Selin Irmak Kaçmaz

Anüsü olmadan doğan bebek şimdi karnının üstünde bir kese ile yaşıyor

8 Kasım 2023
Charlie geçtiğimiz yıl dünyaya geldiğinde, diğer bebeklerden farklıydı. Doğduğunda anal açıklığı yani anüsü yoktu. Ailesini şoke eden bu gerçek, minik Charlie’nin kısacık zaman diliminde tam altı ameliyat olmasına neden olan bir anomaliydi. Peki bir bebek neden ve nasıl anüsü olmadan doğabiliyor?

İngiltere, Batı Sussex’te 12 Ağustos 2022'de doğdu Charlie... Vickie Thompson, oğlunu dünyaya getirdikten sonra mutluluktan havalara uçtu. Vickie’nin hamileliği sorunsuz geçmiş kendisinde de bebeğinde de bir problem olabileceğine dair hiçbir belirti ortaya çıkmamıştı.

Ancak Worthington Hastanesi'ndeki doktorlar tarafından yapılan detaylı muayene sonucu şok edici gerçek ortaya çıktı: Bebeğin anal açıklığı yani anüsü yoktu! Yaklaşık 5.000 bebekten birinde görülen bir sağlık sorunu ile dünyaya gelen Charlie, o zamandan beri hayatını değiştiren altı ameliyat geçirmek zorunda kaldı.

'DURUMU ÖĞRENİNCE DEHŞETE DÜŞTÜM'

Güzellik terapisti olan anne Vickie Thompson, MailOnline’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Doktorlar bana bebeğimin durumunu söylediğinde dehşete düştüm, oğlumun öleceğini düşündüm. Doktorlar ‘Anal açıklığı olmadığını düşünüyoruz’ dediler. Çok korkmuştum…”

Doktorlar, anüsünde açıklık olmadığını kesinleştirdikten sonra Charlie, yenidoğan yoğun bakım ünitesine (YYBÜ) nakledildi ve midesinin içeriği çıkarıldı. Bebek, ertesi gün tedavisine devam edilmek üzere Brighton Hastanesi'ne nakledildi ve burada sağlık görevlileri bir stoma oluşturdu. 

BÜYÜK AMELİYAT SONRASI KOMADA KALDI

Charlie büyük ameliyattan sonra ikisi komada olmak üzere üç gününü YYBÜ'de geçirdi. Bebeğini ancak yedi gün sonra evine götürebilen Vickie, “Onu kaybedeceğim diye ödüm kopuyordu. Bebeğimi yaşam destek ünitesine bağlamak zorunda kaldılar ve ben sürekli öleceğini düşündüm. Hep en kötüsünü düşündüm. İlk kez anne olmak zaten zor bir deneyim, buna bir de stoma eklenince çok daha zor oldu” dedi ve yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

“Çok stresliydi ve zaman zaman kendimi yalnız hissettim çünkü insanlar stoma ile ilgilenmekten korkuyorlardı, bu yüzden her şeyi ben yapmak zorunda kaldım. Arkadaşlarım ve ailem yanlış bir şey yapıp enfeksiyona neden olurlar diye Charlie'nin stomasını değiştirmekten korkuyorlardı. Bu riski göze alamadılar. Kesinlikle çok zor bir süreçti.”

Yazının Devamını Oku

Türkiye'de uyuz vakaları her gün artmaya devam ediyor... Uyuz belirtileri neler? Bu hastalıktan nasıl korunacağız?

2 Kasım 2023
Dermatologlar, her gün çok sayıda uyuz vakasına şahit olduklarını söylüyor. O hastalardan biri de iş arkadaşından uyuz hastalığı kapan 30 yaşındaki Eda A. Doktoru, genç kadına "Bugün gelen sekizinci vakasın" dedi. Bu cümle bile durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. Peki bu artış neden kaynaklanıyor ve biz korunmak için ne yapabiliriz?

