Güncelleme Tarihi:
KENDİN OLABİLMEK BAŞARIDIR!
- Eğitim alanında oldukça başarılı işler yapıyorsunuz. Başarı sizce nedir?
ÖZGÜR BOLAT: Ben başarıyı dört seviyede tanımlıyorum. En alt seviyede kendinden kaçabildiği ölçüde kendini başarılı görenler var. Bunlar zevk odaklı yaşam süren insanlar. Yani hayatla oyalanıyorlar. Oyalanmayı başarı olarak görüyorlar. Bir üst seviyede kazanmak ve sahip olmak var. Bu insanlar ne kadar çok kazanırlarsa, ne kadar çok şeye sahip olurlarsa o kadar ‘çok başarılıyım’ diyorlar. Bu ikisinin bakış açıları sıkıntılı. Çünkü sonu yok; kazandıkça daha çok kazanma isteği artıyor ve kaygılı bir yaşam sürüyorlar... Bunlar dış kaynaklı yaşayanlar. Bir üste çıktığımızda, başarıyı etki yaratmak olarak görüyor. Yani ‘ne kadar çok insan hayatına dokunduysam o kadar başarılıyım’ diyor. Bir üst seviyede de ‘bütünlük’ var. Yani ‘ben kendim olarak var olabiliyor muyum bu hayatta?’ Doğan hocanın (Doğan Cüceloğlu) dediği gibi ‘hayattaki en büyük başarım kendim olarak var olabilmektir’. En büyük başarı budur.
- Çok iyi bir eğitim hayatınız oldu. Bugün durduğunuz yerden bakınca eğitimle başarıyı yan yana koyabiliyor musunuz?
ÖZGÜR BOLAT: Başarıyı bahsettiğim gibi üçüncü, dördüncü seviyede tanımlarsak, eğitime çok da ihtiyacımız yok. Siz kendinizi ve güçlü yanlarınız biliyorsanız, tutkunuzu keşfettiyseniz, bunu geliştirme yollarını biliyorsanız, bu durumda üniversitelere daha az ihtiyaç olacaktır. Ne kadar anlam yaratabiliyorsanız, o kadar başarılısınızdır. Ben artık şuna inanıyorum: Üçüncü, dördüncü seviyeye yükselerek anlam ve değer odaklı olunduğunda kendinizi istediğiniz şekilde geliştirebiliyorsunuz. Bunu da şöyle ispatlayabiliriz: Bir çocuk düşünün. Üniversiteden yüksek ortalama ile mezun oldu. Bu kişinin hiç iş deneyimi yok, hiç bir hobisi yok. Diğer çocuk da iş başvurusunda bulunuyor: Bir sürü ülke gezmiş, stajlar yapmış, her yaz çalışmış... Siz ikinci çocuğu işe alırsınız.
SAĞLIKLI ÇOCUK YETİŞTİRMENİN ÜÇ ALTIN KURALI
- Sağlıklı bir çocuk nasıl yetiştirilmeli? Nelerden sakınmalıyız?
ÖZGÜR BOLAT: Anne-babanın üç tane görevi var. Birinci ve en önemli görevi koşulsuz sevgi vermek. Çocuk kendisi olduğu için değerli hissediyorsa, bu en önemli ruh haline sahip demektir. Çünkü ‘ben her türlü seviliyorum’ diyor. Zaten her türlü sevildiğine inan insan, hayatta da kendini güvende hisseder, insanların sevgisine güvenir. Bu da hayata güvenli bağlarla bağlanmasını sağlar. Bunu bozan mekanizmalar neler?: Küsmek, karşılaştırmak, utandırmak, suçlamak, korkutmak, zorla yemek yedirmek, duygu sömürüsü (beni üzüyorsun gibi...), etiketlemek, fedakarlıklarımızı ona karşı kullanmak... Bunların hepsi bu mekanizmayı bozan etkenler. Çünkü çocuk diyor ki ‘ben, ben olduğum için sevilmiyorum’. Yani birinci adım koşulsuz sevgi. Anne babanın ikinci görevi çocuğa yetkinlik, yeterlilik kazandırmak. Burada da anne-babanın hataları oluyor: Yargıyı çok kullanıyor. Çocuk bir şey yapamadığında eleştiriyor, yaptığında övüyor. Övgü de eleştiri de yargıdır. Ya çok fazla müdahale ediyor ya da çok fazla kontrol ediyor. İşte bu durumlarda çocuk kendisini yetersiz görüyor. Bu durumda çocuk sağlıklı bir ruh haline sahip olmaz, kendini yetersiz hisseder. Üçüncü görevi, özerklik. Çocuğun kendi kararlarını vermesine izin vermek. Alacağı karar çocuğun yaşının üzerindeyse, tabii ki anne-baba olarak karar verebiliriz ama yaşına uygun kararları onun adına verdiğimizde, çocuk ‘benim seçme özgürlüğüm yok’ diyor. Seçme özgürlüğü olmayan kişinin de özgüveni düşük oluyor. Üç koşul: Koşulsuz sevgi, yeterlilik hissi ve özerklik.
