KISA HABERLER Bolu’nun serin yaylalarında Paris şenlik yeri Sihirler Ülkesi |
Dağlar bir kapı gibi önümüzde yükseliyordu. Yamaçlardaki seyrek evler, başta kırmızının tonları olmak üzere rengarenk boyalıydı.
TURİSTİK VİKİNG KÖYÜ
1,5 saat sonra fiyordun ikinci çatalının sonuna geldik. Gemimiz Gudvangen İskelesi’ne yanaştı. Köyde turistik eşyaların satıldığı bir alışveriş merkezi vardı. Ahşap Viking heykelleriyle süslenmişti çevre. Bir de turistik Viking yerleşimi yapılmıştı. Kıyıdaki şamandralara iki geleneksel Viking teknesi bağlanmıştı. Viking gibi giyinmiş bir çift köy girişinde ücret karşılığı turistlere poz veriyordu.
Tur otobüsümüze binip, dağ yollarına çıktık. Sognefyord kıyısındaki Songdal kasabasına geldik. Hava ılıktı. Saat 21.00’e geliyordu. Sokaklarda dolaşmaya başladım. Şirin kasabanın içinden geçen coşkun nehir, gürleyerek akıyordu. Tek tük otomobil ve insana rastlıyordum. Evler ahşaptan ve bakımlıydı. 61 derece kuzey enlemindeydik. Fakat evlerin bahçelerinde kiraz, elma gibi meyve ağaçları vardı. Ardından çimenlerin arasında açmış rengarenk yaban çiçeklerine rastlamak beni biraz şaşırttı.
Yeni gün başlamak üzereydi, fakat hava hâlâ aydınlıktı. Uyumak yerine banklara oturup nehri seyrettim, evlerin mimarisini inceledim. Ertesi gün Alesund’a gitmek üzere otobüse bindik. Dağ yolları, yemyeşil bitki örtüsünün içinden geçiyordu. Otobüsümüz Sognefyord’un bir kolu olan Flarfyord’un seyir alanında durdu. Masmavi, çırpıntısız deniz, dağların içlerine doğru yılankavi bir şekilde uzanıyordu. Tekrar yola düştük. Biraz ileride, yükseklerden coşkuyla, köpükler çıkararak dökülen şelalede durdu. Sadece ön yüzü görülen Briskdal buzuluydu bu. Sanki su yukarıdaki iki tepenin arasını doldurup taşmıştı. Üstünde yürüyerek buzulun güzelliklerini keşfetmek istiyordum, fakat zaman yoktu. Dağ yollarında otobüsümüzün yolunu zaman zaman keçiler kesiyordu. Çevrede benim ayna göl adını taktığım küçük göller vardı.
GELİN GİBİ ŞELALELER
Sunnylvsfyord’un kıyısında, karlı dağlarla kuşatılmış Hellessylt’e öğleden sonra vardık. Tepeye otel ve alışveriş merkezi inşa edilmişti. İskelesindeki feribota otobüsümüzle binip, Geiranger’e doğru yola çıktık. Gemi, uzunca bir boğazı andıran fiyordun mavi, çırpıntılı sularını yararak, pruvada silueti görülen dağlara doğru ilerledi. Sonra Sunnylvsfyord’la kesişen Geirangerfyord’a döndü. Çırpıntı kaybolmuş, deniz çarşaf gibi olmuştu. Kıyıya yakın seyrediyorduk. Zirvesi karlı, yamaçları yemyeşil dağlar, köpükler saçarak dökülen şelalerin arasından geçiyorduk. Yolda birkaç tur gemisine, sürat motoruna rastladık. Kimi zaman şelalerin daha iyi görünmesi için kaptanımız manevra yapıp iyice kıyıya yaklaşıyordu. Bir saat sonra iskeleye vardığımızda, demirlemiş iki kruvaziyerle karşılaştık. Kalabalığın içinden geçip tekrar otobüsle virajlı dağ yollarına çıktık. Tepedeki seyir platformunda durup, büyüleyici panoramik manzarayı fotoğrafladık.
GÜNEŞİN BATMADIĞI ŞEHİR ALESUND
Alesund’a akşam saatlerinde ulaştık. 62 derece kuzey enlemindeki kent okyanus kıyısındaki üç ada üzerinde konuşlanmıştı. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyordu. Hava aydınlık, fakat epeyce serindi. Kentte 1904’te büyük bir yangın çıkmış, 10 bin ahşap ev yanmıştı. Yeni yerleşim art nouveau tarzı mimariyle, taş ve tuğla kullanılarak kurulmuştu. Evlerin cepheleri yine aynı stille süslenmişti. Hiçbir ev diğerine benzemiyordu. Cephelerinde 1906 tarihi dikkat çekiyordu. Saat gece yarısına yaklaşmıştı. Bulutlu gökyüzünde güneşi hâlâ belli belirsiz görebiliyordum. Ne de olsa “güneşin batmadığı şehirde”ydik.
YILMAZ ULUSER'İN İZLENİMLERİNİN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