Güncelleme Tarihi:
KALIN: 15 TEMMUZ TARİHİMİZİN EN GURUR DUYACAĞI SAHNELERDEN BİR TANESİ
Kartepe Zirvesi'nin açılışında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, '15 Temmuz: Darbe, Demokrasi ve Uluslararası Sistem' konulu konuşma yaptı. İbrahim Kalın konuşmasının başında şunları söyledi:
"Bir itirazımı söylemeden edemeyeceğim 'Türkiye'nin Davos'u kelimesini lügatınızdan çıkarın. Neden Davos'un reklamını yapıyoruz? Kartepe Zirvesi kendi yolunu bulsun başka bir şey olsun, yarın bir gün 5 yıl sonra 10 yıl sonra İngiltere'dekiler, 'İngiltere'nin Kartepe'sini yapıyoruz', Fransa'dakiler desinler ki; 'Fransa'nın Kartepe'sini yapıyoruz' desinler. Bu sadece kendimize özgüven aşılama meselesi değil, biz hala dünyaya çok Avrupa merkezli bir perspektiften bakıyoruz. Siyaseti, tarihi, sanatı, ekonomiyi, uluslararası ilişkiyi okurken analiz ederken Avrupa Birliği perspektifinden bakıyoruz. Bunun etkisinden kurtulabilmiş değiliz. Çünkü darbe meselesi darbeye dünya sisteminin verdiği tepki bu Avrupa merkezli bakış açısıyla çok yakından etkilidir. Önümüzdeki yıllarda da bu konu gündemimizde olmaya devam edecektir. Gelenekle ilgili bir şeyler söylememe müsaade edin. Geleneği inşa etmek emek ister, sabır ister, metanet ister, hikmet ister, gayret ister. Çünkü gelenek henüz söylenmemiş olanı söyleme yeteneğini muhafaza edebilmektir. Gelenek henüz söylenmemiş olanı bulup çıkarmak, onu söylemek geleneği canlı tutan taze tutan en önemli unsurdur."
Anadolu coğrafyasında birçok darbe görüldüğünü söyleyen Kalın, "Bunların arasında 15 Temmuz darbe girişiminin çok ayrı bir yeri var. Neden? Sadece millet bu darbeyi durdurduğu için değil, bu bizim milletimizin, tarihimizin en gurur duyacağı sahnelerden bir tanesi. 15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının tümünün ayağa kalktığı bir geceydi. Millet şuurunu yeniden idrak ettiği, keşfettiği bir geceydi. O gece 'Ben millet iradesinin üstünde, halkın gücünün üstünde bir güç tanımadım' diyen bir liderimiz vardı. Onun sevk-i idaresinde hamd olsun bu darbe alaşağı edildi" dedi. "Fakat buranda çıkartmamız gereken dersler büyük önem arz ediyor" diyen Kalın, şöyle devam etti:
"Öncelikle milletimizin, demokrasiye, özgürlüğe, bağımsızlığına böylesine sahip çıkması sadece o gece yapılan bir çağrı ile ilgili değildi. Bunun arkasında 15 yıllık Türkiye'nin yaşadığı dönüşüm sürecinin çok önemli halkalarından biriydi. Özellikle sayın cumhurbaşkanımızın, onun makamının bizim övgümüze ihtiyacı yok. Ben o kanaatteyim. Ama bir hakkın teslimi olarak şunu söylemek istiyorum; 15 yıllık liderliği boyunca başbakan ve cumhurbaşkanı olarak bu millete aşıladığı özgüven olmasaydı 'Dik duracağız', 'Bu milletin boynunu eğdirmeyeceğiz' demesi olmasaydı, yüzbinlerce insan 1,5-2 dakikada sokaklara dökülmez, ölümü göze alarak tankların, topların, helikopterlerin önüne çıkmazdı. Memleketin yüzüncü yılına geldiğimizde önümüzdeki yüz yılın da hesabını yapmak zorundayız. Eğer bu bahsettiğimiz özgüven yoksa bırakın 100 yılı, önümüzdeki 5 yılı bile ön görmemiz planlanmazı mümkün değil. Bu aynı zamanda gönül ve tecrübe işi. Dünyada dönüp duran planları, oyunları hepimiz az çok görüyoruz, biliyoruz. Ama cumhurbaşkanımızın liderliği temelinde gerçekleştirdiği en önemli devrim, devlet ve milleti birbirine kaynaştırması, aradaki mesafeyi ortadan kaldırması oldu. Devleti güçlendirirken, milleti ayağa kaldıran ve o güçlü devleti milleti hizmetine veren bir siyasi liderlikten bahsediyoruz. Devlet deyince soğuk, mesafeli, tepeden bakan devlet durumundan, bugün artık millete hizmet için gece gündüz çalışan, bunun idrakında olan bir devlet var."
