SIRBİSTAN, Kosova, Karadağ ve Makedonya halklarının Adriyatik Denizi’ne ulaşma tutkusu tam yüz yıllık bir rüyaydı.
Bu rüya bugün Türk mühendis ve işçilerinin iki yıllık uğraşları sonunda gerçekleşti.
Türk firması ENKA bu zor coğrafyada bilgi, teknoloji ve deneyimi ile bir mucize yaratmış.
Yapılan işin büyüklüğünü anlatabilmek için şu karşılaştırmayı yapmak yeterli.
Bizim Bolu Dağı’nı delen her biri 2800 metrelik iki tüneli İtalyan firması tam 14 yılda tamamladı.
ENKA ise Erik Dağı’nı delen ve Bolu tünellerinin iki katı uzunluğunda olan tüpleri iki yılda açtı.
Otoyol ile tüneller sayesinde şu anda 8 saatte alınabilen Priştina-Tiran yolu 2.5 saate iniyor.
Başkent Priştina’dan gaza basan bir Kosovalı, 3 saat sonra Arnavutluk’un Dures Kenti’nin plajlarından kendini Adriyatik’in serin sularına atabilecek.
Bu, bölge insanı için gerçekten de inanılmayacak bir rüya.
Törende yaptığı konuşmada bu rüyayı gerçekleştiren ENKA’ya ve patronu Şarık Tara’ya üç dört kez teşekkür eden Arnavutluk Başbakanı Sali Berişa’nın bu vefası çok anlamlıydı.
Törenden sonra Şarık Tara’nın Türkiye’ye gönderdiği sitem ise düşündürücüydü:
"Kendi ülkemde neler yaptım ama kimse bana teşekkür etmedi."
* * *
Biz de bu tarihi törene katılmak için İstanbul’dan, bir zamanların kapalı kutusu Arnavutluk’un başkenti Tiran’a uçtuk.
Hızla toparlanan Tiran bir Avrupa kenti olma yolunda.
Enver Hoca’nın tek tip elbiseli, yokluklara mahkûm edilmiş halkı, son moda giysileriyle kafeleri, lokantaları dolduran bir topluma dönüşmüş.
Arnavutluk’un yüzde 70’e yakını Müslüman. Ama bizdeki taassuptan eser yok.
Kapalı kimse görmedik. Din günlük yaşamda etkili değil.
Kosova da öyle. Orada da da halkın tamamına yakını Arnavut Müslüman.
Orada da dinin günlük yaşamda etkisi görülmüyor.
Ancak Makedonya’da durum biraz daha değişik. Dinin yer yer günlük yaşama etkili olduğu hemen fark ediliyor.
Ama bu etki bizdeki gibi mahalle baskısı boyutunda değil.
* * *
Açılış törenin ertesi günü Tiran’dan Priştina’ya uçtuk. Orada bir gece kaldıktan sonra kara yoluyla önce Osmanlı kenti özelliğini yitirmemiş olan Prizren’e, oradan da Makedonya’nın başkenti Üsküp’e gittik.
Sonra yemyeşil ormanlarla kaplı dağları, vadileri aşarak Manastır, Resne ve Ohrid’e uzandık.
Atatürk’ün askeri liseyi okuduğu Manastır’ın adı Bitola olmuş.
Okul şimdi müze. Büyük bir bölüm de Atatürk’e ayrılmış.
Binanın restorasyonuna Türk asıllı işadamı Aydoğan Ademoski’nin büyük katkıları olmuş.
Manastır bizi çok etkiledi. Gittik, saat kulesi meydanındaki havuzu, çeşmeyi, camiyi gezdik.
Atatürk’ün çok sevdiği türküde geçen havuz, çeşme ve cami yerli yerinde.
"Manastır’ın ortasında var bir havuz.
Canım havuz, bu yurdun kızları çok yavuz.
Biz çalar oynarız."
Bir biblo kent olan Manastır’ı gezerken bu türkü hiç ağzımızdan düşmedi.