IHA
Oluşturulma Tarihi: Aralık 10, 2015 09:16
MŞÜ'DE 'AVRUPA MERKEZLİ MODERNİTENİN OLUŞUMU, BATILI MODERN SOSYAL TEORİDE ÖTEKİLİ' KONULU KONFERANS DÜZENLENDİ
Muş Alparslan Üniversitesi’nde (MŞÜ), ’Avrupa Merkezli Modernitenin Oluşumu, Batılı Modern Sosyal Teoride Ötekili’ konulu konferans düzenlendi.
Prof. Dr. Sabahattin Zaim Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Lütfi Sunar, bir bakıma hepimizin moderniteye yaklaşımlı olmadığını söyledi. Mülteci sorununu örnek gösteren Yrd. Doç. Dr. Lütfi Sunar; "Aslında bir bakıma hepimiz zaman zaman bir takım beklentilerle de moderniteye yaklaşımlı değiliz. Mülteci sorunu olduğunda, Avrupalıların mültecileri kabul etmemesini, Avrupalı moderniteye ihanet olarak görebiliyoruz. Avrupa’da İslam karşıtlığı yükseldiğinde bunun modern olmaya aykırı bir şey olduğu, zihnimizde bir şekilde bulunuyor. Çoğu kez onları kendi ilkelerine uymamakla suçluyoruz. Avrupalıları çoğu kez tutarsızlıkla itham ediyoruz. Büyük büyük teorisyenlerimizin bu hususta Avrupa’ya tutarsızlık eleştirileri yönelttiklerine hepimiz şahit olmuşuzdur. Bugün neredeyse Avrupa içinde pek çok sorun ortaya çıktığında, moderniteyi suçlamak bir gelenek halini almış vaziyettedir" dedi.
Yaşanılanların modernitenin özünde olduğunu dile getiren Sunar; "Halbuki ben bugün size, bu yaşananların asli olduğunu, beklenmeyen bir durum değil, aksine modernitenin özünde var olan bir hadise olduğunu ve modernitenin kendi varlığını zaten tam da ötekinin varlığı üzerine inşa etmiş olduğunu, dilim döndüğünce anlatmaya çabalayacağım" ifadelerini kullandı.
"Modernite dediğimizde esasında, biz çoğu kez evrensel zamanı aşan, cihanşümul bir hadiseden bahsediyor gibi bahsederiz" diyen Sunar, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Okuduğumuz pek çok kitapta, dünya tarihindeki gelişmeler ana kronik bir şekilde, sanki moderniteyi ortaya çıkartmak üzere şekillenmiş hadiselermiş gibi anlatılır. Sanki bütün dünya tarihinin amacı moderniyeti ortaya çıkartmakmış gibi kurgulanır. Bir felsefe tarihini okursunuz. Bir dünya tarihi okursunuz, oradaki bütün gelişmeler moderniteyi ortaya çıkartmak üzere ortaya çıkmış, amaçlı, başlangıçtan itibaren amaçlanılmış hadiselermiş gibi sunulur. Dolayısıyla zihnimizde her zaman, biz moderniteyi evrensel, cihanşümul, zamanı ve zihni aşan bir hadise gibi algılarız. Bize böyle sunulur. Dünya tarihinin maksadı, moderniteyi ortaya çıkartmakmış gibi sunulur ve biz aslında çoğu kez farkına varmadan bunu kabul ederiz."
Modernitenin doğum tarihinin 1789 olduğunu belirten Sunar, "Esasında modernitenin evrensel bir olgu olmadığını kabul etmekle işe başlamak belki de en iyisi. Öncelikle zamansal olarak evrensel bir olgu değildir modernite. Belli bir zamanda ortaya çıkmış olan bir toplum biçimini, bir uygarlığı, bir yaşayış biçimini ifade eder. Üzerinde çok tartışılsa da bazen erken modern çağ denilerek 1500’lere, hatta 1200’lere kadar geri getirilse de hiç şüphesiz bunun üzerinde uzlaşılan en önemli zaman Fransız ihtilalıdır. Ancak biz Fransız ihtilalından sonraki ortaya çıkmış toplum biçimlerini, Fransız ihtilalından sonra oluşmuş olan siyaseti, devleti modern olarak adlandırabiliriz. Eğer bir doğum tarihi arayacaksak modernitenin kafa kağıdına doğum tarihi olarak 1789 olarak yazabiliriz" diye konuştu.
Dünya tarihindeki gelişmelerin, büyük oluşumların bir günde oluşmadığını dile getiren Sunar; "Elbette dünya tarihindeki gelişmeler, büyük oluşumlar bir günde oluşmaz. Mutlaka geriye doğru tarihsel gelişimlerin izlerini sürmek, izleri geriden takip etmek, bu gelişimi, dinamikleri geriye doğru bulmak mümkündür. 1789’u biraz daha genişletecek olursak, 1600’lerin sonundan itibaren, 1700’ler boyunca modernitenin Avrupa’da oluşmuş olduğunu söyleyebiliriz. Tanımın bu son kısmında aslında moderniteye zamansal olanın ötesinde mekansal olarak da bir kısıt getirmiş olduk. Modernitenin bir mekanı da vardır. Modernitenin mekanı Batı Avrupa’dır ve bu Batı Avrupa’nın uzantısı olan Kuzey Amerika’da modernitenin yine öz coğrafyasına dahil edilebilir. Yani öncelikle karşımızda evrensel bir yaşam biçimi, evrense bir toplum biçiminin bulunmadığını kabul etmekle işe başlayabiliriz. Bu çok zor bir hadise. Çünkü, elimizdeki bütün tarihsel veriler, bilimlerin, düşüncenin, siyasetin tarihi modernitenin dünya tarihinin nihai amacı olduğu fikrinden hareketle yazılmış durumdadır. Bu yazım biçimine, biz teoride Avrupa merkezcilik adını veriyoruz. Avrupa’nın, her şeyin merkezine alındığı, Avrupa’nın, her şeyin nihayetine konulduğu ve bir geçerlilik ölçütü olarak kabul edildiği teorik yaklaşım, Avrupa merkezcilik olarak adlandırılabilir" şeklinde konuştu.