“Erkek arkadaşım bir süredir vücudunun çok kaşındığını, bu kaşıntının geceleri uyumasına engel olacak boyutta olduğunu söylüyordu. Kaşıntıyla beraber ellerinde yaralar oluşmaya başlamıştı. O bana kaşıntı sorununu anlatınca ben de aslında gün içinde sık sık vücudumu kaşıma ihtiyacı duyduğumu fark ettim. İnternetten aratınca geceleri uyutmayan kaşıntıların uyuz hastalığı belirtisi olabileceğini öğrendik.

Önce erkek arkadaşım doktora gitti ve tam da tahmin ettiğimiz gibi uyuz teşhisi kondu. Ardından ben de hemen doktora gittim. Bendeki kaşıntılar ondaki kadar şiddetli değildi ancak doktor bana da uyuz teşhisi koydu ve 'Bugün gelen sekizinci vakasın' dedi. Meğer ciddi bir vaka artışı varmış, piyango bize de vurmuş. Vücudumda böcekler varmış ve yumurtalarını derimin altına bırakıyormuş!

Erkek arkadaşım da ben de hızlıca tedaviye başladık. Cilt üzerindeki uyuz böceklerini öldürecek bir losyon sürüyor, aynı zamanda hap da içiyorduk. Ama bu hastalığın bize nereden bulaştığını anlayamıyordum.

Hastalığımı iş yerime de bildirdim; 'Uyuz kapmışım, işe gelemeyeceğim' dedim. Bu mesajımdan sonra gerçek ortaya çıktı. Meğer iş yerinde bir kadının sevgilisi uyuzmuş ve tedavi olmuyormuş. Ondan iş arkadaşıma da bulaşmış. Söz konusu arkadaş tedaviye başlamayıp uyuzu ofise getirdiği yetmezmiş gibi bir de 'Ben de uyuz kaptım, işe geliyorum, bir şey olmaz' yazdı mesajıma karşılık olarak. Gözlerime inanamadım.

Erkek arkadaşım ve ben zaten tedavi oluyoruz. Bizimle sürekli temas halinde olan ailelerimiz de tedavi oluyor. Neredeyse 1,5 ay geçti, tedaviye hâlâ devam ediyoruz. Bu hastalıkla yıllarca mücadele eden ve hatta dayanamayıp intihar eden bile varmış! Artık işe döndüm, ama insanlara yaklaşmıyorum, herkesi uyarıyorum ve kimseyle temas etmiyorum. Tek isteğim bu böceklerden bir an önce kurtulmak. Ayrıca teşhis konan insanların bu durumu saklamak yerine çevresindekileri bilgilendirmesi ve hızlıca tedaviye başlaması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.”

Bu sözler geçtiğimiz aylarda kendisine ve erkek arkadaşına uyuz hastalığı teşhisi konan Eda A.’ya ait. Eda A.’nın doktorunun da söylediği gibi uyuz hastalığı son dönemlerde yine yaygınlaşmış durumda. Vaka sayıları ciddi şekilde artıyor, en kötüsü de insanlar bunu saklayıp tedaviyi reddedebiliyor.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Zekayi Kutlubay da uyuz hastalığındaki artışa dikkat çekti ve bunun sadece ülkemizde değil dünya genelinde yaşandığını söyledi.

Kutlubay, “Hem ülkemizde hem dünyada uyuzun görülme sıklığı ile ilgili bir rakam vermek mümkün değil. Fakat son iki üç yılda daha çok uyuz hastasının geldiğini söyleyebilirim. Özellikle son 6 aydır dirençli uyuz vakalarında bir artış var. Tüm aile fertleri kaşınarak bize geliyorlar. Tüm dünyada uyuzun arttığına dair yayınlar da çıkmaya başladı” dedi.

Yazının Devamını Oku

Cilt bakımında gerçekten kaç tane ürüne ihtiyaç var?

31 Ekim 2023
Son dönemlerde sosyal medya fenomenlerinin ‘cilt bakım rutini’ videolarını çok fazla görür olduk. Bu videolarda fenomenler cilt bakımı için çok fazla ürün kullanıyor; yüz maskeleri, temizleyiciler, tonikler, nemlendirici kremler, serumlar, göz altı kremleri, dudak kremleri, C vitaminleri, E vitaminleri derken liste uzayıp gidiyor. Cilt bakım rutinimizde gerçekten bu kadar fazla ürün kullanmamıza gerek var mı?