'ÇİFTE STANDART VAR'
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, batılı ülkelerin kendi ulusal güvenliklerini sağlamak, kamu düzenini kurmak için önlem aldıklarında bunu devletin doğal görevi olarak gördüğünü, Türkiye'de aynı kanunlar çıkarıldığında insan hakları meselesi haline geldiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
"15 Temmuz darbe gecesi, demokrasinin beşiği olduğunu söyleyen batılı ülkeler, darbenin sonuçlarına göre bir tavır alacaklarını ilk saatlerde açıkça belli ettiler. Açıkça isim vermeye gerek yok. Aslında Mısır darbesine doğrudan ve dolaylı destek verenler, 15 Temmuz darbesi de başarılı olsaydı destekleyeceklerdi. 2007'de, Filistin topraklarındaki seçimden sonra yaşanılanları destekleyenler, Hamas seçimleri kazanınca 'Bu büyük bir risktir, tehlikedir. Bizim eski statüye dönmemiz gerek' diyenler 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı yine destekleyeceklerdi. Bunu Libya'ya, Tunus'a başka yerlerle de örneklendirebiliriz. Demek ki bu ülkelerle, demokrasi standartlarıyla ilgili ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Biz değil ama demokrasinin beşiği olduğunu söyleyen batı kanadı. 15 Temmuz'un ertesi günü darbe teşebbüsü püskürtüldükten sonra biz şunu gördük. Batılı devletler darbeyi kınayan açıklamalarda bulundular. Fakat bir hafta on gün sonra kurdukları on cümleden dokuz tanesi darbeden sonra darbecilere karşı alınan tedbirleri eleştirmek üzerine kurulu. Yani 1 cümlede darbeyi kınarken, 9 cümlede, 9 beyanatta bu devletin darbecilere karşı aldığı tedbirlere eleştiri var. 'İnsan hakları elden gidiyor, demokrasi elden gidiyor' diye. Sanki bu darbeyi uzaylılar yaptı. Sanki bu darbenin faali yok. Sanki uçakları kaldıran, onlara bu talimatları veren birileri yok gibi darbecilerin üzerine gidildikçe buralarda haksız, mesnetsiz seslerin yükseldiğini görüyoruz. Ve onlar şu anda demokrasi konusunda ne kadar büyük bir sınavın içerisinde olduğunun ne kadar farkındalar sormak lazım. 250 şehit verdiğimiz, 2 bin 193 gazi verdiğimiz, yüz binlerce insanın sokaklara dökülerek engellediği bir darbeden sonra bu ülkede OHAL ilan edildi diye 'Eyvah demokrasi elden gidiyor' açıklaması yapanlar, Fransa'da iki tane terör saldırısı karşısında OHAL ilan edilmesi karşısında sessiz kaldı. Burada da tekrar bir çifte standart var. Batılı ülkeler kendi ulusal güvenliklerini sağlamak, kamu düzenini kurmak için tedbir aldıklarında bu devletin doğal görevi olarak görülüyor. İngiltere'deki, Almanya'daki kanunlara bakın. Biz aynı kanunları çıkartıp uyguladığımızda teröristlere, darbecilere, cuntacılara karşı tedbir aldığımızda bu bir demokrasi ve insan hakları meselesi haline geliyor. Bunu nasıl izah edeceğiz? Bugün batı için söylüyor, terör eğer kendisini hedef alıyorsa terördür. Ne zamanki terör örgütleri batılı menfaatleri vurmaya başlıyor, hedef alıyorsa o zaman terör acil bir sorun haline geliyor. Ama onlara dokunmuyorsa bu bir terör meselesi olmuyor, ülkenin güvenlik meselesi olmuyor. Somut örneğimiz PKK, somut örneğimiz terör. PKK terör örgütü birkaç istina dışında tarihinde hiçbir zaman batılı ülkelere saldırmamıştır. Avrupa'ya, Amerika'ya saldırmamıştır. FETÖ'nün de bu güne kadar herhangi bir batılı hedefe saldırdığı görülmemiştir."
