90’lar Pop’u sıkı takip ettiğini biliyoruz. O yıllar Türkçe sözlü batı müziğin sıçrama yıllarıydı belki de ama melodilerde, sözlerde bir atmosfer bir aura var sanki. Ne zaman dinlense içine girilen, tam açıklayamadığımız. O tılsımlı hali sen de hissediyor musun ve bu tanımlayamadığımız hisse bir tanımın var mı?
Türk Popu’nun en renkli, en çılgın ve üretken yılları. Bi’ kere çok daha özgür ve yaratıcı bir müzik ortamı var. Efsane şarkılar, albümler çıkmış. Çocukluğum onları dinleyerek, taklit ederek, onlardan ilham alarak geçti. Hemen hemen hepsine hayrandım. Hayalim o zamanlardaki gibi şarkılar yazmak, müzik yapmaktı hep. Kesinlikle bir tılsım var o dönemin şarkılarında, hiç eskimeyen, değişmeyen. Bunu çok büyülü buluyorum. Bir adı, tanımı var mı emin değilim ama bence işin sırrı gerçek ve samimi olmalarındaydı. İnsanlık olarak en ihtiyaç duyduğumuz şeyler bunlar değil mi? Sevgi ile beraber tabii...
Mersin’de doğup büyüdün. Okuduğun, çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği bölge ilginç de bir bölge. Yazlıkçıların yoğun olduğu, kışın sessizliğe gömülen… Pek bilinmez oralar. Tece, Kargıpınarı, Tömük, Arpaçbahşiş, Erdemli… Karakterinin ve müziğinin şekillenmesinde oraların nasıl etkileri oldu?
İlk defa bir röportajımda bu beldeleri bilen birine rastlıyorum. Çok hoşuma gitti. Hemşehri miyiz yoksa? (Gülüyor :)) Çocukluk çok tuhaf bir dönem. Geriye dönüp bakınca sapsarı, puslu, aşırı sıcak, rüya mı gerçek mi ayırt edemediğim, belki yarısını bile hatırlayamadığım eskil bir dönem canlanıyor gözümde. Müstakil bir evde, limon bahçeleri içinde, hayvanlarla ve her türlü bitkiyle büyüdüm. Eken, biçen, üreten bir köy hayatı. Bir çocuğa verilebilecek en güzel hayat başlangıcı belki. Yazları çok sıcak olurdu, hemen her gün denize giderdik ya da yazlıkçı sitelerindeki özel büyük havuzlara girmeye çalışırdık. Suya girmek bir oyundu benim için, başka bir dünyayla buluşmak gibiydi hep. Sıkıcı köy hayatına verilmiş ikinci bir şans gibi belki. Çocukken çok sıkıldığımı anımsıyorum, ağaçlar hayvanlar da bir yere kadardı sanki. Konuşma bozukluğum vardı, kekelerdim ve bu beni diğer çocuklardan uzaklaştıran bir şeydi. Çok dalga geçilirdi. Zaten şarkı söylemeye, yazmaya da böyle başladım. Kitaplara bu yüzden gömüldüm. Tır şoförü babam hep yollardaydı, hep onu beklerdik kardeşimle. Garip bir özlem vardı. Bazen o bekleme duygusu her şeyin önüne geçerdi. Annem evi çekip çeviren kişiydi. Bütün bunların tek tek bütün detaylarıyla beni var ettiğini, şekillendirdiğini düşünürüm. Yeni albümde o günlere ve mekanlara dair şarkılar var.
"Konserlerdeki enerjiyi içinizde hissedebildiğinizde, karşınızda kocaman gülen gözleriyle o ana ve müziğe teslim olan insanları gördüğünüzde geriye hiçbir şeyin önemi kalmıyor."
Zeytinli Rock Fest’teki performansından övgüyle söz ediliyor hâlâ. Festivaller, konserler gittikçe tık’a, like’a endekslenen sektör içinde sanatçılar için ne ifade ediyor ve senin bu tıklanma mevzularına dair söyleyecek bir sözün var mı?
Festival ortamlarını seviyorum. Meydan konserlerini de keza… Şarkılar kalabalıklarla buluşunca bir başka oluyor. Hep bir ağızdan söz söylemek, gökyüzüne dilek göndermek gibi bir şey. O yüzden kalabalıkları buluşturan bu festivaller ne kadar artarsa o kadar iyi bence. Keşke memleketimin her yerinde her gün böyle şeyler olsa. Bir müzisyen, şarkıcı için çok önemli bir kanal bu. Şarkılarını ve dilini direkt olarak dinleyici ile yüz yüze, göz göze buluşturduğu anlar bunlar. Ne tıklar, ne like’lar, ne birtakım sayılar ya da veriler. Elbette onlar da önemli, reddetmiyorum asla. Sosyal medya ve oralar üzerinde dolaşan birtakım rakamlar herkesi az çok motive eder bence. Ama asıl meselenin o olmadığı da aşikâr. Bunu tam olarak ne zaman idrak edeceğiz bilmiyorum. Müzik sosyal olabildiğinde, gerçekten hayata dokunduğunda anlamlı ve güzel bence. Çok ya da az tıklanan hiçbir şarkıyla ya da şarkıcıyla sorunum yok. Dünya büyük, müzik sektörü geniş, herkes istediğini yapsın, söylesin, başarsın isterim. Tarih bize iyi olanları zaten söyleyecek. Söylüyor da.