Cilt bakımı çok hassas bir konu ancak şimdilerde neredeyse herkes bu konuda tavsiye veriyor. Bilinçli bilinçsiz insanların önerileri, sosyal medya fenomenlerinin sürekli yeni bir ürün tanıtımı yapması ve hatta cilt bakımı videoları çekip bu videolarda sayısız cilt ürününü ardı ardına kullanması çok fazla kafa karışıklığına neden oluyor.

Bu durum dünyanın dört bir yanındaki dermatoloji uzmanlarını da şaşırtmış durumda. Northwestern Üniversitesi Feinberg Tıp Fakültesi'nde dermatoloji doçenti olan Ahmad Amin, New York Times'a yaptığı açıklamada, "Günümüzde herkes cilt bakımı tavsiyeleri veriyor ve insanlar bilgi bombardımanına tutuluyor" dedi.

Genel anlamda dermatologlar işi basit tutmayı tavsiye ediyor ve herkesin cilt bakım rutininin birkaç temel adımı içermesi gerektiğini söylüyor: Temizlik, nemlendirme ve güneşten korunma.

Peki bu üç temel adımın dışında cilt bakımı nasıl olmalı? Sosyal medya fenomenlerinin önerdiği gibi aynı anda çok fazla ürün kullanmaya gerek var mı? Konunun uzmanı 3 isme sorduk, cilt bakımı konusunda önemli bilgiler aldık.

ÖNCELİK HER ZAMAN YÜZÜ YIKAMAK, CİLDİ TEMİZLEMEK

Uzmanlar cilt bakımında ilk atılacak adımın yüzü yıkamak olduğu konusunda hemfikir. Aslında herkes yüzünü yıkaması gerektiğini bilir ancak bunun nedenini ve en iyi yolunu tam anlamıyla bilmiyor olabilirsiniz.

Dermatoloji Uzmanı Dr. Nalan Kükürt de cilt bakım rutinimizde ilk olması gerekenin cildi temizlemek olduğunun altını çizdi:

“Cilt temizliğinde cilt tipimize göre; yağlı, hassas, kızarık, kuru veya akneli oluşuma göre seçilecek cilt temizleme jeli, köpük, krem veya losyonlarla cildimizi temizleyip yine cilt tipimize uygun bir nemlendiriciyle cildimizin nemini korumaya çalışmalıyız. Yaz-kış mutlaka rutinimize ekleyeceğimiz diğer bir ürün ise güneş koruyucu olmalıdır. Güneş koruyucu hem lekelerin oluşmasını engeller hem de cildimizi güneşin yaşlandırıcı etkilerinden ve kanserojen etkilerinden korur.”

Yazının Devamını Oku

Her yıl 552 milyon şampuan şişesi çöpe gidiyor... Önlemenin yolu çok eskilere dayanıyor

27 Ekim 2023
Banyonuza dikkatle baktığınızda iki şey dikkatinizi çekecek. Birincisi, neredeyse her şeyin plastik bir kap içinde yer alması, ikincisi ise üzerinde sabun, saç kremi ya da şampuan yazmasına rağmen çoğu ürünün başlıca malzemesinin su olması. Peki neden suyla dolu plastik ambalajlar bu kadar yaygın? Plastik şişelerde sıvı formda satılan banyo ürünleri korkunç bir atık üretimine neden olurken sağlığımızı da tehlikeye atıyor. Uzmanlar, her yıl 20 milyon ton plastik çöpün denizlere aktığını söylüyor. Alternatifi ise aslında çok uzun yıllardır var olan ama plastiğe yenik düşerek ortadan kaybolan ‘katı’ ürünler…

Bir zamanlar banyomuzda yer alan temizlik ve kişisel bakım ürünlerinin çoğu toz, tablet ve konsantre olarak satılıyordu. Ancak plastikler popülerleştikçe, bu ürünlere su ekleyip daha büyük kaplarda yeniden paketlemek üreticiler için çok daha ucuz ve kullanışlı bir hal aldı. Ne var ki bu yeni trend çok daha fazla atık yarattı.