'DİKTATÖRLÜK SÖYLEMİNİN ASIL AMACI..'
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 'diktatörlük' söyleminin asıl amacının 15 Temmuz darbesine bir meşruiyet hazırlamak olduğunu savunurken demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan terör örgütlerine; DEAŞ, PKK, FETÖ'ye karşı Türkiye'nin yanında hangi ülkelerin bulunduğunu ve kimlerin desteklediğine bakmak gerektiğini söyledi. Kalın, şöyle konuştu:
"Destekten kastımız; maddi destek değil, somut istihbarat desteğinden bahsediyorum. Bunların faaliyet gösterdiği alanlarda üzerlerine gidilmesinden bahsediyoruz. Bugün neden PKK'nın ve FETÖ'nün en fazla hayat alanı bulduğu rahat hareket ettiği yer Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri'dir bunu sorgulamamız gerekiyor. Ama maalesef baktığımız zaman PKK terör örgütü Avrupa'nın pek çok ülkesinde kentinde para topluyor, propaganda yapıyor, eleman devşiriyor ve bunlar birer ölüm makinesi olarak bizim topraklarımıza gönderiyor. Biz bunun itirazlarını bile ettiğimizde Türkiye'nin meşru uluslararası güvenlik konusundaki olaylarda bile otoriter olmakla suçlanıyoruz, diktatör olmakla suçlanıyoruz. Aslında olan biten çok açık, cumhurbaşkanımız batıya bir ayna tutuyor, batı aynada gördüğü suretten rahatsız. O sureti düzeltme gayreti içerisine girmek yerine aynaya kafasını çeviriyor, olay bu kadar basit aslında. Bizim naçizane tavsiyemiz aynayı tutana saldırmak yerine, aynada gördüklerini düzeltmek için gayret etmeleri. Bu konuda biz onlara yardım etmek için hazırız, elimizden gelen gayreti gösteririz birlikte düzeltelim bu vaziyeti. 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte hatırlayın darbe öncesinde bugün de hala konuşulmaya devam ediliyor bir diktatör söylemi tedavüle sokuluyor. Otoriterleşme, diktatörlük vesaire gibi baktığınız zaman nereden çıktı bu, nerelerde dile getirildi, nerelerde derinleştirildi, nerelerde bir hikaye bir söylem haline getirildiğine baktığımızda Türkiye'nin bağımsız ve egemen bir ülke olmasından rahatsız olan ülkeler bu söylemi güçlü ir şekilde tedavüle soktuğunu görüyoruz. Neden diktatörlük söylemi? Geriye doğru bir şöyle bakın 15 Temmuz darbesinden önceki 2-3 yıla bakın. Aslında diktatörlük söyleminin asıl amacı 15 Temmuz darbesine bir meşruiyet hazırlamaktı. Darbe başarılı olsaydı çıkıp diyeceklerdi ki darbeler kötüdür, demokrasi iyidir ama Türkiye'de bir diktatör var onu devirmek için biz bu darbeyi yapmak zorunda kaldık. Diktatörlük söyleminin uluslararası sistem içerisindeki ana işlevi bu. Bugün bile bakın birileri cumhurbaşkanımıza diktatör diyor ise bağlantılarını biraz araştırdığımız zaman hangi amaca uygun olarak bunu söylediğini çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkıyor."
