Güncelleme Tarihi:
SAKARYA (AA) - Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İletişim Fakültesince TÜBİTAK ve Adapazarı Belediye işbirliğiyle bu yıl dördüncüsü düzenlenen "Uluslararası İletişim Bilimleri Sempozyumu" başladı.
"İletişim Bilimleri Bağlamında Göç ve Göç Politikaları" temasıyla SAÜ Turgut Özal Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen sempozyumda 2 gün boyunca göçün ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel ve diğer boyutları ele alınacak.
Açılışta konuşan Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Mustafa Aslan, 4 yıl önce TÜBİTAK projesiyle Türkiye'deki iletişim akademisyenlerinin buluşma noktası olması amacıyla sempozyum kurguladıklarını söyledi.
İlk sempozyumu merhum yazar Alev Alatlı'nın konuşmasıyla başlattıklarını aktaran Aslan, önceki sempozyuma katılanlar ve ele aldıkları konulara ilişkin bilgi verdi.
Aslan, geçen yıl açılış konuşmasını Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un gerçekleştirdiğini belirterek, "Bu sene ise sempozyumumuza gelen ve bizleri onurlandıran Anadolu Ajansı Genel Müdürümüz Serdar Karagöz beye huzurlarınızda teşekkür ediyorum." dedi.
Aslan, sempozyumda iki gün boyunca 114 akademisyen tarafından 17 farklı oturumda 79 bildirinin sunulacağını aktararak, sempozyumda yapılacak sunumlardan bahsetti.
- "İletişim, bilimde olmazsa olmaz bir alan"
SAÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, sempozyumdaki asıl amaçlarının, iletişim alanında söyleyecek sözü olan akademisyenleri bir araya getirmek olduğunu kaydetti.
Sempozyumun artık gelenekselleştiğini dile getiren Adıgüzel, "Her yıl yüzlerce iletişim alanında sözü olan, söz söyleyen, araştırma yapan, bilimsel eser ortaya koyan akademisyenleri, bu kürsüde, Sakarya Üniversitesinde buluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz." dedi.
Adıgüzel, iletişimin herhangi bir alan olmadığına işaret ederek, "İletişim, bilimde olmazsa olmaz bir alan. İletişim olmadan, ben şu bilimi yapabileceğim diyen kimsenin olması mümkün değil. İster fen bilimleri, ister sağlık bilimleri olsun. İletişim olmazsa bunların hiçbiri yapılamaz." ifadelerini kullandı.
İletişim araştırmacılarının da daha iyi bir iletişimin yöntemlerini geliştirdiğini anlatan Adıgüzel, "İletişim uzmanları, iletişim araştırmacıları dünyaya sıradan insanların baktığı gibi bakmazlar. Onlar nasıl gazeteciler, haberciler, ajanslar gördükleri olayları kayıt altına alıyor ve dünyaya bir kanıt olarak sunmak üzere arşivliyorlarsa arşiv niteliği taşıyacak eserler bırakıyorlarsa işte iletişim bilimciler de bu ajansların, haber ajanslarının, gazetelerin, televizyonların yaptığı bu haberleri nasıl algılandığını, nasıl okunduğunu, ortaya koyacak araştırmalar yapıyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
Adıgüzel, geçen yıl sempozyumun temasının "dezenformasyon" olduğunu hatırlatarak, "Dezenformasyonda da en güçlü araç, 'silahsız kuvvetler' diyebileceğimiz medyaydı. Dünyada olup bitenleri, medya olduğundan farklı göstermek gibi bir güce sahip. Amacımız, bu dezenformatif perdeleri ortadan kaldırmak, gerçeği, hakikati gösterebilecek bir bilimsel çalışmalar yapmak ve gerçeği ortaya koymak." diye konuştu.
Sempozyumun temasına değinen Adıgüzel, son 12 yıldır Birleşmiş Milletler rakamlarına göre sürekli artan ve zorla yerinden edilen milyonlarca insanın bulunduğunu belirtti.
Adıgüzel, son verilerin bu rakamın 120 milyonu aştığını gösterdiğini aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Maalesef birçok ülkede bu zorla yerinden edinmenin, göçün en masum tarafı olan göçmenler hedef tahtasına oturtuluyor. Halbuki olması gereken göçe neden olan sebepleri ortaya koymak ve göçe neden olan kurumları, kişileri, devletleri yargılamak. Kişileri yargılamak değil, göçmenleri yargılamak değil. Şu anda hemen yanı başımızda bir İsrail terörü yaşanıyor, 1 yıldan daha uzun süredir Filistinlilere büyük bir zulüm, sürgün, tecrit, yerinden edinmişlik insanlık dışı bir şey yaşatılıyor. İnsanlar yerinden edildiğinde, komşu ülkeye sığındığında, başka bir yere gittiğinde hedef tahtasına oturtulan o göçmen, o mülteci, o sığınmacı oluyor."
İletişimcilerin, akademisyenlerin herhangi bir insan gibi hayata bakamayacağının altını çizen Adıgüzel, "Halkın, vatandaşın sıradan insanların duygusal tepkileri olabilir. Biz daha cesur bakmak ve kuklayı değil, kuklacıyı görmek durumundayız. Mazlum insanları suçlamak yerine o insanların yerinden, yurdundan çıkaran gerçek hedefi görmek ve göstermek zorundayız. İşimiz biraz bu olması gerekiyor." şeklinde konuştu.