Çanakkale On Sekiz Mart Üniversite İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldunuz. Daha sonrasında AEGEE (Avrupa Öğrenciler Topluluğu) serüveniniz nasıl başladı?
Çanakkale’de İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra Belçika’da yüksek lisans yaptım. Üniversitede okurken Avrupa Öğrenci Topluluğu’ndan, düzenlediği bir etkinlik sayesinde haberdar oldum. Düzenlenen etkinliğe katıldıktan ve bu topluluğu biraz tanıdıktan sonra düzenlenen organizasyonlarda aktif bir şekilde bulunmaya başladım. 2005 yılında girdiğim Avrupa Öğrenci Topluluğu’nda on sene aktif bir şekilde çalıştım. Üniversiteden mezun olduktan sonra ise Belçika’ya taşınmamı sağlayan da bir organizasyon oldu. Mezun olmamın ardından 2008-2009 döneminde Belçika’da ana merkezde proje direktörü olarak devam ettim.
Peki, öğrencilik hayatınız nasıl geçti? Nasıl bir öğrenciydiniz?
Aktif bir bebektim fakat pısırık bir çocuğa dönüştüm. Neyse ki lisede bu pasiflikten kurtuldum. Pasiflik sürecinden çıkabilmek, aktif olmak önemli. Ben her zaman okul dışında bir şey yapmak istiyordum bu farkındalığa sahip olmak en önemli şeylerden biri. Bahsettiğimiz farkındalık tanıştığın biriyle ya da izlediğin bir filmle de oluşabilir. Zaten karakterimizi şekillendiren süreç 0-7 yaş aralığı oluyor genellikle. Bu yaş aralığında gelişen bir durum bilinçaltına işleyebiliyor ve bunun farkına varamayabiliyorsun. Belli egzersizlerle, profesyonel kişilerle bilinçaltını temizleyebiliyorsun.
Avrupa Öğrenciler Topluluğunda düzenlenen etkinliklere aktif bir şekilde katılmaya başladıktan sonra bu organizasyonlarda neler yaptınız?
AEGEE Çanakkale, AEGEE Paris, AAGE Londra gibi 250 farklı lokali var bu topluluğun. Ben ilk önce AEGEE Çanakkale’de başkanlık yaptım. Daha sonrasında yavaş yavaş Avrupa seviyesine çıkıp halkla ilişkiler çalışma grubu, eğitim çalışma grubuna girdim ve ilerleyen dönemde Belçika maceram başladı. Burada yarı zamanlı değil bildiğin ofiste çalışır gibi çalıştım.
Belçika’dan sönüş zor olmadı mı? O süreç nasıl gelişti, neden Türkiye’ye döndünüz?
Orada kalan herkesin kalıp kalmamak arasında yaşadığı çelişkili bir dönem oluyor. Bu dönemi yaşamak için aşırı milliyetçi olmanıza gerek yok. Sonuçta burada ailen, tanıdıkların var ve burada bazı şeyleri daha rahat başlatabiliyorsun. Benim dönmeye karar verme sürecimde artık dönmek istemem, istediğim zaman Belçika’ya dönebilecek olmam ve ülkemde bir şey başlatıp bunu uluslararası bir seviyeye getirmek istemem etkili rol oynadı. Örneğin, Belçika’da sadece İngilizce yeterli olmuyordu ama insan kendi ülkesinin diline, kültürüne daha hâkim olduğundan burada bir şeyler başlatmak daha kolay oluyor. Sonuçta senin ülken ve kültürünü biliyorsun. Belçika’da yapmak istediğim birkaç iş vardı onlar olmayınca buraya dönmek istedim iyi ki de dönmüşüm.
Ekibim var dediniz. Ekibinizi neye göre kurdunuz? Bu ekipte yer alacak kişileri neye göre seçtiniz?
Ekibim genellikle zaman içinde çalıştığım, hayatıma giren insanlardan oluşuyor. Beraber çalışmaktan keyif aldığım, profesyonelliğini ve kapasitesini beğendiğim insanlarla çalışıyorum. Tabii ki bu kişilerin de beni beğenmesi gerekiyor. Yani sadece ben seçmiyorum. Seyahat konusunda çok güzel konuşmalar yapan Bestami Köse var, İnterrail Türkiye’nin kurucusu. Bu konuyla alakalı bir şey olduğunda onunla gidiyoruz. Ya da oyunlaştırma uzmanı Ali Cevat Ünsal ve nefes koçu Neslihan var, onların konularıyla ilgili eğitimlere onlarla gidiyoruz. Bazen hep beraber gittiğimiz eğitimler de oluyor. Kimlerle gitmem gerektiğini bizden eğitim talep eden şirketin ya da üniversitenin ihtiyaçlarına, verdikleri altyapıya, bütçeye ve o kişilerin zamanlamasına göre karar veriyorum. Zaten amacımız en verimli etkinliği, eğitimi yapabilmek.
Birçok kuruma, üniversiteye eğitim veriyorsunuz. Size göre bu eğitimlerde en büyük sıkıntılar ne? İnsanlarda gözünüze çarpan en büyük eksiklikler neler?
Bizim milletimizde en büyük sıkıntı özgüven eksikliği. Herkesin bilinçaltında “yapamayacağım” düşüncesi var. Olumsuz varsayımları, risk almaktan korkmaları, konforlu alanlarından uzaklaşmak istememeleri en büyük sorunlardan. Altyapı eksikliği de var tabii ama bu bir bahane değil. Sonuçta Pakistan’da sıfır altyapı ile Nobel ödülünü alan Malala varsa herkes bunu başarabilir aslında. Bizim şartlarımız bir New York olmasa da kötü değil kesinlikle. Yani en büyük sıkıntımız bilinçaltımızda. İnsanlar farkında olmasa bile içte içe yapamayacağını düşünerek risk almak istemiyor. Risk derken, o da ölçülü olmalı. Belli şeylerin planını, programını yapmak gerekiyor. Başarısız olsan bile o başarısızlıklar seni başarıya götürecek şeyler. Yaşadığın başarısızlıklar sonrasında insanlara örnek olabiliyorsun, hikayeni anlatabiliyorsun.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı