Paylaş
Fenerbahçe yöneticisi Abdullah Kiğılı’nın “Galatasaray, stadımıza şampiyon olarak gelirse alkışlarız” açıklaması, memleket futbolunun ahvali için hâlâ umudu olanların dışında tepkiyle karşılandı.
Tıpkı bir zamanlar Özhan Canaydın’ın, Aziz Yıldırım’ı tebrik etmek için uzattığı elden sonra yaşananlar gibi, her iki taraf da meseleyi taşıyabilecekleri en uç noktalara kadar taşıdı. Oyunun dışı yine fena halde karıştı, her kafadan bir ses çıktı, kazananı tebrik etmek, alkışlamak dünyanın en zor, en uzak, en mühim hadisesine dönüştü.
Oysa oyunun içine bakıldığında görülen fotoğraf çok farklı.
Benfica- Fenerbahçe maçı örneğin, oyunun içine dair çok kıymetli birkaç fotoğraf kazıdı hafızalarımıza.
Maçın başında Salih’i, saçlarını karıştırarak seven Benficalı oyuncuları gördük. Futbolcular seremoni sırasında birbirlerinin elini sıktılar, aralarındaki yetenekli ve bir o kadar sevimli çocuğu başını okşayarak selamladılar.
Gökhan Gönül’ün sakatlandığı anda Fenerbahçeli oyuncuların endişesiyle Benficalı oyuncuların endişesini ayırmak imkânsızdı, yüzlerinden okuduk. Biraz evvel aynı oyunun parçası oldukları rakip takımın oyuncusu sakatlanmıştı, onun sağlığı için “o, bu” demeden kaygı duydular.
Oyunun durakladığı bir anda Baroni, Benficalı bir oyuncunun şişesinden su içti,
“Gideyim de kendi suyumdan içeyim” demedi. Mesele bu kadar basitti; susamışlardı, birlikte su içtiler.
Aslında denklem de gayet basit, çok uç örnekler dışında; sporun doğası, genetiğiyle oynanmış bile olsa düşmanlığı reddediyor, düşmanlık kültürü oyunun içinde yok, oyunun dışından pompalanıyor.
Mesele basit, kazandılar alkışladık
Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki alkış krizinde en çok öne sürülen argümanlardan biri de “Geleneğimizde yok” cümlesi oldu. Reddedilmesi gereken bir araba dolusu töre varken reddede reddede kazananı alkışlamayı mı reddedeceğiz?�
Kaldı ki var geleneğimizde. Bu memleketin tarihi, yaratılan düşmanlar ile düşmanlığı reddedenlerin yan yana durma çabasının özetidir neredeyse.
Bu memlekette birileri Alevi-Sünni çatışmasını ileri sürerek Maraş katliamını örgütlerken, Alevilere Sünniler siper olur. Kimileri 6-7 Eylül vahşetini yaratırken, kimileri kaçan Rumlar’ı evinde saklar. Birileri Van’da deprem olduğunda “Oh olsun” dediğinde birileri evinin erzakını kolileyip gönderir. Birileri kanla beslenirken birileri barış ister. Çok uzağa gitmeye de gerek yok, birileri komada olan 17 yaşındaki bir genç kız için dua eder, birileri “militan” der.
Ayrıca gelenek icat etmek konusundaki tarihi potansiyelimizi düşününce, kazanan bir takımı alkışlama geleneği yaratmak memleketin en büyük hadisesi olmasa gerek. Gelenek dediğin, çok niyetli olunduğunda “I. Geleneksel” diye başlayıverir.
Mesele gelenekse, Fenerbahçe’nin başında, kazananı da kaybedeni de tebrik etmeyi çok iyi bilen bir teknik direktör var. Aykut Hoca’nın geleneğinde 1996 yılındaki meşhur Trabzonspor galibiyetinin ardından kurduğu o müthiş cümle duruyor: “Koca bir sezon uğraşıyorsunuz, emekler tek maçla heba oluyor. Galibiyetimize seviniyorum ama Trabzonsporlu arkadaşlarım için üzülüyorum!”
Birilerinin futbola dair hâlâ umudu var. O umudun sahipleri, Fenerbahçe taraftarı olasılıkla Kadıköy’e şampiyon olarak gelecek olan Galatasaray’ı alkışlasın diyor. Galatasaraylı oyuncular dönsün Fenerbahçe taraftarını alkışlasın. Galatasaraylılar “Biz kazandık ama nefesinizi ensemizde hissettik” desinler. Kaybeden kazananı tebrik etsin, kazanan kaybedeni teselli etsin. Birbirlerini alkışlasınlar, kimsenin eline yapışmaz. Mademki büyüksünüz, büyüklük sizde kalsın.
Tarih dediğin kanlı savaş geleneklerini yazar. Ama savaşın vahşetini en iyi, mermilerin durduğu zamanlarda birbirlerinin siperlerine yiyecek atan “düşman” askerlerinin hikâyesi anlatır.
Yazarın son yazıları |
#30 Nisan 2013 Gizli spor emekçileri Bayramınız kutlu olsun!
#27 Nisan 2013 İkili delilik
#23 Nisan 2013 Renkler ayrı dertler aynı
#20 Nisan 2013 2013 Git evinde oyna!
#16 Nisan 2013 Hakkı,Metin,Lefter! O güzel günler burada biter!
# 13 Nisan 2013 Benzemez kimse sana
Paylaş