Tarzınla damgaladığın coverlar da senin alametifarikalarından diyebiliriz. Şarkı seçimleri arasında bir ilişki var mı? Çünkü biz bulamadık. 😊 Bir anda bir türküyü, bir pop şarkısını, bir Cartel parçasını senin sesinden çok beğenerek dinleyebiliyoruz. Sen neye göre yapıyorsun bu seçimleri?
Bugüne kadar gerek albümlerde gerekse sahnede yaptığım bütün coverlarla bir geçmişimiz var. Hayatıma değmemiş, bizzat içinde vakit geçirmediğim ya da yaşamadığım hiçbir şarkıyı söylemedim bugüne dek. Hepsi de farklı zamanlarda hayatıma eşlik etmiş şarkılar, türküler... Çocukluğumun tanıkları bir nevi. Cover mevzusuna bu şekilde yaklaşıyorum, başka kriterim yok. Cartel’i de çocukluk arkadaşım olarak görüyorum, Hey On Beşli’yi de. Onları aynı potporide buluşturmak iyi hissettiriyor. Bu biraz da son dönemimle ilgili. Türk folk melodileriyle ve sözleriyle daha haşır neşir olduğum bir dönem.
Giyim tarzın da çok konuşuluyor, beğeniliyor. Kendine has bir tarzın var ve bunu yaratırken seni yönlendiren bir danışman ya da örnek aldığın, takip ettiğin tarihten ya da bugünden stil ikonları, sanatçılar var mı?
Öncelikle kendimden ilham alıyorum. Canım neyi isterse ya da hayal ederse oraya düşüyorum. Sahne ve kliplerde birlikte çalıştığım ve çok sevdiğim stil danışmanlarım elbette oluyor; Mert Yemenicioğlu, Anıl Can gibi. Takip ettiğim bazı tasarımcılar ve markalar elbette var ama daha çok onların perspektifleri üzerine kafa yoruyorum; yoksa mevzum marka giyinmek değil asla. Onun altındaki bakış açısını ve sanatsal deliliği kurcalamak daha çok hoşuma gidiyor. Alessandro Michele’e büyük hastayım mesela. David Bowie, Prince, Morrisey, Zeki Müren, Barış Manço gibi ikonların stillerini beğeniyorum ve onlardan zaman zaman ilham alıyorum.
Kliplerin de en az şarkıların ve giyimin kadar senin tarzını yansıtan çalışmalar oluyor. Neon’lu Green Box’lı, güzel kız/yakışıklı oğlan’lı kısır klip havuzunda fark yaratıyorsun. Klip fikirlerinin şekillenme sürecinden biraz bahseder misin?
Klip yaparken önce şarkıya ve şarkının hissettirdiklerine odaklanıyoruz. Şarkı bizi nereye götürürse oraya gidiyoruz. Ahu bizi Fas’a götürmüştü mesela, gerçekten ekipçe Fas’a gitmek istemiştik şarkıya yoğunlaşınca. Gök Nerede’de dünya dışı bir yer bulsak demiştik, taş toprak içinde; Kilyos’ta bir maden ocağı bulup orada çektik mesela. Kliplerin bütün yaratıcı süreçlerinde ben de varım. Zaten son birkaç işimi kendim çektim, Anıl Can’la beraber. Ya Bu İşler Ne en eğlenceli olanıydı sanırım benim için. İnanılmaz renkli ve neşeliydi ortam. Pop Art olsun dedik ve Anıl coştu o noktada.
"Ülkeyle ve çevremde olup bitenlerle ilgili daha derin ve akademik bir şeyler yapabilmek istiyordum."
Akademik kariyerinin de ilginç bir seyri var. Diş Hekimliği mezunu olup tamamen alakasız bir bölümde, İnsan Hakları Hukuku’nda yüksek lisans. Gençler aradıkları bölümü bulana kadar savrulup duruyor. Çoğu zaman istemeden okuyor. Senin akademi maceranın hikayesi nasıl şekillendi?
