Onun için kişisel gelişimci de demek mümkün, yazar da, fizyoterapist de. Hatta bir dönem oyunculuk bile yapmış. 1982 doğumlu olan Hara, 2000 yılında babasının geçirdiği ağır bir trafik kazasından sonra babasını tekrar ayağa kaldıran fizyoterapistlerden etkilenip İÜ Çapa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’ne girdi. Üniversite hayatı boyunca geçimini sağlamak için reklam oyunculuğu yaptı. 2000 yılından itibaren insanların yaşamlarını dönüştürebilmesi için ağır hastalıkları olan insanlara seminerler ve bireysel seanslar yapmaya başladı. 2008 yılında “Trusthuman- İnsanagüven” projesini hayata geçiren Hara bireysel seanslar ve toplu seminerlerle insanların hayatına dokunuyor. Son 3-4 yılda 25 bin çalışana eğitim veren Metin Hara ile, şirketlerin ‘insan’a bakışını konuştuk.
Çalışanlar size neden geliyor?
İnsanların açlıklarını çektikleri şey onların ilgisini çeker. İnsan psikolojini yönlendiren şey açlıklarıdır. İş dünyasında da bir çok konuda doyuma ulaşmış insanların aslında mutluluk ve içsel yetkinliklerine yatırımlarının aç olduğunu gördük. Satış, iletişim gibi şirket eğitimleri hep aynı batıcıl dünyanın empoze ettiği eğitimler. Biz daha içsel bir yoldayız. Bizde paket yok. Şirketi dinliyoruz ona göre çok farklı şeyler yapıyoruz. Bazen konuşmacı olarak gidiyoruz, bazen şehir dışında inzivaya çekiliyoruz, bazen de insanları ateşte yürütüyoruz.
Neden yürütüyorsunuz?
İnsanların kendi korkuları ile yüzleşmesini amaçlıyoruz. Ateşin başına geldiğinizde bir karar veriyorsunuz. Ya ateşe bakıp korkup kaçacaksın ya yanacaksın ya da ateşe odaklanmak yerine bir adım ötesine, ateşin bitiş noktasına odaklanıp adım atacaksın. Orada iş dünyasındaki tüm kotaların, zorlukların eridiğini görüyorsun. Bugün iş yaşantısında problemsiz, fırtınasız bir gün olacağını söylemek gerçekten insanlara masalsı geliyor. Artık gaz verme, ateşleme, para ile insanları çalıştırma devri bitti.
Eğitimlerde neler anlatıyorsunuz?
Öncelikle algı paradigmasını değiştirmeye çalışıyoruz. İnsanların algıları Beta dalgasında olduğundan sürekli savaş halinde hisediyorlar ve böyle bir yanlış algı oluşturulmuş durumda. Biz bireyselleşmeliyiz ve savaşarak birşeyler halletmeliyiz. İlk yaptığımız şey beyin dalgalarını düşürmeyi öğretmek. Nefes egzersizleri ile olabilir, parasempatik sinir sistemini uyarma egzersizi de olabilir. Nefes egzersizini 3 hafta boyunca yaptıklarında aslında problemin yaratılmadığı bir alan yaratıyorsunuz. İnsanlar mutsuz oldukları, istemedikleri işler için mazaret bulurken, istedikleri ve mutlu oldukları işten çözüm bulurlar. İnsan mutsuzsa, o işi yapmamak için 40 dereden su getirecek.
İnsanlar sizden bu eğitimleri alıyorlar ama dışarı çıktıklarında yine o keşmekeşin içine giriyorlar, bu sistem içinde bu eğitimleri almak ne kadar işe yarar?
Zaten verdiğimiz tüm eğitimler bu durumunun içinde mutlu olmayı anlatıyor. Bizler boynumuzda kolyelerle, tütsülerle çıkıp, “kötülük diye birşey yok, şimdi kötülük dışarı çıkacak” diyenlerden değiliz. Sonuçta ben hayatımın çok büyük kısmını acilde, ölüm döşeğindeki insanlarla, yoğun bakımda ve belirli kurumlarda çalışan insanlarla geçirdim. Bizde İstanbul’da yaşıyoruz, biz de trafik için acele ediyoruz, o yüzden dışarıda tüm bu kaos olmasına rağmen sen içeride huzuru yaratmak adına, bir dizi bilimsel, kolay, uygulanabilir hayata dair şeyler yaratabilirsin ve bunlar sonuçları değiştirebilir. Çok basit bir örnek vereyim. Bir insana yeterince mutkuluk hormonu verirseniz en nefret ettiği kişiye bile dosthane davranmasını sağlayabilirsiniz. Beta beyin dalgasındayken işyerine giderin burası iğrenç bir yer dersin ama bizim öğrettiğimiz şey, zihinde ustalaşmak. Yöneticilere mesajınız?Artık korku paradigması yıkıldı. Mutlu insanlar inşa etmek insana değer vermekten geçiyor. Liderlik vasıflarının yüksek olduğu, aidiyetlerin yüksek olduğu, temelde mutlu insan prensibiyle çalışan firmalar artık yeni nesil firmalar.