'DÜNYAYA ANLATACAK BİR MUHTEŞEM BİR DEMOKRASİ HİKAYEMİZ VAR'
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye'nin dünyaya anlatacak muhteşem bir demokrasi hikayesi bulunduğunu belirterek, şöyle dedi:
"Temel problem; uluslararası sistemin Türkiye'nin dinamiklerine, Türkiye'nin sosyolojisine, coğrafyasını, siyasetini doğru okuyamaması ve her kritik aşamada ıskalamasıdır. Uluslararası sistemden kastım da bunun içinde ülkeler var, çıkar grupları var, uluslararası şirketler var, medya var, sivil toplum kuruluşları var, bütün bunların oluşturduğu çok farklı, çok yapılı son derece karmaşık basite indirgenmemesi gereken bir sistemden bahsediyoruz. Biz bu sistemi analiz ederken tek bir noktadan bakıp kolaycılığa kaçmak yerine, sistemin karmaşık yapısının her noktasını yeniden analiz etmek gerekir. Çünkü o sistem her gün kendini yeniliyor. Türkiye söz konusu olduğunda karşımıza diktatörlük söylemi darbe destekçiliği olarak çıkıyor. Veya Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığına karşı operasyonlar olarak çıkabiliyor veya Türkiye'nin milli savunma sanayisinde ilerlememesi için bir başka çıkar sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Birçok boyutlarla bunu analiz etmek gerekiyor. Ancak şunu da söyleyeyim burada bize de düşen çok önemli bir rol var, Türkiye'de yaşananlar Türkiye'deki otoriteyi bizim de dünyaya daha doğru bir şekilde göstermemiz gerekiyor. Kendi bahçemizin dışına çıkıp kendi zihin sınırlarımızın dışına çıkıp kendimizi dünyaya tanıtmamız gerekiyor. Biz yüzlerce yıldır bu Anadolu topraklarında dünyaya söyleyecek hikayesi olan bir millet olarak ve bunun sonucu olarak Mezopotamya'dan Balkanlara kadar dünyanın en önde gelen düşünürleri, şairleri, mühendisleri, tüccarları bu coğrafyanın üzerinden geldi. Bizim bu potansiyelimiz yine var. Dünyaya anlatacak bir hikayemiz var. 15 Temmuz da biz bunu gördük, dünyaya anlatacak bir muhteşem bir demokrasi hikayemiz var. Dünyanın ısrarla duymak istemediği tavırlara rağmen bizim bu çabayı göstermemiz, doğru söylemlerle bizim bu hikayeyi anlatmamız gerekiyor."
15 Temmuz'un son 4-5 yıldır yaşananlardan bağımsız ele alınması gerektiğini ifade eden Kalın, "Gezi olaylarından tecrübe ettiğimiz bir şey var, ardından PKK terörünün hortlatılması. Bu girişimler başarısız olunca 15 Temmuz darbesi gündeme sokuldu. Neden çünkü Türkiye artık uluslararası sistemi sorgulayan, bu sistemin adaletli olmadığını söylen bir söyleme, bir pozisyona sahip. Şu andaki küresel sistem bir düzensizlik, bir kaos sistemi üzerinden devam ediyor eşitlik ilkesine riayet etmeden. O yüzden cumhurbaşkanımız her seferinde ısrarla dünya 5'ten büyüktür diyor. Dünya 5'ten büyüktür sloganını sadece Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki 5 daimi üye için söylemiyor aslında, bu dünya düzeninin adalet üretmediğini mazlumların mağdurların üstesinde temsil edilmediğini söylüyor. Bunun örneklerini mülteci krizinde gördük, Arakan krizinde gördük, Filistin meselesinde gördük, Somali'de gördük" diye konuştu.
AVRUPA BİRLİĞİ KENDİ DEĞERLERİNDEN UZAKLAŞIYOR
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın,, Avrupa Birliği'nin kendi değerlerinden uzaklaştığını, Avrupa Birliği'nin islamafobi ve azınlıklara karşı sergilenen ayrımcı tavırlarla anılır hale geldiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