Beyond Plastics'in başkanı ve Çevre Koruma Ajansı'nın eski bölge yöneticilerinden Judith Enck, geçtiğimiz günlerde The Washington Post'a yaptığı açıklamada, "Plastikleri hiç kimse gerçekten istemedi. Bugün dünyanın dört bir yanına su taşımak için çok fazla para harcıyoruz ve çok fazla sera gazı emisyonu yaratıyoruz” diye konuştu.

Şimdilerde tüketicilerin talepleri değiştikçe ve tek kullanımlık plastikler yasaklandıkça, üreticiler ürünlerini yeniden formüle etmek için yarışıyor. Bu süreçte tüketiciler, temizlik ve kişisel bakım ürünlerinde geçmişte kullanılan formüllerin çekiciliğini yeniden keşfediyor. Bir zamanlar kooperatifler ya da sağlıklı gıda mağazalarıyla sınırlı olan katı formdaki bu ürünler artık daha fazla mağazada karşımıza çıkıyor.

‘ESKİDEN SAÇ TEMİZLEME ÜRÜNLERİ KATI HALDEYDİ’

Çukurova Üniversitesi’nde plastik kirliliği ve etkileri üzerine çalışmaları olan Doç. Dr. Sedat Gündoğdu da katı banyo ürünlerinin hayatımızdaki varlığının eskilere dayandığını söyledi. “Çok da uzak olmayan bir geçmişte, banyo bir küvette ya da bir nehirde yapıldığında, ürünlerin bu koşullarda işe yarar olması gerekiyordu. Bu yüzden sabunlar ve saç temizleme ürünleri katı haldeydi. Ancak geçtiğimiz yüzyılın ortalarında duşların ortaya çıkmasıyla birlikte ürün formülasyonları da değişmeye başladı. Kişisel bakım ürünü üreten şirketler de akışkan sıvılar ve jeller geliştirdi” dedi ve ekledi:

“Ürünlerin akan suyun altında ya da yakınında hâlâ erimeden kalabilmesi için bir ambalajın içerisinde olması gerekiyordu. Bu durum bugün artık neredeyse ambalajsız olanına rastlayamadığımız kişisel bakım ürünü pazarını şekillendirdi. Bugün gelinen noktada küresel olarak yaklaşık 120 milyar adet sert plastik ambalajın, kişisel bakım ürünleri için üretildiği tahmin ediliyor. Bu değer sadece ABD’de yaklaşık 10 milyar adet. Bu durumun Türkiye’de ne vaziyette olduğunu kesin ve net olarak bilemesek de pazar payı üzerinden kabaca bir tahmin yaparak 600 milyon adet olduğu söylenebilir.”

PLASTİKLER ‘İÇİMİZ’ DE DAHİL OLMAK ÜZERE HER YERDE

İnsanlık yüzyıllar boyunca eşyalarını taşımak için çoğunlukla cam, metal, ahşap ve seramiğe bel bağladı. Bunun belli dezavantajları vardı. Küçük, tek tek boyutlandırılmış gıdaların ve sıvıların nakliyesi genellikle pahalıydı. Bazı ürünler için bunu ekonomik olarak yapmak imkansızdı.

Yazının Devamını Oku

Normal doğanlar daha mı zeki? Sezaryen bir doğum şekli değil mi? 13 SORU 13 CEVAP

24 Ekim 2023
Hamilelikte çok sık duyulan, özellikle anne adaylarını korkutan ve baskı altında hissettiren bazı kulaktan dolma bilgiler var. Bu bilgilerin bir kısmının bilimsel dayanağı olsa da çoğunun en ufak bir gerçeklik payı bile bulunmuyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Kağan Kocatepe'nin desteğiyle 13 önemli soruda doğum rivayetlerine noktayı koyuyoruz...

