Paris’in yanı başı, binbir hayal bahçesi...
İstanbul, Tokyo, Berlin gibi şehirlerle karşılaştırıldığında bir avuca sığan bir büyük şehirdir Paris ve Parisliler için hayat bu küçücük alanda döner. Öyle ki Paris’ten birkaç km uzaklaştıklarında kendilerini çok uzaklara gitmiş gibi hisseder, gördükleri her şeyden neredeyse bir yabancı turist kadar etkilenirler. Fransız dilinde ‘banliyö’ olarak anılan, ‘büyük bir şehrin yanı başındaki yeni ya da eski yerleşim yeri’ şeklinde tanımlanabilecek bu minik şehirlerden birinde, Malakoff’da gittiğimiz ressam evi ve bahçesi, sadece Parisli gazeteci arkadaşlarım için değil, benim için de bir sürprizdi! Ve bir kez daha, “Paris’in yakın çevresinde de keşfedecek ne çok yer var” dedirtti.
Biliyordum, Malakoff tıpkı Paris’in Belleville mahallesi gibi, sanatçı evi ve atölyeleriyle ünlüydü ama bugüne kadar hiçbirine girmek kısmet olmamıştı. Üyesi olduğum Fransız gazeteci derneğinin düzenlediği gezi sayesinde rengârenk bir dünyanın ve merak gıdıklayıcı eserlerin içinde buluverdik kendimizi.
Mayıs güneşinin sıcacık ısıttığı bir bahçe... O bahçede rüyaların ve hayalgücünün el ele tutuştuğu, çoğu gerçeküstü figürlerden oluşan bir dünya. 30 yıl önce tamamen otodidakt, Türkçe’deki en yakın karşılığıyla ‘alaylı’ yetişmiş bir sanatçı: Jean-Michel Chesne. Başlangıçta tarım eğitimi alan, ancak bu alanda hiç çalışmayan Chesne’nin 1992’de, Postacı Cheval’in İdeal Sarayı’nı ziyareti (Palais Ideal du Facteur Cheval) gerçek bir sanatsal şok olmuş. Fransa’da kırsal kesimde postacı olarak çalışırken bostanında 1879’da başlayıp 1912’de bitireceği bir rüyalar sarayına imza atan Cheval’in eseri Chesne’yi büyülemiş. 1969’da resmi olarak ‘tarihi anıt’ unvanı alan eserle Chesne, Cheval’in esin kaynağı kartpostallardan etkilenip, eski kartpostal koleksiyonuna başlamış. Bu koleksiyon sayesinde önünde bambaşka dünyalar açılmış. Porselen tabak kırıklarıyla kaplı ve bugün müze olarak gezilen ‘Picassiette’ başta olmak üzere Fransa’daki örnekleri keşfedip gezmiş.
Çevreye ve bahçelere, özellikle de açıkhavada yapılan sanat üretimine ilgi duyan Chesne sonunda, 1997’de bir kule yapmaya karar vermiş. “Ortaya ne çıkacağını ben de bilmiyordum ama inanılmaz bir mozaik yapma arzum vardı. Mağaranın en üstündeki çanla başladım, evimin bodrum katındaki fırında kuleyi pişirdim. Bu parçalar zamanla birikti ve 1998’de bir kroki yapıp, iki yıl boyunca bu mağarayı inşa ettim. Tamamen reçineyle çalıştım, hiç çimento kullanmadım.” Bu bin bir ayrıntıdan oluşan ve henüz bitmeyen ‘Mağara’nın Gaudi esinlenmesi olup olmadığı sorusuna, “Hayır” diyor sanatçı. “Eserin yumuşak hatları herkese bunu düşündürüyor ama benim esin kaynağım Postacı Cheval’in İdeal Sarayı oldu.” Bu çok etkilendiği sarayın resmi bir yayınında bugün Chesne’nin evi de görülmesi gereken sanat mekanlarından biri olarak yer alıyor.
Peki kullandığı tabak çanak, ayna kırıklarını, deniz kabuklarını, takıları, renkli camları vs nereden buluyor Chesne? “Kırık tabakları toplayıp satan yerler var. Deniz kabuklarını ise kendim topluyorum. Gördüğünüz figürlerin bazıları benim, mesela küçük kafaları kışın yaptım. Bazısı ise turistik eşya satıcılarından gelme.” Chesne’nin bahçesinde sadece ‘Mağara’ yok. Aynı zamanda duvarları ve bahçe girişindeki yerleri kaplayan, çoğu hayali hayvan desenlerinden oluşan mozaikler ya da bahçenin çeşitli noktalarında sergilediği tek kişilik karakterler de hep onun elinden çıkma. “Bahçedeki tüm duvarların bize ait olduğunu sanıyordum, meğer şu duvar Citroen garajına aitmiş. İki sezon boyunca beni merdiven tepesinde gören usta bir gün dayanamayıp pencereden ne yaptığımı sordu. Görmesi için bahçeye davet ettim, çok beğendi” diyor gülerek.
Jean-Michel Chesne’nin sanatsal çalışması evi ve üzerinde bulunduğu sokağı kentsel dönüşüm yıkımından kurtarmış. “2015 sonu 2016 başında Malakoff belediyesi yol genişletme kararı aldı. Bu evde altı daireyiz, hemen hukuken harekete geçtik. Bense bir şikayet dilekçesi hazırlayıp ‘art brut’e ilişkin bütün kurumlara gönderdim. Başta Postacı Cheval Sarayı ve Şikago Sanat Enstitüsü olmak üzere çok sayıda kurum ve kişi büyük destek verdi. Bunun üzerine belediye, kararını geri çekmek zorunda kaldı.”
Chesne’nin, randevu üzerine sanatseverlere açtığı bahçesindeki karaktarlerin esin kaynağını sorduğumuzda şöyle yanıtlıyor: “Bu sanat alanında gördüğüm, ilgi duyduğum her şey beni etkiliyor. Bütün yıl sergileri görmeye gidiyorum. Art brut’un ‘babaları’ndan hayatta olanları ziyaret ediyorum. Tabii hayalgücüm ve teknikteki ustalık da yaptığım eserleri yönlendiriyor muhakkak.”
Kişisel sergilerin yanı sıra kolektif sergilere de katılan, uluslararası festivallerde yer alan Chesne, Paris galerilerinin ‘alaylı’ sanatçıları küçümsediğinden söz ediyor. “Bizimle yeni yeni ilgilenmeye başlayan galeriler var artık. Ama zorlanıyorlar çünkü yirmi yıldır kendi kural ve metodlarımızı geliştirdik; istedikleri gibi müdahale edemiyorlar bize.”
Yaptığı eserleri ‘outsider’ kategorisine sokan sanatçı resimlerini ise evinde sergiliyor. İlgi çekici eserlerinden biri de ‘mektup sanatı’ (mail art) kategorisine girenler.. Sadece posta yoluyla haberleştikleri beş sanatçıdan oluşan yazışma grubunun eserleri bunlar. Üzerinde çalıştıkları desenlerle her biri bir sanat eserine dönüşen zarflardan birini gösterip, “Ev adresimizi versek, bize de böyle bir zarf hazırlayıp gönderir misiniz?” diye soruyorum. Gülüyor: “Tabii, ama şartım karşımdakinin de bana sanat eserine dönüştürdüğü bir zarf hazırlaması!” En iyisi biz boyumuzdan büyük işlere kalkışmayalım ve başta Jean-Michel Chesne olmak üzere tüm sanatçıların sanat çabasına ve eserlerine hep hayranlıkla bakalım.