Günde 6 saat televizyon izleyen, 3 saat internete giren Türkiye, kitap okumaya sadece bir (1) dakika ayırıyor. Peki bu istatistik bize ne anlatıyor?"
Gençlik ve Spor Bakanlığının desteğiyle, 15-29 yaş arası gençlerin sosyal medyayla ilgili tutum ve davranışlarını anlamaya yönelik 2 bin 57 kişiyle online gerçekleştirilen "Sosyal Medya ve Gençlik" araştırmasının sonuçlarına göre gençlerin yüzde 86'sı sosyal paylaşım sitelerine günde en az bir kez girerken, her 3 gençten biri de en az 3 saatini sosyal medyada geçiriyormuş. Okur-yazarlığın günümüzde dijital okur-yazarlık hâlini alması bir yana, gençlerin kitap okuma istatistikleri de sürekli gündem oluyor. Mesela geçtiğimiz yıl TÜİK’in yaptığı bir araştırmaya göre, günde 6 saat televizyon izleyen, 3 saat internete giren Türkiye, kitap okumaya sadece 1 dakika ayırıyor. Durum ortada. Peki kitap okumak ve bilgisayar başında geçirilen vakit arasında nasıl bir fark var? Ve bu istatistikler neden bu kadar önemli?
BİLGİSAYARIN İÇİNDEKİ HAYATLAR
Ian Bogost’un Eylül ayında The Atlantic’de yayınladığı bir makale şu başlığı taşıyor: "Hâlihazırda bir bilgisayarın içinde yaşıyorsunuz" Birçok ihtiyacımızı cep telefonumuzdaki uygulamalar üzerinden karşılayabiliyoruz. Ayrıca kullandığımız tüm cihazların son yıllardaki teknolojik ilerlemeyle birlikte bir bilgisayara dönüştüğünü ifade eden Bogost, artık neredeyse tüm cihazların internete bağlı olmasının görünürdeki faydaları bir yana aslında kendi kendinin amacı haline gelmesini eleştiriyor. Nesnelerin İnterneti (Internet Of Things – IoT) adını alan bu süreçte internetin insan hayatı için dominant hale gelmesinin ve görünüşe göre hiçbirimizin bu durumdan şikayetçi olmamamızın sebebi sadece teknolojik ilerleme mi? Daha on yıl öncesine dek, ihtiyaç duyabileceğimizin aklımıza bile gelmediği internet siteleri ve uygulamaları neden bugün zamanımızın önemli bir kısmını tüketiyor? Özellikle son zamanlardaki siber saldırılar hatırlandığında, tüm bilgilerimizin internete bağlı cihazlar tarafından toplanıyor ve saklanıyor olması bizi neden pek rahatsız etmiyor?
BU BİLGİLER NEREDEN GELİYOR?
İnternet varken hangimiz kütüphaneye gidip artık herhangi bir bilgiyi arıyor? Ya da internet üzerinden hızlıca ulaşabileceğimiz bilgileri hangimiz artık aklımızda tutuyoruz? Ian Bogost bugün geldiğimiz noktada işleri yapabilmemiz için bilgisayarlara ihtiyacımız olduğu fikrinin, giderek bilgisayara olan ihtiyacımızın yaptığımız işleri belirlediğini iddia ediyor. Sosyal medya profilini kontrol edip, neler yaptığını kolaylıkla anlayabileceğimiz bir arkadaşımızı neden arayıp soralım ki? Ya da mesajlaşma ve görüntülü konuşma uygulamaları varken, arkadaşlarımızla daha mı az buluşuyoruz?
NEDEN OKUMAK?
Peki akıllı cihazlara ve internete ayırdığımız zamanı ve aklı, okumaya ayırsak ne olur? Big Think adlı internet sitesinde yayınlanan yakın tarihli bir makalede, daha sağlıklı, daha akıllı, empati yeteneği kuvvetli bireyler olmak için yapılacak ilk şeyin kitap okumak olduğu vurgulanıyor. Elbette okumak sabır, dikkat, kararlılık ve zaman gerektiriyor. Yapılan araştırmalar, okumanın beyni geliştirdiğini, hayata uyum sağlama kabiliyetini artırdığını ortaya koyuyor. Kelimeleri okuduğumuzda, zihnimizde o kelimelere dair imgeler canlanmaya başlıyor. Sosyal medya sitelerindeki haber akışına bakarken uyuşan zihnimiz, bir kitabın satırları arasında gezerken canlanıyor. Ayrıca farklı hayat hikâyeleri, hayata dair bilgimizi artırıyor. Benzer durumlarda kaldığımızda zihnimiz okuduklarını hatırlayıp, biz farkında olmasak bile o duruma uygun tepkileri arayıp hafızamızın derinliklerinden çıkarıyor. Ayrıca kitap okumak, bize anlatacak hikâyeler sağlıyor, benzer kitapları seven insanlarla bir duygudaşlık kurmamıza, konuşacak bir çift lafımızın olmasına yarıyor. Okumak ve daha iyi okumak için tek yapmanız gereken herhangi bir aktivitede olduğu gibi gerektiğince pratik yapmak. Evet, okumak daha çok vakit ve enerji gerektiriyor. Ancak sonunda elde edeceğiniz fayda, internette oradan oraya sıçramaktan çok daha değerli. Sizce de öyle değil mi? O yüzden, okusak keşke!