Çevrenizde mutlaka sezaryeni doğumdan saymayan, hamilelere "Saçını kestirme, bebeğin ömrü kısalır" diyen ya da "Karnın sivri bu bebek erkek" diye tahminde bulunanlar vardır.

Bunların yanı sıra bebeklerin doğum şeklinin zekâsını hatta akademik kariyerini etkilediğine dahi inanların sayısı da azımsanmayacak düzeyde.

Peki bunların hangileri doğru, hangilerinin bilimsel dayanağı var, hangileri uydurmadan ibaret?

Doğumla ilgili sıklıkla duyduğumuz bilgilerin doğruluğunu Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Kağan Kocatepe anlattı.

'SEZARYEN VAZGEÇİLMEZ BİR TIBBİ MÜDAHALEDİR'

1- Birçok insana göre doğum dediğin ‘normal’ olmalı. Sezaryene bir doğum değil ameliyat gözüyle bakan insan sayısı hiç de az değil. Bu söylemler hamileleri de baskı altında hissettirebiliyor, kadınlar normal doğum yapabilmek için ısrarcı olabiliyor. Peki sezaryen doğum da tıpkı vajinal doğum gibi bir doğum yöntemi midir?

Sezaryen hem anne adayı hem de bebek hayatı açısından yokluğu düşünülemez bir doğum şeklidir. Evet, doğum şeklidir çünkü bir bebeğin doğması ile sonuçlanır. Evet, ameliyattır çünkü normal doğumdan farklı olarak daha yoğun bir anestezi gerektirir ve karın içinde uygulanan bir ameliyattır.

Elbette ki ‘doğallığı’ normal doğumla karşılaştırılamaz ama normal doğumun mümkün olamadığının öngörüldüğü durumlarda vazgeçilemez bir tıbbi müdahaledir.

Yazının Devamını Oku

Arkadaşıma aldatıldığını söylemeli miyim?

19 Ekim 2023
Siz arkadaşınızın ya da ailenizden birinin aldatıldığını öğrenseniz ne yapardınız? Hemen söyler miydiniz yoksa "Ortalığı karıştırmayayım" deyip görmezden mi gelirdiniz? İşte bu durumu yaşamış insanların hikayeleri ve uzman görüşüyle yapılması gerekenler...

En yakınlarınızdan birinin, bir dostunuzun ya da bir aile üyenizin çok mutlu olduğu ilişkisinde aldatıldığını öğrenseniz hatta bu olaya gözlerinizle şahit olsanız ne yaparsınız? Çok zor bir soru değil mi? Yakınınızın üzülmesini, kandırılmasını istemiyorsunuz ama gerçekleri ortaya dökmenin sorumluluğu da oldukça ağır. Üstelik işin sonunda sizin kötü olma ihtimaliniz de var.

Bir Sorudan Fazlası'nda böyle iki arada kalanların hikayelerini dinleyip Uzman Klinik Psikolog Berkay Ateş'ten bu zor durumda yapılabileceklerle ilgili tavsiyeler aldık.

‘BABAMIN İHANETİNİ ANNEME SÖYLEDİM, SUÇLU BEN OLDUM’Burcu A. (32)

Ben arkadaşımın değil annemin aldatıldığını öğrendim ve “Söylemeli miyim?” diye çok düşündüm.

Babamın annemi aldattığını öğrendiğimde henüz 17 yaşındaydım. Zaten o yaşlarda sebepsiz depresif ve mutsuz oluyorsunuz, hayatta her şey üstünüze geliyormuş gibi hissediyorsunuz. Ben tüm bu duygusal değişimlerle, ergenliğin yıpratıcı hisleriyle boğuşurken bir de sevgi dolu sandığım ailemin yalandan ibaret olduğunu öğrendim.

