Paylaş
… Bir varmış bir yokmuş, eski zamanlarda krallığın birinde bir prens varmış. Kötü büyücü onu büyü ile kurbağaya çevirmiş. Büyünün bozulması için de bir prensesin onu gerçekten içinden gelerek ve aşkla öpmesi gerekirmiş. Göle gezintiye gelen bir prenses bir gün kurbağayı görür ve kurbağayı öyle içten öyle sevgi ile öper ki büyü bozulur, kurbağa prense dönüşür. Kurbağa gerçeğine döner, prenses de hayatının ödülünü kazanmış olur. Çok zengin ve mutlu bir hayatları olur. Hikaye de burada biter…
Çok sevimli değil mi? Hepimiz defalarca kez dinledik çocukluğumuz boyunca.
Peki, şimdilerden bir hikayeye ne dersiniz?
…Şimdiki zamanda bildik bir ülkede bir erkek varmış. Sürekli alkol alır, etrafındakilere küfreder ve asla şefkatli davranmazmış. Bu ülkenin halkı dermiş ki; eğer onu çok sevecek idare edecek bir kadın gelirse, sabır gösterirse ve devamlı alttan alırsa bu adam özüne döner ve içinden harika bir adam çıkar. Huzurla, şefkatle, çoluk çocukla yaşamlarına devam ederler. Ama bu hikaye bir türlü bitemezmiş…
Kimse eşinin terapisti değildir
Bu hikaye gerçekle asla uyuşmayacak kadar uydurma. Neden mi? Bağımlılıkları olan, şiddet davranışı gösteren, etrafına sevgi veremeyen tam tersi zulmeden bir adamı kadın ya da evlilik değil, psikolojik tedavi düzeltir. “Kadın kadınlığını bilirse adamı dize getirir! Eve bağlar! Yapamıyorsa da bu kadın işini bilmiyordur!” Bunun gibi zorlayıcı ve yüksek dozda haksızlık içeren cümleler toplumda kadına yönelik şiddetin onaylanması ve desteklenmesidir. Böyle bir adamı çok sevdiğinizde içinden prens çıkmayacak. Seanslarda şöyle cümleler duyuyorum “Ama hocam kötü bir çocukluk geçirmiş, onu sevgim iyileştirecek, içindeki çocuğa temas edersem düzelir...” Bu cümlelerle ömür geçiriyor birçok kadın. İşin kötüsü çocukları da bu uydurmaya inandırmaya çalışıyorlar. Kimse eşinin terapisti değildir. Psikolog da olsanız bu böyledir. Çok sevmek, şiddetin farklı türlerine boyun eğmek kimseyi iyileştirmez. Bu kurbağadan prens çıkmaz, bu değişmez bir gerçeklik. Kadına yüklenen bu baskılar ise sorumluluğu kadına atmak ve değişimi reddetmekten başka da bir işe yaramaz. Bu hikayeyi o kadar dinledik ki çocukken, bundan başka da yol zaten doğru değil gibi algılıyoruz maalesef. Hayır var elbette birçok yol. En önemlisi de daha evlenmeden önce enteresan bir romantizmle “Aşkımız onu iyileştirecek” saplantısından vazgeçmek. Çünkü iyileştirmez! “Evliliği yıkmak kolay hocam ben sonuna kadar çabalayacağım…” Yanlış çünkü evliliği kurmak zor olmalı, iyi düşünülmeli, daha flört aşamasındayken yaptıkları şiddet, baskı davranışlarını gördüğünüzde “Mikahta keramet vardır düzelir” demek yerine “Evlenince bu şiddet artarak devam edecektir” demeniz ve kurbağa prens hikayesi gibi olmayacağından emin olmanız gerekir.
Aşk asla şiddet barındırmaz
O zamanlar kıskançlık ve tutku sandığınız şey şiddetin ta kendisidir. “Ben hiç sevilmedim, seninle sevmeyi öğreneceğim beni affet” cümlelerini duyduğunuzda lütfen nikah dairesine değil, bir terapi merkezine gidin. Bu evlilikler kader değildir, tercihtir. Ama en kötüsü de bu tercih sadece sizi ilgilendirmiyor, aile sistemine dahil ettiğiniz çocuklarınızın ve en nihayetinde toplumun huzursuz, mutsuz ve sağlıksız olmasına neden oluyor. Lütfen unutmayın; hiçbir aşk ve sevgi ilişkisi asla ve asla şiddetin hiçbir türünü barındırmaz. Gerçek sevgi yüceltir, korur, güvende hissettirir, hayatınıza bir katkı sunar, sadakat vardır ama sahibiniz gibi davranmaz. Şimdi kendinize şunu sorun; ilişkinizde şiddet görüyor musunuz? Eğer öyle ise bir an önce yardım arayışına girin. Gerçek bir sevgi ile sarıp sarmalanıyorsanız da şimdi partnerinize dönün ve sıkıca sarılın. Yaşamın tüm güzellikleri sizlerle olsun… Sevgi ile kalın.
Paylaş