Güncelleme Tarihi:
NASIL oldu da Urla güçlü bir omuz darbesiyle yakın çevresindeki rakiplerinin arasından ‘bir anda’ sıyrıldı?
Son birkaç yıldır Urla’ya ilgi duyanlar bunun ‘bir anda’ olduğunu düşünebilir.
Oysa bunun arkasında geçmişi asırlara dayanan bir mutfak bilgeliği, göçlerle zenginleşmiş mutfak kültürü, herkesin sahip olamayacağı bir doğa mirası ve her şeyin ötesinde yaşadığı yere sahip çıkan Urla ve İzmirliler var.
Sezonluk bir yer değil
Urla, yakın çevresindeki popülaritesi tavan yapmış diğer tatil beldeleri gibi hiçbir zaman sezonluk bir yer olmadı benim gözümde.
Her sezon onlarca yeni mekanın açılıp kapanması, bir gittiğiniz yeri ertesi sene görmenizin neredeyse sürpriz olduğu, yapılan yatırımların kısacık dönemde çıkarılması stresiyle işletilen restoranlar ve daha da fenası kaliteli yemekten ziyade müzik ve eğlence üzerine kurgulanan gece hayatı...
Bunlar nitelikli bir gastro turistin o şehirle gönül bağı kurmasını nerdeyse imkansızlaştıran şeyler.
Oysa ki, günümüzde, yüksek gelir düzeyine hitap eden alternatif turizm modellerinin başında gastronomi turizmi geliyor.
Yemeği güzel her şehir, “Gastronomi turizmini nasıl canlandırırım?” diye projeler üretiyor.
Zengin mutfak yetmiyor
Gastronomi şehri olmak, para harcayacak yerli ve yabancı turistin ilgisini çekmek için sadece zengin bir mutfak kültürünün yetmediği aşikar.
İyi yemeğin ekonomi yarattığı, gastronomi turizminin önemli gelir kaynağı olduğu şehirlere baktığımızda gördüğümüz en belirgin ortak paydanın o şehrin insanının da belirli bir düzeyde yemek kültürü ve bilgisine sahip olduğu...
Bunun yanında hem o şehrin yetiştirdiği hem de dışardaki şeflerin ilgisini çekecek, işini kolaylaştıracak kaliteli malzemeye kolay ulaşılabilirlik; bu malzemeleri üst düzey mutfak teknikleriyle hemhal ederek ortaya çıkarılan heyecan veren tabaklar, yerel mutfak kültürünü ifade eden iyi restoranlar ve belki de en önemli nokta olarak sadece turistlerin değil, orada yaşayan insanların da hayattan ve yemekten keyif alması...
Gastronomi turizmi yaratıp geliştirmek üzerine yapılan çalışmalarda gözlemlediğim en can alıcı nokta, yaratılmaya çalışılan portrenin oranın halkı tarafından içselleştirilmiş olması.
Yani orada zaten bu hayatın yaşanıyor olması.
İşte ancak bu şekilde ‘gastronomi şehri’ kavramı o şehrin üzerine, hiçbir eğretilik yaratmadan tam olarak oturuyor ve bütünleşiyor.
Her alternatif mevcut
Urla’nın sessiz sedasız, kendinden emin adımlarla bu noktaya gelmesinin altyapısını oluşturan tüm etmenler, yukarıda saydıklarımın hepsiyle birebir örtüşüyor.
Urla’ya gelen bir gastro turist, dünya standartlarındaki bir restoranda deneyim yaşayabilme, çarşı içindeki lokal bir lokantada evde pişirilen yemekleri tanıyıp tadabilme, nezih bir patiseride iyi bir kahveyle kaliteli mola verebilme ve deniz kenarındaki bir balıkçıda keyifle günü batırabilme gibi günün her saatine ve her zevke uygun alternatiflere sahip.
Birbirinden farklı tadım deneyimleri yaşatan ‘Urla Bağ Yolu’ rotası gibi bir projenin de bağcılık ve zeytincilik geçmişine sahip bu kıymetli teruarın potansiyelini hak ettiği noktaya taşımadaki önemli rolünü de es geçmemek gerek.
Lafın özü:
Urla sadece Türkiye’ye değil, dünyaya pazarlamamız gereken bir gastronomi destinasyonu.
Çünkü buraya gelen her turisti alnımızın akıyla ağırlayıp damak hafızasında derin izler bırakarak ülkesine uğurlayacağımızla alakalı en ufak bir şüphem dahi yok.