Paylaş
Gün içinde kaç saatimizi sosyal medyada geçiriyoruz acaba? 1,2….6 saat ya da daha fazla...
Uyurken, uyanırken, gezerken, yerken, dinlenirken, ağlarken, mutluyken, yakınını gömerken, koşarken ve daha bir sürü anda daha da mahrem anlarımız ve hallerimizde sosyal medyadayız. Hazırlanıyoruz, ambiyans yaratıyoruz üzerine bir de filtreler uyguluyoruz ve ta-ta-ta-taammmm işte hazırız… Artık farklı bir beniz, artık farlı bir hayatız. Mutlu görünmeye çalışıp aslında mutsuz olduğumuz, kıskandırmaya çalışıp aslında başka hayatları kıskandığımız bir atmosferin içinde debelenmeye başlıyoruz. “Ben de hakkediyorum aynısını ben de istiyorum” sanrıları başlıyor…
Anneliğimizi babalığımızı sorguluyoruz çokça. Eşlerimizi evliliklerimizi hatta evlilik tekliflerimizi kıyaslıyoruz. ‘Hangimizin çocuğu daha tatlı, hangimiz daha çılgınız’ paylaşımları… peki ya geceleri mum ışığında panduflarla ve bir fincan filtre kahve eşliğinde kitap okumalarımız?! Sanırım bu en kıskanılası olanlardan. Bizler gitgide gerçekliğimizden uzaklaştıkça kendimize ve koşullarımıza yabancılaşıyoruz. Mutsuzlaşıyoruz ve tatminsiz bireyler haline geliyoruz.
Yaşamda mükemmel olma arzusu kişiye sonsuz bir yorgunluk duygusu verir. Asla ulaşılamayacak dağa erişme çabası gibidir. Sınırlı varlıklar olduğumuzu kabul etmek ve kendi gerçek koşullarımızla uyumlu halde yaşamak daha sağlıklı ve huzurlu bir noktada olmamızı sağlayacaktır. En fazlasını, en güzeli istemek, en dramatik, en havalı olanı arzulamak bizi andan koparıp hep elimizde olmayana öykündürecektir.
Telefon elimizdeyken tıpkı lunaparktaki aynalı odalara giriyormuşuz gibi farklı hayatlar görüyoruz kendi yansımalarımızda. Gerçeğimizden anımızdan uzaklaşınca anlık yalancı rahatlama ya da mutluluklar da yaşıyor olabiliriz. İşte bunu sürekli yaptığımızda işin rengi değişmeye başlıyor. Depresif, tatminsiz ve sadece görüntüye önem veren poz verme telaşında günleri geçiriyoruz. Geçirdiğimiz 14 şubatta da bunun çok örneğini gördük aslında. Birçok çift sosyal medyada paylaşıma yansıyacak kadar güzel ambiyanslar yarattı ya da bu kareler gibi kutlamalar göremediği için partnerine serzenişte bulundu. Terapi odasında şu cümleyi sıklıkla duyabiliyorum “benim neyim eksik?”. Bunun sebebi karşılaştıklarımızın hakkettiğimiz gibi olmaması değil elbette; kendi gerçeğimizle buluşmadığımız sürece eksik kalacağız çünkü. İlişkilerde “beni olduğum gibi kabul et” isteği oldukça samimidir ve bir ilişkide mutlaka olması gerekir. Asıl soru şu siz kendinizi, koşullarınızı ve gerçekliğinizi olduğunuz gibi kabul etmezseniz partneriniz hangi seni olduğu gibi kabul edecek? Sanıyorum ki cevabı bulunca “nasıl mutlu olurum?” sorusunun da cevabını bulmuş olacaksınız. Önce kendinizi sonra da başkalarını olduğu gibi kabul edip, değiştirmeye ya da daha farklıymış gibi yansıtmaya çalışmadan sevmenin tadını ve hafifliğini tüm benliğinizde hissetmeniz dileğiyle…..
Sevgiyle kalın ….
Paylaş