"Çağımızın belki de en büyük ironilerinden bir tanesi aydınlanma sonrasında dünya rasyonel özgürlükçü bir dünya olacakken, hümanist bir çağ olacakken, bugün insanlık adına yüz kızartıcı suçların meydana geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Buna karşı birilerinin elbette itiraz etmesi gerekiyor. Bakın biz buradayız, Türkiye Cumhuriyeti bugün siyasi liderinden, kanaat önderinden medyasından sivil toplum örgütünde çalışan her üyesine kadar bu bilinçle dünyaya baktığı için eski oryantalist kavramları reddediyor, bunu sorguluyor. Biz yeni sözümüzü bulabildik mi, kendi söylemimizi inşa edebildik mi? henüz değil. Onun gayreti içerisindeyiz, onun çabası içerisindeyiz ama ben eminim onu da mutlaka bulacağız. Sözümüzün sadece bize değil, bütün dünyaya hitap edebildiği farklı yeni ve buna göre dik bir şekilde inşa edeceğiz. Bugün 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında bu süreç tamamen bitmiş değil. Bugün hala gerçekten Türkiye'de demokrasinin yanında ve darbenin karşısında olduğunu söyleyen ülkeler bu iddialarında samimiyseler, ilk yapacakları şey kendi ülkelerinden kaçan sığınan FETÖ'cüleri Türkiye Cumhuriyeti'ne iade etmektir. Ellerinde çok basit ama çok temel bir imkan var, darbe girişimine karıştığı tespit edilmiş Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri tarafından hakkında yargı kararı çıkartılmış, haklarında tutuklama kararı verilmiş kişilerin kimler olduğunu biz de biliyoruz, onlar da biliyor. Eğer gerçekten demokrasiden yanaysalar bu kişilerin ivedilikle suçluların iadesi anlaşmamız çerçevesinde ülkemize iade ederler. Biz hukuk dışı bir ifadede bulunmuyoruz, bakın ülkeler arasında yapılmış suçluların iadesi anlaşması çerçevesinde bir talebimiz var. Gayrikanuni, gayrihukuki bir yola başvurulsun biz buna tenezzül edip aklımızdan böyle bir şey geçirmiyoruz. Tek bir örneği bile yoktur. Bizim dediğimiz yapılan anlaşmalar çerçevesinde bu kişilerin Türk mahkemelerinde yargı önüne çıkmalarıdır. Eğer gerçekten Türkiye'de demokrasinin yanındalar, darbelerin karşısındaysalar kendilerine böyle önemli bir fırsat duruyor. Bunun ivedilikle değerlendirebilirler. Aynı şekilde bugün özellikle Avrupa'da PKK yapılanmalarına karşı bizim defalarca dile getirdiğimiz itirazları ciddiye alarak adım atmaları gerek. Fakat maalesef gene demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, eylem özgürlüğü gibi başlıklar adı altında bu kavramların arkasına sığınarak PKK terör örgütünün Avrupa'da faaliyetler yaptığını hepimiz görüyoruz. Birkaç defa olan bir şey değil, mütemadiyen bu faaliyetlerin yapıldığını destek gördüğünü maalesef görüyoruz. Bu elbette sadece Türkiye Avrupa ilişkilerini germiyor. Türkiye'de Avrupa'nın güvenini sarsmıyor, aynı zamanda uluslararası sistem açısından büyük krizlere yol açıyor. Şimdi insanlar soruyorlar Türkiye'de AB üyeliğine destek oranı neden az? Bunun hikayesini hepimiz biliyoruz ama 10 yıl öncesine kadar demokrasinin, insan haklarının hakikaten bir merkezi olarak bir kandili olarak gördüğümüz Avrupa Birliği bugün daha ziyade göçmen krizinde verdiği tepkilerle yükselen islamafobi ile, ırkçılıkla azınlıklara karşı sergilenen ayrımcı tavırlarla anılır hale geldi. Avrupa'da yükselişe geçen aşırı sağ grup ortada ve aklıselim olan bütün Avrupalı dostlarımızla bu gidişattan rahatsız. Sık sık bizim önümüze konulan Türkiye AB değerlerinden uzaklaşıyor itirazlarına karşı bizim cevabımız aslında Avrupa Birliği kendi değerlerinden uzaklaşıyor."