- Günümüzde çok mercek altındayız, bu ne kadar doğru?
ÖZGÜR BOLAT: Bence doğru değil. Riski şu: bir şeyi çok fazla incelemek ne demek? Onu olduğun gibi kabul etmiyorsun demek. Bazı şeyler bence olduğu gibi kabul edilirse zaten ortadan kalkmış oluyor. Düşünsenize, denize baktığımızda ‘Keşke rengi biraz daha koyu olsaydı’ demiyoruz. Olduğu gibi kabul ediyoruz. Bu anlamda böyle bir riski var. Güzel anlamda da bir şeyi kabullenmediğiniz, adını koymadığınız sürece onu geliştirmen de zor oluyor. Onun için bazen bazı şeylerin adını koyduğumuzda bu bize kontrol hissi veriyor ve gelişim olanağı sağlıyor. Öbür taraftan da riskini biraz önce bahsettim... Doğrusu bazı şeylerin olduğu gibi kabullenilmesi, bazı şeylerin de değiştirilebileceğine inancın olduğunda onu incelemek, farkındalığımızı artırır diye düşünüyorum.
ÇOCUĞUNLA ARANDA GÜVEN OLMALI
- Bizler genelde evlatlarımızı pamuklara sararak yetiştiriyoruz. Hayatın gerçekleri çok başka... Nerede hata yapılıyor?
ÖZGÜR BOLAT: Çocuğun havuza düşmesinden korkuyoruz, bundan dolayı da havuzun etrafını çitle çevreliyoruz. Bu çocuklar hayatlarının sorumluluklarını almak istemiyor, büyümek istemiyor, çocuk kalıyorlar. Zaten seslerinden de anlıyorsunuz. Hayatlarındaki problemlerle baş edemiyorlar, problemlerden kaçıyorlar. Havuzun etrafını çitle örmek yerine çocuğa yüzmeyi öğretmek lazım. Güvenli alanda yüzmeyi öğrettiğiniz anda çocuk, ‘ben hayatımda bir zorlukla karşılaştığımda bunu çözebilirim’ diyor. Peki, zorluluklarla baş edemeyeceği bir durum çıkarsa ne olacak? O zaman devreye çocuğumuzla kurduğumuz güven ilişkisi giriyor. Çocukla aramızda güven ilişkisi yoksa, o zaman başı derde girdiğinde bize danışmıyor, danışamıyor. Çünkü korkuyor. Çocuğa yüzmeyi öğrettik, güven ilişkisini de kurduk, böylece çocuk ‘ben yüzemeyeceğimi anladığım yerlerde annemden, babamdan destek alırım’ diyor. Böylece hem yetkinlik kazandırıyoruz hem de güven ilişkisini kuruyoruz.
BİZİM İŞİMİZ KENDİMİZLE
- Çok güzel söylediniz de ebeveynlerin daha kendilerine güvenleri yokken, kendilerini tanımıyorlarken çocuklarına tüm bunları sağlıklı bir şekilde nasıl sunabilirler?
ÖZGÜR BOLAT: Ben her zaman şunu söylerim: Çocuk yetiştirmek kendini yetiştirmektir. Çocukla aramızda bir sorun varsa, bu bizim yansımamızdır. Bizdeki bir yaranın yansımasıdır. Örneğin biz bir hata yaptığımızda kendimizi yargılıyorsak, çocuğu da yargılarız. İç çocuğumuzu öldürdüysek, çocuğumuzla oynayamayız. Çocuk oyun oynamak istediğinde ve ebeveyn oyun oynamadığında ‘yorgunum, ondan oynamadım’ diyor. Aslında iç çocuğu neşeli olmadığı için oynamıyor. Kendimize döner ve yaralarımızı görürsek ve iyileştirirsek her şey daha sağlıklı ilerler. Yani aslında bizim işimiz çocukla değil, kendimizle.
- Özgür Bey sizi yakalamak çok zor oldu, neler yapıyorsunuz?
ÖZGÜR BOLAT: Evet, oldukça yoğunum. Hem araştırmalar, hem seminerler, hem projeler hem Parentwiser uygulamam zaman alıyor.
- Çok çalışkan ve disiplinli misiniz?
ÖZGÜR BOLAT: Planlı ve odaklı çalışırım.
