En başından başlamak isteriz. Oyunculuk serüveni 1997’de Tiyatro ile başlıyor ve arkası geliyor. Nasıl filizlendi oyuncu olma fikri?
İlkokul-ortaokul sanatla iç içe geçti benim için. Özellikle müzik dalında. Çok okurdum. Babam öğretmendi, evde çok büyük bir kütüphanemiz vardı. Ortaokulu bitirdiğimde bütün klasikleri okumuştum. Tiyatro aklımda yoktu açıkçası. Edirne’de fizik bölümünde okumaya başladım, fiziğe aşıktım. Bilim adamı olmak istiyordum. Bir şiir topluluğu kurdum. Tiyatro topluluğuna dönüştürdük onu. İkinci sınıfta zamanım derslerden daha çok tiyatro-şiir-müzikle geçmeye başladı. Hatta beş yıl böyle geçti. Ailem devam ettiğimi düşünüyordu. Mezun olmam gerekiyordu artık. ☺ Beş yıldır tiyatro ile ilgileniyordum zaten, amatör de olsa alkışları almaya başlayınca burada devam etmek istediğim anladım ve Ankara DTCF Tiyatro bölümüne girdim. ☺
Hemen arkasından 1998’de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'ne giriyorsun. Oyuncular okullu olmak için çok çile çekerler ve o süreçler genellikle efsane hikâyeler barındırır. Senin için de öyle miydi? Diğer taraftan üniversite yılların nasıldı, özlüyor musun?
Üniversite yıllarım boyunca eve de katkı olması adına oyunlarda figüranlık yaptım. Çok iyi bir tecrübeydi benim için Usta oyuncuların kulislerini ve oyunlarını görüyordum. Okurken çok yoğun çalıştım. Tebessümle andığımız bir hikayemiz vardır: “Bölüm başkanımız Prof. Dr. Nurhan Karadağ, Nazım Hikmet’in Ferhat ile Şirin’ini sahneleyecekti. Oyunda Şirin ölmek üzere ve ablası güzelliğini verirse Şirin iyileşecek Bunu söyleyen de bir büyücü. Adı da Gelen. Hocaya ben arkada rejide yanınızda olayım dedim, “Sen mecbur oynayacaksın oğlum,” dedi. Neden hocam dedim, Nazım yazmış “Gelen karakteri yüzüne bakılamayacak kadar çirkin bir adam diye, tabii ki sen oynayacaksın,” dedi. Mecbur oynadık tabii. ☺
Biz seni “Mahşer-i Cümbüş” ile tanıdık. Sanki Türkiye’de doğaçlama tiyatronun popülerleşmesindeki ilk adımdı diyebiliriz. O projede yer alma hikayen nasıl gelişti?
Evet Mahşer-i Cümbüş Türkiye’de doğaçlamanın tanınmasına neden olmuş bir gruptur. Hala selam seremonimizde “Onlar Türkiye’yi doğaçlama tiyatro ile tanıştıranlar” denir. Çok güzel bir duygu Türkiye’yi yeni bir akımla tanıştırmak, yaygınlaştığını görmek ve buna vesile olmuş olmak. Bu gerçekten gurur verici. Mübalağa olmasın ama şimdiden ansiklopedilerde ismimiz geçiyor. Dünya tiyatrolar haritasında “İstanbul Mahşer-i Cümbüş” diye geçer. Bu sürecin içerisinde olmak mutluluk verici tabii ki. Devekuşu Kabare bir dönemin tarihini yazmıştı. Şimdi de bizim ismimizin bu şekilde anılması mutluluk verici.
Klasik tiyatro eğitimi alırken Kadir Çelik geldi, Almanya’da drama yüksek lisansını yapmış bir hoca olarak, Sevinç Sokullu ve Tülin Sağlam okulda bir drama akımı başlattılar. Drama temellerimizde Mahşer-i Cümbüş’ün temellerini attığımız oyunlar oynuyorduk. Tiyatro Sporu ile tanıştırdı Kadir Hoca biz. Yirmi kişilik bir ekiple başladık okulda. Tülin Hoca’nın da deyimi ile “Drama dersinin yaramaz çocukları” olan sekiz kişi ile bir ekol olarak benimseyip hayata taşıyıp, tiyatro hayatlarını bu biçim ile ilerleyecek bir yapı kurdular. Bu yapının adını da Mahşeri Cümbüş koyduk.
Seni neredeyse hep komedide izledik. Artık başka rolde hayal edemiyoruz. Sen bu durumdan memnun musun?
Bu bir tercihtir, seçimdir, var olma şeklidir. Oyunculuğumun temeli komedidir. On altı yıllık Mahşer geleneğinde esas doğaçlama tiyatro, evet. Ama gülünç olanın açığa çıkarılması, akla hitap etmekten geçer komedi ve doğaçlama. Bu yüzden daha çok benimsiyorum komediyi. Onları güldürebilmeyi, tebessüm etmelerini sağlamayı seviyorum. Sıkılmış da değilim. Ama oyunculuk skalası içerisinde değişik türleri denemek isterim. Drama da yatkın hissediyorum kendimi. Zaman içerisinde Ayhan Taş’ı başka türleri de denerken göreceksiniz.
Tiyatro Sporu’nu Türkiye’ye getirenler arasındasın. Tiyatro Sporu nedir? Mahşer-i Cümbüş’ün de önde gelen örneklerinden olan doğaçlama Tiyatro’dan ne farkı var?
