3 adres, 3 kadın, 3 hikâye

Bu hafta da aynı şey oldu.

Bir gün üç kadın diye başlık atmayı düşündüğüm yazı, daha doğrusu yazının konusu üç kadın üzerine hafta içinde bolca yazılıp çizildi.

Haberin Devamı

Kalemler daha çok Yazgülü Aldoğan ve ilk romanı Kiralık Adam üzerine oynatıldı.
Yazgülü sonunda ilk romanını yazmış ve müthiş kışkırtıcı bir ad koyduğu kitabın tanıtımı için de Karaköy Balıkçısı’nda neredeyse Türk basınının tüm kalemlerinin davetli olduğu bir gece düzenlemişti.
Davetliler gazeteciler, davet eden de Yazgülü olunca, geçen hafta bütün gazetelerde Kiralık Adam vardı.
Reha Muhtar, pazar günü maça kadar kitabı elinden düşürmeyeceğini bildirdi, Ahmet Hakan su gibi akıyor dedi, Mine Kırıkkanat yılların dostuna güzelleme döşendi, Ömür Gedik romandan çok iyi film yapılabileceğini bildirdi, Tuğçe Tatari ise gecenin anlam ve önemi üzerine döktürdü. Sadece Yazgülü üzerine yazmakla da kalmadı, tuttu İnci Aksoy için de bir kutu açtı, tek bir aile üzerine yazmanın yakışıksız olacağını düşündüğünden olsa gerek Sitare’ye dokunmadı.
Peki şimdi ne yapmalı?
Küfeden başka bir konu mu çıkarmalı yoksa replika tehlikesini göze mi almalı?
Aldırma Gönül şarkısı da mırıldanılabilir elbette.
Mırıldanalım, öyleyse.