- Sizi kendi haline mi bırakan yoksa destekleyen mi bir aile yapınız vardı?
ÖZGÜR BOLAT: Çok desteklerlerdi. Babam kültürlüydü. Eğitime önem veren bir ailede yetiştim.
- Aslında bu kadar eğitim odağından gelip başarıyı eğitime bağlamamanız ilginç.
ÖZGÜR BOLAT: Evet, çünkü düşünceleriniz değişiyor, başarı tanımını değişiyor ve dünya değişiyor. Diploma teorisi vardır. Ben Harvard’lı olduğum için işe alınmıyorum, Harvard beni seçtiği, yani seçilmiş olduğum için beni seçiyorlar. Artık günümüzde o kadar çok üniversite var ki, diploma teorisinin pek bir geçerliliği yok. Google bugün açıkladı ‘iş başvurularında artık eğitim durumunu istemeyeceğiz’ diye. ‘Ne yapabiliyorsun? Becerin ne?’ diye soruyorlar.
- Yeni nesli nasıl görüyorsunuz?
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Çok yoğun, hiç durmuyor.
- Bu kadar yoğun olmasına rağmen nezaketinden bir şey eksilmemiş, bilakis çok saygılı.
- Esprili olduğunu iddia ediyor ama tüm sorularımı bütün ciddiyetiyle cevapladı.
- Ama ne zaman sohbetimiz bitti, rahatladı, esprili yanını gördüm!
- Kimsenin fark etmediği detayları fark ediyor.
İKİLİ SEÇENEKLERDEN
BİRİNİ SEÇİN
- Yürüyüş-Koşu: Yürüyüş
- Susmak-Konuşmak: Konuşmak
- Dans Etmek-Oturmak: Dans etmek (Bu arada ben dansçıyım. 13 sene folklor oynadım -teke yöresi-, iki sene de hip hop yaptım.)
- Klasik-Modern: Modern
- Dobra-Politik: Dobra
- Samimi-Mesafeli: İkisi de
- Uykucu-Uykusuz: Uykucu
- Sakin-Heyecanlı: Sakin
- Kitap-Dergi: Kitap
- Doğa-Konfor: Konfor
- Güneş-Yağmur: Güneş
- Çay-Kahve: Kahve
- Et-Ot: Et
- Disiplinli-Rahat: Çok disiplinliyim
- Unutur-Affetmez: Unuturum
- Tatlı-Tuzlu: Tuzlu
- Çin Yemeği-İtalyan Yemeği: İkisi de
- Şarap-Rakı: İkisi de değil
- Esprili-Ciddi: İkisi de
KİMLİK
- Burcu: Aslan.
- Okuduğu okullar: Cambridge Üniversitesi, Fatma Parıltı Ortaokulu, Boğaziçi Üniversitesi, Harvard Graduate School Of Education, MIT.
- Bekar-aile: Bekar.
- İlgi alanları: Kitap okumak.
YÜZDEYÜZ
- Senin için yüzdeyüz tek gerçeklik nedir?: Herkes niyet ettiği her şeyi başarabilir.
- Yüzdeyüz olmak istediğin yer neresi?: Antalya’da çok huzurlu ve keyifli hissederim.
- Yüzdeyüz güvendiğin kişi?: Ailem.
- Yüzdeyüz bilmek istediğin şey?: Ben kimim?
- Kimin gözleriyle dünyayı görüp, algılamak isterdin?: Atatürk.
NOKTALI YERLERİ DOLDUR?
- ..... çok iyi yaparım: Çok iyi açıklarım.
- ..... hiç beceremem: Tamirat işlerini.
- Çevrem beni ..... biri olarak tanımlar: Çalışkan.
- Az kişi bilir ben ..... biriyim: Çok eğlenceli ve espriliyimdir.
- Manevi olarak bu hayata yaptığım yatırımlar: İnsanları dinler, içsel sorunlarını çözmede yardımcı olurum.
SANA DAİR KISA KISA
- Eğitim bilimci olmasan ne olmak isterdin?: Doktor (Çünkü bilinmeyenleri keşfetmeyi seviyorum).
- 20 yıl önceki haline döndün, ona ne öğüt verirdin?: Özgüvenini başarıya bağlama.
- Hayat motton varsa nedir?: Harvard’ın mottosu: ‘Veritas’, yani ‘gerçeklik’. O benim de mottom.
İYİ Kİ...
- İyi ki yapmışım: İyi ki akademisyen olmuşum.
- İyi ki kabul etmişim: Harvard’a gitmişim.
- İyi ki yapmamışım: İyi ki bugüne kadar evlenmemişim! (Şaka şaka, eğlenceli olduğumu ispatlayayım dedim.)
İLANDIR