Sahnede iki takımın teatral unsurlar üzerinden müsabaka yapmasına denir, çok kabaca… Mesela Mahşer-i Cümbüş bir takımdır ama sahnede ikiye bölünür ve belli kuralları olan oyunlar oynar. Sonunda seyirci puan verir, biri galip biri mağlup olur, müsabaka olur kısaca, interaktiftir. Doğaçlama tiyatro, Tiyatro Sporu demek değildir tabii, tiyatro sporu doğaçlama tiaytronun bir türüdür. Sahnede seyirciden yönelim almadan bir saat boyunca doğaçlama bir performans da sergilenebilir. Bu da bir doğaçlama tiyatrodur. Mahşer-i Cümbüş olarak tiyatro sporundan yola çıkarak geliştirdiğimiz, müsabaka olmadan, interaktif yapılar, biçimler de geliştirdik. Çok keyifli olan, bu biçimleri doğaçlama ile igilenenler bilir ama genel izleyinin henüz bilmediği şeyler bunlar, en kısa sürede Türkiye’ye de seyirci ile buluşturmayı hedefliyoruz.
Eğitmenlik tarafın da var. Tiyatro’yu öğretmekle icra etmek arasında nasıl farklar var? Liseli gençlerle çalışma fırsatın oldu, onlarda görüp de seni heyecanlandıran şeyler oldu mu?
Evet hem icra eden hem de icra ettiğim türü yeni nesillere öğreten, eğiten bir kişiyim. Alt yapımızı oluşturmak durumundayız. Biz daha büyümemiş, “Mahşer-i Cümbüş’ün hazırlayıp sunduğu, Tiyatro Sporu gösterisine hoş geldiniz” diyen çocukların hayalini de kuruyoruz. Sürdürelebilir bir yapımız olacak ve Mahşer-i Cümbüş’ü geleceğe bırakmak istiyoruz ve alttan yetiştiriyoruz.
Onların eğitimine katkıda bulunmak çok anlamlı bir şey. Biz öldükten sonra Mahşer-i Cümbüş bitecek mi? Tabii ki bitmeyecek. Biz çocuklarımızı yetiştiriyoruz, onlar bu türün insanı olmaya, bu türün kültürünü benimsemeye yönelik yollarını almaya başladılar zaten. Eğitmenliğin en güzel yanı, bilginizi pekiştiriyorsunuz. Her beyin farklı, onların yaptığımız şeylere farklı yaklaşımları, cesur yaklaşımlarını görüp “bu da olabilirmiş” diyebilmek çok güzel ve anlamlı…
Sinema var bir de. Oradaki oyunculukla tiyatro arasında ciddi farklar olduğu söylenegelir. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Evet, kamera önü oyunculuğu genelinde cevap vermek lazım belki de bu soruya. Bizde bir perde oynar ve duygunuzu verir, bitirirsiniz. Ama dizi ya da sinema oyunculuğunda aynı sahneyi aynı tutarlılıkla çeşitli açılardan oynamanız gerekiyor. Tiyatroda seyirci direk gözünüzdedir. Ama sinemada seyirciyle beyaz perde aracılığı ile ilişki kuruyorsunuz. Bu nedenle elbette ikisi arasında farklar çok var. Temelde ikisinde de oyunculuk sanatını icra ediyorsunuz, onun için farklar olsa da sizi birleştiren oyunculuk marifetidir. Her ikisinde de üstlendiğiniz rolü inandırıcı kılmak, izlenebilir kılmak zorundasınızdır. Diğerleri teknik farklardır.
İşler Güçler ve Kardeş Payı ile de farklı bir mizah anlayışıyla üreten bambaşka bir ekibe dahil oldun. Televizyona iş yapmak, işlerin de böylesine iz bırakan işler olması nasıl hissettirdi?
İşler Güçler, Kardeş Payı, Çalgı Çengi, Düğün Dernek... Türk komedisine farklı bir mizah anlayışı getiren bir yönetmen ve bir yazarın ve onun oyuncu ekibinin hikayesidir. Bu, bu dili üreten (dialog ve reji olarak) Selçuk Aydemir’le oyuncu ekibinin yarattığı bir şeydir. Mahşer-i Cümbüş’te olduğu gibi yeni bir türün yaratıcıları arasında olmak elbette gurur verici. Daha geleceğe kalabilen bir insan olduğumu düşünmeye başladım yavaş yavaş… Tarihin bir parçası olma hissiyatı bu… Bu ekibin içinde olmak çok mutlu ediyor beni.
Oyunculukla ilgilenen birçok üniversiteli var. Onlara ne önerirsin?
Çoğu, popülerleşmiş bir iş alanının nimetlerinden faydalanmak isteyerek giriyor bu mesleğe. Tabii ki bu nimetlerden faydalanabilirsiniz. Bu oyunculuk sanatının iş alanı. Siz de tanınan bir insan olabilirsiniz. İyi kazanan insanlar arasına girebilirsiniz. Ama bununla ilgilenen herkes böyle oluyor anlamına gelmiyor. Başaramadığınızda yılmayın. Ama sizi başarıya götürecek şeylerden en önemlisi çok çalışmaktır. Çok okumaktır. Dünyanın, insanın, toplumun farkına varmaktır. Kişilik denilen olgunun farkına varmaktır. Bol okuyun, bol pratik yapın, yılmayın. ☺
Gelecek planları, yeni işlerden haberler var mı?
Yeni işler var önümüzde, göreceksiniz. Sinema ve dizi projelerimiz var. Tek başına bir başrol sinema filmi yapmak istiyorum. Bir de mümkünse önümüzdeki birkaç seneden sonra İstanbul’a sadece iş için gelmek istiyorum. ☺ Gökyüzünü daha çok görebildiğim, bahçeli, sakin bir kasabaya gitmek istiyorum. Yaşlılık belirtisi gibi değil bu istek ama. ☺ Adana Yumurtalık’ta büyüdüm ben. Tekrar öyle bir kasabada nefes alabilmek istiyorum…
Röportaj: Erkmen ÖZbıçakçı