Haberin Devamı

Önce Süzer Plaza’ya gittim.
Sitare; eski kadim dost, başka eski bir kadim dostuyla birlikte, bana sorarsanız aklı başında hiç kimsenin yapmayacağı bir işe kalkışmış. İki buçuk ay gibi kısa bir sürede tam anlamıyla el emeği göz nuru diye tanımlanacak sofra setleri hazırlamış.
Situş evvel emir sofraya meraklıydı. İri tropikal yaprakları tabak gibi kullanmayı, boyalı ve işli narları, vazonun içinde ters duran çiçekleri, tül örtünün altına yerleştirilen yılbaşı ışıklarını, boğazlı kazak giydirdiği iskemleleri ilk onun evinde gördüm. İlk derken de dün demediğimi unutmayın. Yıllar öncesinden söz ediyorum. Yani ortalarda bu saydığım malzemelerin esamesinin okunmadığı zamanlardan. İşte misafir ağırlamaya bayılan, müthiş lezzetli yemek yapan ve lezzet kadar sunuma önem veren Sitare, hobi olarak sürdürdüğü bu uğraşını artık Zeynep ile birlikte profesyonel sürdürme kararı almış.
Ismarlama çalışacakmış. Süzer Plaza’nın alt katında sürekli bir sergi olacak ve dileyenler sergilenen parçalardan beğendiklerini istedikleri adette ısmarlayacakmış.
Biraz da satışı düşündüğünden olsa gerek, süslü, ağır, kallavi parçalar hazırlamış ilk elde. Ama aynalı peçetelikleri, yapraklar yapıştırarak yaptığı Amerikan servislerini ve yaz sofralarını şenlendirecek dev kırmızı gülleri  çok sevdim.
Meraklısına bildiririm...
 GALERİ GİBİ GALERİ
Sitare’ye veda ediyor ve soluğu tam karşıda; Eğitim Kültür Araştırma Vakfı’nın sanat galerisi olan Ekav Art’ta alıyorum. İnci Aksoy’un yanında...
Galeri, mekan olarak kuşkusuz İstanbul’un en iyi galerilerden biri. Biliyorsunuz bizdeki galeriler genellikle evden devşirme mekânlardır. Bir ışık ve askı sistemi kurulan evlerin salonlarında açılır sergiler.
Ekav Art, doğrudan galeri olarak düzenlenmiş bir mekân. Dolayısıyla içeri adımını attığınız andan itibaren kendinizi New York’taki iddialı galerilerden birine girmiş gibi hissediyorsunuz. Ferah, geniş, bembeyaz.
Ancak bir galeri sadece mekânın güzelliğiyle iyi galeri olmaz elbette. Sanatçıları, koleksiyoncuları, yayınları çizgisi sebatı ve elbette ses getiren sergileri bir galeriyi iyi galeri yapar.
Ekav Art’a ilk gelişim. İçeride iki gün sonra sona erecek ilginç bir sergi var. Yavaş yavaş gezmeye koyuluyorum. Kırmızı noktaların çokluğu dikkatimi çekiyor. Seviniyorum. Özel bir sergi bu çünkü, sergilenen elli tablonun hepsi üstün yetenekli çocukların eseri.  İnanç Türkeş Lisesi’nin maddi olanakları sınırlı dahi öğrencilerine liderlik konusu verilmiş ve bu konuda resim yapmaları istenmiş. Nasıl güzel tablolar çıkmış ortaya, anlatamam. İnci ile sohbete koyuluyorum. 5 Mayıs’ta açılacak Mustafa Günen sergisinden bahsediyor bir süre. Sonra Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu Ekav Art TV’den söz ediyor. Bir ayda 125 bin tık’a ulaştıklarını, Iğdır’dan Çanakkale’ye binlerce mail aldıklarını, gezmeye görmeye gitmeye mecali olmayanların odalarından çıkmaksızın dünyanın sayılı müzeleri ve galerini ziyaret edebildiklerini ve onlara bu olanağı sağladıkları için duydukları sevinci anlatıyor soluk soluğa...
Aklını, heyecanını, zamanını, imkânını nasıl cömertçe bu işe yatırdığı, konuşurken seçtiği kelimelerden belli. Ahh diyorum içimden, birkaç tane daha İnci olsa, onun gibi sahi, gençlere onun gibi içi titreyen... Neler, neler, neler değişir diyorum.
BU KİTABI ASIL ERKEKLER OKUSUN
Sırada Karaköy Balıkçısı var. Yazgülü’nün gecesine gidiyoruz Serfi ile.
Böyle toplantılar bazen tatsız olur. Birbirini tanıyanlar kendi aralarında küçük adacıklar oluşturup bir köşeye çekilir, ev sahibi bir oraya bir buraya seğirtir, servis aksar, damaklar kurur, garsonlar ne hikmetse ortadan kaybolur ve bir iki saat geçmeden millet birbirinin yüzüne ne zaman tüyeceğiz kabilinden bakmaya başlar.
Oysa Karaköy Balıkçısı’ndaki gece gerçekten başarılıydı. Bir kere mekan harika. Pencerelerden baktığınızda İstanbul kanatlarınızın altında. Lokal sahibi Hakan, arkadaşı Yazgülü için kolları sıvamış, çeşit çeşit tadımlık hazırlamış, Kavaklıdere şarapları ağanın eli tutulmaz misali bol şarap yollamıştı. DJ’in de hakkını vermeli.
Ama daveti davet yapan davetlilerdir ya, Yazgülü’nün başarısı da buydu. İş güç, gündelik hayat derken görüşmeye fırsat bulamayan eski dostları bir araya getirmiş ve nasıl bir sezgiyse bu artık, biraraya gelmekten mutlu olacakları cımbızla seçer gibi seçmişti. Yazgülü’ne gelince... Gecenin prensesiydi.
Gelenlerle tek tek ilgilendi, güldü neşelendi, herkes için özel birkaç cümle yazarak kitabını imzaladı. Örneğin benimkini Sevgili Figen, otuz küsur yıl öncesinden gelen bir dostluk, güzellikler paylaşılarak sürüyorsa daha ne istersin, diye imzalamış. Doğru, insan daha ne ister?
Kiralık Adam’ı okumaya ertesi sabah başladım. Öyle iki saat içinde silip süpürmedim. Şöyle tadına vara vara, ağırdan ala ala okudum.
Hayal ile Uğur’un aşkı, kadın okurlara kolayca ulaşacaktır, eminim.
Ama asıl erkekler okusun isterim.

Yazarın Tüm Yazıları