Amsterdam notları

Güneşli ama bir yandan da soğuk Amsterdam. Özellikle kanallara çıktığınızda esen rüzgar, içinize kadar işliyor. Ama Hollandalılar’ın bu duruma aldırdığı yok tabii. Güneşli havayı gören (deliler) tişörtle sokağa çıkmış bile. Lahana gibi giyinenler biliniz ki sıcak ülkelerden gelenler. Hemen belli ediyorlar kendilerini.

Burada inanılmaz bir bisiklet trafiği var. O kadar ki, Amsterdamlı gece bir yere çıktığında dahi bisikletiyle ulaşıyor gideceği yere. Bu yüzden barların önü bisiklet dolu. Haliyle valet parking denen bela yok burada. 

Geçen hafta yazmıştım, bu yaz Sortie’nin içinde İstanbullu işletmecilerin üç yıldır peşinde koştuğu supperclub açılıyor diye. Amsterdam’a gelmişken orijinal supperclub’ı görmeden olmazdı tabii. İstanbul’da tanıştığım supperclub yöneticilerinden Douwe Berkman’ı aradım rezervasyon için. Malum, buraya rezervasyonsuz hayatta girilmiyor. 

Başka kuralları da var supperclub’ın. Mesela akşam yemeği alıyorsanız, 19.30’la 20.00 arası supperclub’da olmanız gerekiyor. Çünkü burada şöyle bir mantık var. O gün kaç kişi rezervasyon yaptırdıysa, 100 ya da 150 diyelim, herkes bu saatlerde geliyor ve önce birer içki içiliyor. Sonra kapıda sizi karşılayan ismini unuttuğum beyazlar içindeki müdür, "Evet şimdi yemek için hep beraber yukarı çıkıyoruz" diyor. Biz disiplinsiz Türkler için tuhaf bir durum tabii. Ama giderek alışıyorsunuz bu toplu hareket etme olayına. Çünkü supperclub’ın tüm ekibi o gece sanki evlerine misafir gelmiş gibi davranıyor size. 20.00’dan sonra içeriye kimseyi almamaları biraz da bu sebepten.

PLASTİK ELDİVENLE YENEN BÖREK 

Devam edelim... Bembeyaz salon içindeki yataklardan birine kurulduk ve yemekleri beklemeye başladık. Bir kere çok açsanız eğer, supperclub’ta midenizin kazınması mümkün. Çünkü servise 21 gibi başlıyorlar. Yemek 24 gibi ancak bitiyor. Ama ne yemek! Hayatımda yediğim en güzel balığı yedim diyebilirim. Sonra bir Çin böreği getirdiler. Onun öncesinde ise herkesin eline birer plastik beyaz eldiven! Neden? Elimizi yağlandırmadan rahat rahat böreği tutup yiyelim diye. 

Yemekler ağır servis edildi ama, onun da nedeni arada yapılan şovlara katılalım, yataklarda uyuyup kalmayalım diye. Gayet akıllıca. Mesela ana tabak öncesi Brezilyalı bir çocuk çıkıp şarkılar söyledi. Nasıl oldu anlamadım ama tüm salon coştu bir anda.

SERGAO İSTANBUL’A, YUMRUK HAVAYA! 

İstanbul’daki supperclub’a Hollanda’daki ekipten birileri gelecek ya, bence olabiliyorsa eğer, şef garson Sergao gelsin derim. Hayatımda bu kadar yaptığı işe yakışan birini daha görmedim. Bizdekiler sürekli stres yapar ya, Sergao inanılmaz rahat ve eğlenceli bir şef garsondu hani. Elinde tabaklar dans ederek yürüyordu adeta. 

Supperclub sonrası Amsterdam’da gittiğim en iyi restoranlardan biri de, Royal Thai restoranıydı. Leidsplein civarındaki restoranda porsiyonlar öyle büyük geliyor ki, bütün günün yemek ihitiyacını karşılıyor insan. Öyle böyle değil. Ayrıca Tayland yemeği sevenler için burası bir numara...

BU ŞEHİR SEKS KOKUYOR

 Bu arada yazmazsam olmaz: Supperclub’ın tuvaletleri hetero ve homo diye ikiye ayrılmıştı. Kadın ve erkek diye değil yani. Sortie içindeki tuvaletler nasıl olacak acaba?

 Bol bol yeme-içmeden bahsettim, sıkılmış olabilir bünyeniz ya da çok acıkmış. Bilemiyorum. Ama bu şehir insanı gerçekten acıktırıyor. Bol bol yürümekten kaynaklanıyor olabilir. İstanbul’da yürümediğim kadar yürüdüm çünkü Amsterdam sokaklarında. 

Son olarak, evet bu şehir seks kokuyor. Sadece meşhur Red Light civarında değil. Her yerde bir seks havası var. Ama insanlar otokontrollü, kim nerede ne yapacağını biliyor. Ki en güzeli de bu galiba. Arıza çıkmıyor. Neyse, seks mevzusuna bilahare devam ederiz. Çünkü yeme içme kadar bu şehrin ana damarlarından biri de seks...
Yazarın Tüm Yazıları