Lise sonda diş hekimliğine ilgi duydum ve ertesi yıl kendimi Çapa Diş Hekimliği Fakültesi'nde buldum. Çok isteyerek ve mutlulukla geldiğim bölümü lanet ederek okudum diyebilirim. Çok zordu, tahmin etmeyeceğim denli yorucuydu, özellikle de klinik. Yine de şimdi dönüp bakınca “iyi ki” diyorum. Doktorluk farklı bir bakış açısı ve yeti kazandırıyor insana kesinlikle. Yedi yıldır elimi sürmedim gerçi. 2011’de İnsan Hakları Hukuku üzerine master yapmaya başladım, bir anlık karar ve istekle oldu yine. Çünkü ülkeyle ve çevremde olup bitenlerle ilgili daha derin ve akademik bir şeyler yapabilmek istiyordum. Ne yazık ki heyecanım ve ilgim bir yıl sürdü, ikinci yıl zaten yoğun konserlerden dersleri takip edemez oldum ve sonrasında bıraktım. Akademik maceram orada durdu yani. Okul, ders fikri çok uzak geliyor şu an. Arada dil kurslarına gittim, sınıf ortamı ne olursa olsun başka. İnsan garip hissediyor. Ama akademik bir şeylerle uğraşamam sanırım artık.
Adını da kendin koydun. Sitendeki biyografinde ismini koyma hikayen yer alıyor. Ancak bizim merak ettiğimiz neden böyle bir ihtiyaç duyduğun?
2008 yılında bir arkadaşımın gazıyla açmıştım Myspace sayfamı. İlk demolarımı, çalakalem kaydettiğim gitar vokal kayıtlarını utana sıkıla oraya yüklemiştim. Ama tanınmak, öne çıkmak asla istemiyordum; hem şarkı yazarlığım fark edilsin isteği vardı hem de basbayağı utanıyordum. Mabel zaten arkadaşlar arasında kullandığım bir nick’ti, Matiz’i de bir sohbet odasında görüp beğenmiştim. O sayfanın başlığı bu olsun dedim. İşlerin bu kadar ciddileşeceğini, bir albüm yapacağımı filan asla hayal etmemiştim. Daha çok, şarkılarımı başka şarkıcılara vermek ve alttan altta gizli bir şarkı yazarlığı şöhreti yapmak istemiştim. Ama Engin Akıncı’yla tanışınca her şey değişti. Şarkılarımı da ismimi de beğendi. Evet ilgi çekici olduğunu kabul ediyorum, biraz da bu yüzden, albüm zamanı bu başlığı değiştirmedik. Yani gizlenmek için uydurduğum isim, üstüme kaldı gibi bir şey oldu. Kadere bak. : )
Ceylan Ertem, Cihan Mürtezaoğlu, Can Güngör ve için de senin de, daha birçok yeni nesil çok birikimli müzisyenin de yer aldığınız güçlü, alternatif bir damar gelişiyor sanki. Sen bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsun ve Türkiye’de müziğin yerleşik algılarıyla oynayan bu gelişmelerin geleceği hakkında fikirlerin neler?
Elbette çok güzel ve olumlu buluyorum. Ne kadar renk ne kadar farklı ses ve dil o kadar iyi bence. Tektipleşme her konuda, ülkenin her yerinde ve bu çok büyük bir sorun. Ana akım diye gösterilen pek çok şeyi çöp ve geçici buluyorum. Sırf kendini ünlü hissetmek için bile müzik yapan onlarca kişi var, ortaya çıkan şarkılardan belli. Oysa hayata dokunmayan bir müzisyenin ya da şarkıcının yol almasına ve uzun ömürlü olmasına imkân yok bana kalırsa. Herkes hayata dokunacak diye bir kaide yok elbette. Ama bu saydığınız ve onlara dahil edebileceğimiz daha pek çok yeni kuşak isim, insana temas edecek sahici duyguların ve şiirlerin peşindeler. Dilerim bu kanal büyüsün ve ana akım müzik piyasasını tamamen kuşatalım. Biz, sahiciliğin peşinde olanlar...
Üniversiteler, gerek kurulan müzik grupları gerekse gençliğin özgür ruhuyla ortaya çıkardığı farklı düşünce tarzıyla dünyanın her yerinde olduğu gibi müziğe yön veren isimler çıkarmışlardır. Birçok yetenekli genç neyi, nasıl yapacaklarını bilmeden müzikle uğraşıyorlar. Bu yollara aşina biri olarak onlara ne önerirsin?
Sabır, inat, kendi iç sesini dinlemek ve ne olursa olsun hayal etmeye hep devam etmek. Benim için en temel şeyler bunlardı sanırım. Youtube çağının getirileri artık çok fazla. On yıl önce durum bambaşkaydı, şimdi bambaşka. Artık müzisyenler ve şarkı yazarları, dünyaya söylemek istedikleri cümleleri korkmadan ve parazit başka kanallara takılmadan direkt olarak söyleyebilirler. Şarkını yaz, müziğini yap, koy internete, insanlara direkt olarak ulaş… Ne olursa olsun devam et. Gerisi kader kısmet. : )
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı