Anadolu'da gizli kalmış Musevi kültürünün hikayesi!
Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’yla iç içe olan 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Türk Musevilerinin kültürü, Osmanlı-Türk kültürleriyle etkileşimi ve toplumumuza katkıları hakkında çok değerli bilgiler veriyor. İşte 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nin buram buram tarih kokan hikayesi...
Musevilerin Anadolu’da ne kadar süredir yaşadıkları kesin olarak bilinmemekle birlikte, arkeolojik kalıntılardan MÖ 4. yüzyıldan beri burada oldukları saptanabiliyor. Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Türk Beylikleri ve Osmanlı Devleti’nde genellikle huzur ve barış içinde yaşayan Musevilerin tarih boyunca Türklerle iyi ilişkileri olmuş. Bugün Türkiye’de yaşayan Musevilerin büyük bölümünü oluşturan Sefarad Musevilerinin bu topraklara gelişi ise 1492 yılına dayanıyor. Kral Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın sürgün fermanından ve İspanyol Engizisyonu'ndan kaçan İspanyol Yahudileri, Sultan II. Bayezid’ın daveti üzerine Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmiş. Bu dönemde göç eden Yahudilerin sayısının yaklaşık 120 bin olduğu biliniyor. II Bayezid, Kral Ferdinand için “Siz bu hükümdara nasıl akıllı diyorsunuz ki, kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benimkini zenginleştiriyor.” demiş. Gerçekten de dediği gibi olmuş.
Enginar, boyoz, marzipan ve pandispanyayı, ipek böcekçiliğini, bakır işçiliğini ve dericiliği getirmişler. Ayrıca Osmanlı’ya ilk baskı makinelerini getiren ve 1493’te ilk matbaayı kuranlar da Sefarad Yahudileriymiş... Osmanlı’da İbrahim Müteferrika’nın ilk Türkçe kitabı bastığı tarih ise 1729. Museviler, Avrupa ülkelerinde sefir olarak hizmet etmişler. Topkapı Sarayı’nda sultanın ve ailesinin doktoru olmuşlar.
Müzede, Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri Nazilerden kurtaran Türk diplomatlar ve yine bu dönemde Almanya ve Avusturya’dan kaçıp Atatürk’ün teşvikiyle İstanbul ve Ankara’daki üniversitelere gelerek Türk öğrencilerin eğitimine değerli katkılar sunan bilim adamlarıyla ilgili önemli bilgiler veriliyor.
Ülkemizdeki Musevilerin sayısında özellikle 20. yüzyıl boyunca ciddi bir azalma yaşanmış ve bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Edirne’deki Büyük Sinagog’un öyküsünde görülebiliyor. Ülkemizin en büyük sinagogu olan Büyük Sinagog, 20. yüzyılın başında inşa edilmiş. O zamanlar Edirne’de yaklaşık 22 bin kişilik bir Yahudi cemaati varmış. Bu değerli yapı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 2015’te tekrar açılmış.
Fotoğraf: İzzet Keribar
Müzede, Türk Musevilerinin Osmanlı’dan günümüze düğün gelenekleri ve sosyal yaşamı hakkında bilgiler, fotoğraflar ve sergilemeler var. Burada yaşayanlar, Türk kültüründen etkilenmişler ve dünyanın diğer yerlerinde yaşayan Musevilerde bulunmayan, sadece bu topraklarda yaşayan Musevilere özgü gelenekleri oluşmuş. Örneğin, Osmanlı’da Musevi aileler de Müslümanlar gibi düğün öncesi kına gecesi düzenlermiş. Aynı özellik, gelin ve damat kıyafetlerinde de görülebiliyor. Damadın fes takması buna bir örnek…
Kültürler arası etkileşimin izlerini, Sefarad Musevilerinin dili olan Judeo-Espanyol (Ladino) dilinde de görebiliyoruz. Yazar Mario Levi, Yahudi Kültürü Avrupa Günü’ndeki söyleşisinde, “Şimdi size Ladino bir cümle söyleyeceğim ve hepiniz anlayacaksınız” dedi. Cümlesinde vapur ve rıhtım kelimeleri geçiyordu ve gerçekten de anladık. Ladino dili, 500 yıl öncesinin İspanyolcasının yüzyıllar içinde Türkçeden ve bu topraklarda konuşulan Rumca, Fransızca, İtalyanca ve hatta Portekizce gibi diğer dillerden etkilenmesi ve doğal bir şekilde evrilmesiyle oluşmuş, bugünlere kadar gelmiş. Ancak maalesef günümüzde unutulma tehlikesiyle karşı karşıya…
Müzenin ziyaretçilerden sorumlu görevlisi, kendisi de bir Sefarad Musevisi olan Roberto Sadacca, “Bu müzenin amacı, Türkiyeli Musevileri, Türk ve dünya toplumuna tanıtmak... Türk ziyaretçilerimizden "Ne kadar benziyoruz" tepkisini duyuyorum. Zaten biraz da amacımız bu. Sonuçta benzeşiyoruz ve benzeştiğimizi göstermek çok önemli. Bu büyük ülkenin içinde çok az sayıda Musevi var. Biraz da kendilerini çok göstermediklerinden birçok Türk hayatında hiç Musevi görmemiş. Bizim tanıtımımızın sonucunda bizimle ilgili daha çok şey bilip bizi daha çok sevebilirler diye ümit ediyoruz. En çok istediğimiz şey, buradan Türk Musevileri hakkında olumlu duygularla ayrılmaları” diyor.
Fotoğraf: İzzet Keribar
Bence çabaları işe yarıyor. Müzeye her gidişimde çevremde “Ne kadar benziyoruz” sözlerini duydum. Zaten benzemememiz mümkün mü ki? Yüzyıllardır aynı topraklarda yaşıyor, aynı memleketi paylaşıyoruz. Bunu en çok hissettiğim anlardan biri de, 27 Kasım Yahudi Kültürü Avrupa Günü’nde hepimizin bildiği ve birleştirici bir özelliği olan 'Bir başkadır benim memleketim' şarkısını duyduğum an oldu. Bu şarkının bir Yahudi halk şarkısı olduğunu biliyor muydunuz?
Yüzyıllar boyu bir arada aynı topraklarda yaşayan insanların kültürleri öyle iç içe geçmiş ve birlikte evrilmiş ki, birbirinden ayırabilmek ne mümkün. Hele hele düşmanlıkları anlayabilmek imkansız oluyor böyle anlarda... İnsanlar arasında hep böyle tanışıklık, sevgi ve barış olması dileğiyle...
Gerçekten de bir başkadır bizim memleketimiz. Bugün gurur duyduğumuz, sevdiğimiz her ne varsa hepsi çeşitli kültürlere sahip insanların katkılarıyla şekillenerek bugünkü hallerini almış. Güzelliğimizi buna borçluyuz, unutmayalım! Geçmişte yaşanan olumsuz tecrübeleri geride bırakarak ve olumluların üstüne yeni katmanlar inşa ederek şimdi kaynaşmak ve barış içinde yaşayarak, bu topraklardaki farklı kültürleri yüceltmek bizim elimizde. Bunu hissetmek için herkes bu müzeye gelmeli. Burası hepimizin memleketi…