Aylarca kafamda kurdum, babamdan kaçtım, annemin yüzüne bakamadım. Neredeyse bir yıl boyunca bu korkunç bilgi ile ne yapacağımı bilemez halde yaşadım. En sonunda babamla yüzleşmeye karar verdim. Babam gerçekleri bildiğimi anlayınca önce şoke oldu, sonra inkar etti, en sonunda da kabul etmek zorunda kaldı. Saçma sapan bir şey olduğunu, bunu ben gördüğüm için çok üzüldüğünü söyledi. İlişkisinin bitip bitmediğini sordum, “Bittiyse iyi, bitmediyse hemen son ver yoksa anneme anlatacağım daha fazla içimde tutamıyorum” dedim. Bana bittiğini söyledi, inanmam için yeminler etti, anneme söylememem için ise tam anlamıyla yalvardı.

Babamla yüzleşince biraz olsun rahatlarım sanmıştım ama hiç öyle olmadı. Hâlâ öfke ve suçluluk duyuyordum. Annemden bunu saklamanın çok büyük haksızlık olduğunu düşünüyordum ama maalesef bu söylemesi hiç de kolay bir şey değildi. Birkaç ay sonra babamın telefonunda yine aynı kadınla mesajlarını gördüm. O an anladım ki babam annemi aldattığı gibi beni de yalanlarıyla kandırmıştı.

Kararımı verdim, annemle konuştum. Çok ağladı, inanmak istemedi. Babamla kavgalar etti ve gün sonunda ne oldu biliyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

Cenaze evlerindeki yemek ikramı abartılıyor mu yoksa normal mi?

17 Ekim 2023
Son zamanlarda cenaze evlerindeki yemek ikramı, misafir ağırlama konusu çok tartışılıyor. Kimisi taziye ziyaretlerinin amacını aştığını söylüyor kimisi ise böyle günlerde kalabalığın ve ikramların normal olduğunu savunuyor. Peki doğrusu hangisi? Cenaze evlerinde nasıl davranılmalı? İnsanların acılarını paylaşmak isterken onlara daha fazla zarar veriliyor olabilir mi?

Kültürümüzde biri vefat ettiğinde eş dost akraba destek olmak için cenaze evine gelir. Özellikle yakından gelen komşular, arkadaşlar mümkünse gelirken yanlarında yemek de getirir. Bu yemekler hem cenaze sahipleri tarafından yenir hem de eve taziyeye gelenlere ikram edilir. 

Yanı sıra cenaze sahipleri de pilav, pide, lahmacun, börek, helva gibi yiyecekler hazırlatarak dua okunduktan sonra acı günlerinde yanlarında olanlara ikram eder. İkramlar merhumun ölümünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci günlerinde yapılan duaların ardından da devam eder. Bu örf ve adetlerin karşılıklı olarak eksiksiz yerine getirilmesi için çaba sarf edilir.

Peki yaslarını tutamadan, belki daha ölümü bile idrak edemeden “Gelenlere ne ikram edilecek?” diye düşünmek zorunda kalmak, yakınını kaybetmiş acılı insanlara ne hissettirir?

Son yıllarda cenaze evlerinde yaşanan yeme içme telaşına karşı tepkiler artmaya başladı. Pek çok kişi yakınlarını kaybettiklerinde ellerine tutuşturulan çay tepsisinin ya da su kolisinin canlarını nasıl yaktığını yüksek sesle dile getiriyor, hatta bunu direkt aile büyüklerine söyleyerek itiraz ediyor.

Gelin o itirazlardan bazılarını, yaşayanların kendi anlatımlarıyla okuyalım…

BABAMI KAYBETTİM, BENDEN MARKETE GİDİP MEYVE SUYU ALMAMI İSTEDİLERÖznur D. (41)

Babasını kaybedenler iyi bilir ki hayatınız bir daha asla eskisi gibi olmuyor. Hele beklenmeyen, ani bir ölüm ise idrak etmeniz biraz zaman alıyor. Asıl acı ise idrak ettikten sonra başlıyor. Ben de babamı çok ani bir şekilde kalp krizinden kaybettim. Üstelik babam öldüğünde henüz 43 yaşındaydı ben ise 16'ydım. Babamla aramızda çok güzel bir bağ vardı. Yani anlayacağınız henüz babasına doyamamış ergen bir çocuktum. Şimdi ben neredeyse babamın vefat ettiği yaştayım ama bana o zamanlar yaşatılanları asla unutamıyorum.

