GEÇEN sonbahardaki referandumda kabul edilen anayasa değişikliğinin en önemli yönlerinden biri Adalet Bakanı’nın Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olarak konumunu korumasıydı.
Soruşturmalara ilişkin yetkisi de Bakan’ın egemenlik alanı içinde korunan bir başlık. Referandumda geçen 159’uncu madde, hâkim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemlerinin başlatılabilmesini HSYK Başkanı’nın oluruna bağlıyor.
ÖNCE BAŞSAVCIVEKİLLERİ
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Anayasa’nın kendisine tanıdığı bu yetkiyi kullanarak Almanya’daki Deniz Feneri e. V. davasının Türkiye’deki uzantılarıyla ilgili yolsuzluk iddialarını soruşturmakta olan üç savcı hakkında “inceleme” başlatılması için bir süre önce onay vermişti. Bu inceleme oluru Deniz Feneri sanıklarının avukatlarının verdikleri bir şikâyet dilekçesinin ardından çıkmıştır. Avukatlar, dosyaya bakan savcılar Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz’ün bazı işlemlerde “mahkeme kararları üzerinde tahrifat yaptıklarını” iddia ediyor. Deniz Feneri sanıklarının bugünkü siyasal iktidara yakınlıkları iyi bilinen bir olgudur. Savcılar hakkındaki incelemenin başlamasından sonra bir dizi idari tasarrufla karşılaştık. Önce 23 Ağustos tarihinde Deniz Feneri soruşturmasını yürüten üç savcının koordinasyonundan sorumlu olan Ankara başsavcıvekilleri Nuri Yiğit ve Şadan Sakınan görevden alındı ve yerlerine bir başka başsavcıvekili Harun Kodalak getirildi. Bu, görevine geçen kasım ayında getirilen Ankara Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş’in bir tasarrufuydu.
ARDINDAN SAVCILAR
Kodalak, anayasa referandumundan sonra yeni HSYK için yapılan seçimde Adalet Bakanlığı bürokratlarının belirleyici olduğu listede yedek üye olarak kurul üyeliğine seçilmiş, ardından HSYK tarafından Ankara Başsavcıvekilliği görevine atanmıştı. Kodalak’ın Deniz Feneri dosyasını üstlenmesinden sonraki ilk tasarrufu 26 Ağustos’ta Deniz Feneri soruşturmasını yürükten üç savcıyı görevden alarak, yerlerine iki yeni savcı Veli Dalgalı ve Hakan Pektaş’ı atamak olmuştur. Başsavcılık, bu kararın gerekçelerinden birini “soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları hakkında tarafsızlık ve benzeri konularda itham edici ve spekülatif değerlendirmeler yapılarak yıpratılmak suretiyle sürdürülmekte olan soruşturma hakkında olumsuz, haksız, adalet ve yargıya olan güven duygusunu sarsabilecek nitelikte değerlendirmelerin önlenebilmesi” olarak açıkladı. Aynı açıklamada bu üç savcı hakkında incelemeden soruşturma aşamasına geçildiğini, bu çerçevede kendilerinden savunmalarının da istendiğini öğreniyoruz. Nitekim Adalet Bakanı Ergin de önceki gün Hatay’da yaptığı açıklamada “HSYK’nın kararı üzerine HSYK Başkanı sıfatıyla soruşturma kararına onay verdim” diyerek bu hususu teyit etmiştir.
TOPLUM VİCDANI NE DER?
Kuşkusuz, savcılar hakkındaki iddiaların doğruluk derecesini müfettişlerin yaptığı soruşturmanın sonunda öğreneceğiz. Bununla birlikte Ankara Adliyesi’ndeki bu gelişmeler, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili kaygıları da tetikleyen bir dizi sorunun kamuoyunun gündeminde asılı durmasına yol açıyor. Kamuoyunda hassasiyet yaratan önemli siyasi davalara bakan hâkim ve savcılar hakkındaki şikayet dilekçeleri büyük çoğunlukla kabul görmezken, iktidara yakın şahsiyetlerin sanık oldukları bir soruşturmada bu izinlerin süratle çıkmasının kamuoyunda istifham yaratmaması düşünülemez. Tabii son kararın pratikte yarattığı çok önemli bir sonuç da var. Görevden alınan üç savcı, 2008/2111 sayılı bu soruşturma dosyası üzerinde yaklaşık 3 yıldır çalışmaktaydı. Delil olarak yaklaşık 700 klasör tutan 10 binlerce belge söz konusudur. Yeni iki savcının sıfırdan başlayacakları bu dosyaya hâkim olabilmeleri çok uzun zaman alacaktır. Bu durum, siyasi boyutlar da taşıyan bu davada en azından bir duraklamaya, gecikmeye yol açacaktır. Sonuçta nereden bakılırsa bakılsın, savcılar hakkındaki kararın adalet inancının yara aldığı bir olay olarak toplum vicdanına yer etmesi kaçınılmaz görünüyor.