VERHEUGEN: TÜRKİYE İŞLEYEN BİR DEMOKRASİYE SAHİPTİR
AB Genişlemeden Sorumlu Eski Komiseri Gunter Verheugen, 'Avrupa Birliği Felsefesi ve Demokrasinin Darbelere Karşı Korunma Refleksleri' konusunda konuştu. Verheugen, Türkiye'nin işleyen bir demokrasiye sahip olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Avrupa olsun, Amerika olsun Türkiye yıllarca demokrasiye engel koyan, diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir ülke olarak tasvir edildi. Askeri girişimlerin çok yaşandığı yada bunun üzerine çok konuşulduğu bir ülke oldu, ancak Türkiye tamamen işleyen bir demokrasiye sahiptir ve bu demokrasiye darbe vurmak politik bir araç değil, ciddi bir suçtur. Darbe olduğu zaman ben 17 Temmuz'da Almanya'ya dönmüştüm ve o sıcak ve samimi yorumlarla aradım, yani benim beklentim o yorumları görmekti. Yani Avrupa'da her yerde güçlü gösteriler görmeyi bekledim, insanların bir araya gelip Türk demokrasisini savunmalarını bekledim, bununla ilgili görüşler bildirmelerini bekledim. Avrupa Birliği liderlerinin de bir araya gelerek olağanüstü toplantı gerçekleştirerek, birlik ve beraberlik mesaj vermelerini bekledim Türkiye için. Ve elbette bu girişimleri kınamalarını bekledim. Yani Avrupa Birliği'nin her köşesinde ciddi bir şekilde Türk sivil toplumunun gücünü destekleyeceklerini bekliyordum. Çünkü Türk toplumu gerçekten ciddi bir şekilde bu girişimin üstesinden gelmişti. Hukukun üstünlüğünün Türkiye'de mevcut olduğunu gösterdiler. Mesela Türkiye'de değil de, İtalya da böyle bir şey olsa sizce neler olurdu? Aynı koşul aynı durum İtalya da yaşanıyor, darbe girişimi var, İtalya başkanı halkı sokağa dökülmeye ve tanklarla savaşmaya, askerin önünde durmaya çağırıyor diye düşünelim ve aynı senaryoyla darbe püskürtülüyor diyelim, tepki nasıl olurdu? İtalyanlar tam bir kahraman, kahramanca hareket ettiler sonsuza kadar hatırlanacak Avrupa tarihine kesinlikle geçecek şeklinde yorumlar çıkardı, öyle değil mi? Söz konusu Türkiye olunca böyle olmadı.".
Verheugen, İngiltere, Almanya ve Fransa'da gösterilen birlik beraberliğin Türkiye için gösterilmediğini söyleyerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Birkaç günün ardından çok şaşırtıcı değerlendirmelerle karşılaştık Avrupa basınında. Ve aniden Türkiye ve Türk hükümeti, Türk Cumhurbaşkanı burada mağdur değil, ancak bundan fayda gören taraf olarak tasvir ediliyordu. Avrupa'daki gazeteler bunun arkasında başka bir iş var kim bilir ne, neyi nasıl tetikledi, kimin tarafından kurgulandı, çok amatördü şeklinde yorumlar gördük. Yani Türk cumhurbaşkanına bu darbeyi kendisinin planladığına dair açıklamalarda bulunuldu. Bu kabul edilemezdi ve bize bir başka şeyi daha gösterdi. Bu inanılmaz derecede mevcut olan anlayış eksikliği Türkiye'nin ne olduğu ve Türkiye'de yaşanan problemlerin anlaşılmasında ciddi sorunlar oluşturuyor. Uzun soluklu ciddi ve tehdit oluşturan güvenlik problemleri istikrarsız çevreden de kötü etkileniyor ve terör saldırılarından da Türkiye bir o kadar da kötü etkilenmekte. Batı Avrupa ülkelerinde mesela bir terör saldırısı olursa tabii ki de nerede yaşanırsa yaşansın ciğerlerimiz kalbimiz yanmakta, ancak şunu göremiyoruz o aynı seviyede birlik ve beraberlik bazen görülemiyor. Yani İngiltere'de, Fransa'da ya da Almanya'da yaşanan bir olayda gösterilen birlik ve beraberlik Türkiye için gösterilmedi. Kürt probleminde de, Türkiye'nin diğer problemlerinde de Türkiye'nin bütünlüğüne ve toprağına hiçbir şekilde zarar gelmemeli, kimi meselelerde bir anlayış eksikliği yaşadığımızdan ötürü mesela Avrupa Birliği'nde PKK terör örgütü listesinden belki çıkarıldı, ancak, PKK Avrupa toprağında özellikle Almanya topraklarında gösteri, iletişim, planlama ve özellikle fon toplama, para toplama gibi etkinlikler için kullanabilmekte ve Alman yetkililer de bunun önüne geçmekte o kadar niyetli değiller. Türkiye elbette baktığınız zaman çok güçlü çok derinden toplumsal değişiklikler yaşadı. Liberal ve laik taraflar arasında belki bazen sürtüşmeler yaşandı, ancak bütününe bakıldığı zaman geleneklerine bağlı güçlü bir yapıya sahip Türk toplumu."
FOTOĞRAFLI