Babamın ani ölümü annemle beni şoka sokmuştu; nasıl defnettik, neler yaşadık, kim vardı, kim yoktu hiç bilmiyorduk. Öyle bir boşluktaydık ki ikimiz de tam anlamıyla ruh gibi dolaşıyorduk.

Yazının Devamını Oku

Üniversite yıllarında sperm bağışçısı oldu, şimdi 96 çocuğu var!

8 Eylül 2023
Bir sperm donörü olan Dylan Stone-Miller bu yaz 96 çocuğundan bazılarını görmek için yaklaşık 15 bin kilometrelik bir yolculuğa çıktı. Üniversite öğrencisiyken para kazanmak için başladığı sperm bağışçılığında hiç beklemediği bir noktaya ulaşan 32 yaşındaki Dylan, kendini ebeveyn olarak hissettiğini söyledi. İşte Dylan’ın ilginç hikayesi ve uzun soluklu yolculuğuna dair tüm detaylar…

Her şey üç yıl önce, Dylan Stone-Miller’ın biyolojik çocuklarından birinin fotoğrafını görmesiyle başladı. Harper isimli yeni yürümeye başlayan bebek Dylan’ın mavi gözlerine ve kız kardeşinin sarı buklelerine sahipti. Dylan, fotoğrafı gördüğü an gözyaşlarına boğulduğunu ve hiç beklemediği bir yakınlık duygusuna kapıldığını anlattı Wall Street Journal'a...

Harper ile o henüz 3 yaşındayken tanışan ve ardından mümkün olduğunca çok çocukla tanışıp iletişim kurmak istediğine karar veren Dylan, “Harper’ı ilk çocuğum olarak görüyorum” dedi.

Yazılım mühendisi olarak çalıştığı işinden ayrılan ve çocuklarını arama yolcuğunu bu zamana kadar yaptığı birikimleri ile finanse eden Dylan, şimdiye kadar 25 biyolojik çocuğuyla tanıştı ancak "Kaç çocuğum olduğundan asla emin olamayacağım" dedi.

HER ŞEY BİR ARKADAŞININ VERDİĞİ AKILLA BAŞLADI

Peki Dylan Stone-Miller’ın (şimdilik!) 96 çocuğun biyolojik babası olma hikayesi nasıl başladı?

Dylan'ın anne ve babası o 14 yaşındayken boşandı. O ve kendisinden dört yaş küçük kız kardeşi, iki haftanın altısını adli psikolog olan babalarıyla, kalanını ise Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nde sanat tarihi profesörü olan anneleriyle geçiriyorlardı.

Dylan’ın hayatının dönüm noktalarından biri 19 yaşındayken kız arkadaşının kendisine hamile olduğunu söylemesi oldu. Anlattığına göre, başta bebeği doğurmayı planlayan kız arkadaşı, sonradan fikrini değiştirdi. Dylan, bu durumun kendisini çok etkilediğini belirterek, “Baba olmaya zihinsel olarak hazırlanmaya başlamıştım. Dünyaya bir hayat getirmenin neye benzeyebileceğine dair zihnimde düşünceler vardı. Kız arkadaşımın aldığı karar bende kalıcı bir kayıp hissi yarattı” diye konuştu.

Bu olaydan dokuz ay sonra Georgia Eyalet Üniversitesi'nde psikoloji okuyan Dylan, reşit olmadan içki içtiği için tutuklandı. (ABD'de yasal içki kullanma yaş sınırı 21'dir.) Ailesi ona bir avukat tutması gerektiğini söyledi. Bunun için de para lazımdı. Bir arkadaşı Dylan'a sperm bankasına yaptığı bağışlarla kazandığı paradan bahsetti. Henüz üniversite öğrencisiyken bağış başına 100 dolar alarak sperm donörü olan Dylan, geriye dönüp baktığında onu altı yıl boyunca bu işte tutan şeyin paradan çok daha fazlası olduğunu söyledi.

Yazının Devamını Oku