemeklerine de zemin hazırlar.

Türk mutfağının her çeşidinden enternasyonal lezzetlere kadar geniş bir yelpaze sunan mekanlar, karın doyurmanın ötesinde ambiyansıyla da müşterisini kendisine bağlar. Son yıllarda mideden yana değil, ama görselden ve yarattığı sosyal havadan dolayı Başkentin lezzet duraklarında performans düşüşü yaşanıyordu. Kebap kültürünün hakim olduğu bir atmosferde dünya mutfağından örnekler sunup, kaliteli hizmet vermeye çalışan işletmeler geri planda kalıyor, hatta birer birer kapanıyordu. Kimi ise mönüsüne kebap çeşitlerini koyup, alkol servisini kaldırarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Sebebi ise apaçık ortadaydı. AKP iktidarının bireyleri ve bürokratlar, alkolsüz kebapçı ve balıkçıları mesken edinip, enternasyonal mutfaktan mümkün olduğunca uzak kalmayı yeğliyordu.

Şimdi gelinen noktada ise önemli bir değişim yaşanıyor. Kebap kültürüyle yoğrulan siyasetçi ve bürokratlar yavaş yavaş yeni lezzetlere ve ambiyanslara doğru yelken açar oldular. Hal böyle olunca da enternasyonal mutfak kültürünü benimseyen restoranlar tekrar rağbet görmeye ve her gün bir yenisi açılmaya başladı.

Son aylarda Ankara restoranlarına önemli katılımlar oldu. Bu mekanlar şık dekorları, batılı tarzdaki hizmet anlayışı ve dünya mutfağından oluşan zengin mönüsüyle kebap ve balık kültürüne esir olmuş müşterilerini geri kazanıyorlar. Üstelik, kendilerine mesafeli duran iktidar mensuplarını da cezp ederek.

BATILI TARZDAKİ YENİ

LEZZET DURAKLARI

Gelelim bu mekanlardan öne çıkanlaraÖ Listemin ilk sırasında Ümitköy’deki Wall var. GOP semtindeki Wok’un sahibi Yüksel Karaca’nın açtığı bu yeni mekan, dekoru ve ambiyansıyla insanı kendine hayran bırakıyor. Üstelik mönüsü önce gözleri, sonra da mideyi tatmin ediyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, benim, şu sıralar en favori restoranım.

Diğer bir mekan ise Divan Otel’in altında açılan Niki restoran. Sahibi Mehmet Köse’nin de bizzat servise yardımcı olduğu bu mekanda, barda akşam üstü alınan bir aperatiften sonra bembeyaz örtülerle donatılmış masalarda yemek atıştırmak bir zevk. Mönüsü ise enternasyonal mutfağın güzel örnekleriyle dolu.

Çankaya İran Caddesi üzerinde açılan Hok’s ise iki kata yayılmış düzeniyle ilginç bir mekan. Zaten ilginçliği mönüsüne de yansıtmış. Akdeniz ağırlıklı dünya mutfağından oluşan yemeklerine kendi yorum farklarını da katmaları, güzel bir sentezin ortaya çıkmasını sağlamış. Altı kafe, üstü restoran olarak hizmet veren mekanın dört ortağı ise daha önceden de bu tür işletmelere sahip olan kişiler.

Ümitköy’de halen yapımı süren Minasera Yaşam Merkezi’nin ise iki önemli lezzet durağından biri faaliyete geçmiş durumda. Gamze Cizrelioğlu’nun sahibi olduğu Big Chef’s, salonun her tarafından görülen açık mutfağı ve deneyimli personeliyle değişik bir mekan. Mönü seçimindeki başarısı herkesçe bilinen Gamze Hanım, lezzet seçeneklerini de bir hayli arttırmış. Diğer mekan ise Serhat Çelik’e ait IVY olacak. Bir ay sonra faaliyete geçecek bu mekan, Big Chef’s ile beraber hem Minasera’ya, hem de bölgeye bir hayli hareket getirecek.

AVM’LERDE DURUM BİRAZ FARKLI

Cepa Alışveriş Merkezi’
ndeki İtalyan lezzet durağı Mirror ile enternasyonal mutfağa sahip Coconot ve Budakaltı ise hem dekorları, hem de sunduğu lezzetlerle oldukça güzel. Tek dezavantajları girişlerinin alışveriş merkezinin içinden olması ve fastfood katında yer almaları. Duyduğuma göre yakın bir zamanda bağımsız asansöre kavuşmalarıyla bu dezavantajlarını ortadan kaldıracaklarmış.

Yeni açılan Panora Alışveriş Merkezi’nin restoranlarını ise Cepa’dakilerden farklı görmüyorum. Zira, koca bir salonda yan yana sıralanmış Uludağ, Tike, Branca, Midpoint gibi restoranların sunduğu lezzetler güzel de, yarattığı ambiyans biraz farklı.

Yenilerde son durum böyle ama, Wok, Trilye, Köşebaşı, Kalbur, Parkfora, Coconot, Bilkent Fish House, Makkarna, Paper Moon gibi restoranların halen listemin ön sıralarında olduğunu hatırlatayım.

Piknik yeniden hayat buldu

ESKİ
Ankaralılar ve yolu sık sık başkente düşenler iyi bilir, Piknik diye bir fastfood restoran vardı. 1953 yılında Türkiye’yi fastfood gerçeğiyle ilk kez tanıştıran mekandı. Piknik’de bira ile birlikte patates tava ve sosisli sandviç yemek, et türevi ürünlerden oluşan aperatifleri atıştırmak çok modaydı. O dönemin ünlü yazarları, sanatçıları, bürokratları, politikacıları ve işadamlarının buluşma noktasıydı. Celal Bayar, Süleyman Demirel, Deniz Baykal gibi ünlü politikacılar bu isimlerden sadece birkaçıydı. Kısacası Piknik, o yıllarda öyle bir rağbet görüyordu ki, İş Bankası günlük hasılatı almak için her gün zırhlı araçla ekiplerini yolluyordu. Zaten kısa bir süre sonra da Piknik’in tam yanına şube açıyordu.

Kızılay Semti’ndeki bu mekan, gündüz atıştıranlara, akşam da demlenenlere yıllarca hizmet verdikten sonra kapandı ve sahipleri Amerika’ya gitti. Daha sonraki zamanda Piknik gibi dekore edilen ve mönü sunan birçok yer açıldı, ama hiçbiri aynı tadı vermedi. Ta ki Armada İş Merkezi’ndeki Piknik açılana dek.

Yıllar önce Amerika’ya giden Reşat Önat, vatan hasretine dayanamayıp Türkiye’ye dönünce Piknik nostaljisini yeniden hayata geçirmeye karar verdi. Sonuçta da Armada’da fastfood katında Piknik’i yeniden açtı. Ancak, yerlisiyle yabancısıyla bir çok yiyecek zincirinin arasında marka değerinin zedeleneceğini düşünerek kısa süre sonra kapattı. Ve son olarak Filistin Caddesi ile Kader Sokak’ın kesiştiği köşe de mütevazı, ama şık yeni Piknik’i açtı.

Kızı Gülen Hanım ile beraber mekanın başında duruyor ve mönüdeki tüm yiyecekleri ilk günkü formülleriyle kendi imalathanesinde üretiyor. Sosisli sandviç, patates kızartma, kuzu şiş, kısacası herşey yeni mekanda eski ağız tadıyla sunuluyor.
Yazarın Tüm Yazıları