Güncelleme Tarihi:
Mete Tamer OMUR
metetamer@hurriyet.com.tr
TÜRKİYE’de 1980’lerde ithalatçı firmaların talebiyle başlayan organik üretim, bugün binlerce ailenin gelir kapısına dönüştü. Kuru meyveden dondurulmuş ürün grubuna, yağlı tohumlardan pamuğa birçok ürünle organik sektör, yaklaşık 500 milyon dolarlı bir ihracat hacmine ulaştı. Bir yanda ülkeye hem döviz kazandıran hem de binlerce ailenin önemli bir geliri olan organik sektörü, öte tarafta ise son dönemde üretim ve belgelendirme süreçleriyle ilgili çıkan olumsuz haberlerin şokunu yaşıyor. Bu açıklamalara sektör temsilcilerini yanıtı ise ‘organiğin alasını üretiyoruz’ oldu. Ege İhracatçı Birlikleri Organik Ürünler ve Sürdürülebilirlik Koordinatörü ve Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık ile Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy’la hem son dönemde yapılan açıklamaları konuştuk hem de sektörün genel değerlendirmesini yaptık.
1980’LERDE BAŞLADIK
TÜRKTOB Başkanı Savaş Akçan’ın “Türkiye’de organik ürün yok” şeklinde yaptığı açıklamayı talihsizlik olarak nitelendiren Mehmet Ali Işık, bu işe uzun yıllar emek veren tüm tarafları üzdüğünü ifade etti. İhracatçılar olarak bu olaya karşı hassasiyetlerini göstermek istediklerini belirten Mehmet Ali Işık, ETO ve TORO’un (Türkiye Organik Ağı) da tepki gösterdiğini ifade etti. “Organik tarım Türkiye’de 1980’li yıllarda ithalatçı firmaların Türkiye’ye gelerek kendi kanunları ve yönetmelikleri çerçevesinde, burada projeler yapıp, bu ürünleri fason olarak işletip yurtdışına götürmesiyle başladı” diyen Mehmet Ali Işık, şöyle devam etti:
ONLARCA STANDARTA TABİ
“Yani tamamen Avrupa yönetmeliklerine göre başlayan bir süreç. 1992’de ise devletimiz kanun ve yönetmelikleri çıkardı. Bunlar da AB’ye uygun olarak yapıldı. Devlet bir şart koştu: Burada faaliyet gösterecek yurtdışı merkezli sertifika firmalarının muhakkak Türk mühendisler çalıştırması ve ofis açması zorunluluğunu getirdi. Bugün 44 adet sertifikasyon kuruluşu var. Bunları bir kısmı yerli, bir kısmı yurtdışı merkezli şubeler. Tamamen kanunlara göre yapılmış bir sürdürülebilir sözleşmeli tarımdan bahsediyoruz. Sırf iç piyasaya yönelik bir demeç verilmesi ülkemiz adına çok üzücü. Türkiye’de organik tarımın çok büyük bölümü ihracata gidiyor. Giderken de AB’nin, ABD’nin, İsviçre’nin, İskandinav ülkelerinin, Japonya’nın, Çin’in, Güney Kore’nin ayrı standartları ve düzenlemeleri var. Biz bütün bu ülkelerin standartlarına uygun üretim yaparak ürün gönderiyoruz. Uygun üretilmeyen ve sertifikasyonu yapılmayan ürünün bu ülkelere girmesi mümkün değil.”
* Organikte dünyanın koyduğu bir standart olduğunu ifade eden Mehmet Ali Işık, “Bu uygulama bütün ülkeler için aynı. Bunun dışına çıkan olursa bakanlık sertifikaları iptal edebilir, çiftçilerin organik tarımdan menedebilir, firmayı kapatabilir. Bu geçmişte çok oldu ama son dönemlerde artık rastlamıyoruz” dedi.
30 YILLIK BİR EMEK VAR
Türkiye’deki organik üretimin arkasında 30 yıllık bir emeğin varlığına dikkat çeken Mehmet Ali Işık, “Burada da tüm paydaşların kollektif çabasıyla elde edilen bir başarıdan söz ediyoruz. Birçok organik üründe dünyanın ana tedarikçilerinden biriyiz. Binlerce çiftçimiz bu işten para kazanıyor. Binlerce hektar alan organik tarım sayesinde yıpranmıyor. Binlerce işçi işletmelerimizde çalışıyor. Türkiye’nin ihracatı 500 milyon doların üzerinde. Bunu tamamen yok sayıp kamuoyu yanıltılarak sektörün zayıflatılmasını kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu arkadaşımızı kınıyoruz. Tarım Bakanlığı’nın da bu olayın üzerine hassasiyetle gideceğini düşünüyoruz. Bu demeç bakanlığın verdiği 44 sertifika kuruluşunu da yok saymak anlamına geliyor. Biz bugün organiğin alasını üretiyoruz” ifadelerini kullandı.
BU BİR TERCİH MESELESİ
Kurumlararası dayanışma ve işbirliğine dikkat çeken Prof. Dr. Uygun Aksoy ise sektörün tüm taraflarının ortak payda ve hedefinin Türkiye’de organik tarımın sürdürülebilir ve adil biçimde gelişimini sağlamak olduğunu kaydetti. Aksoy, “Aslında ihracat 1984’ten beri özel sektörün büyük gayretleriyle bugün Türkiye’yi ABD, Avrupa ve Çin, Güney Kore gibi yeni gelişen dış pazarda tanınır hale getirdi. Ancak bu tip talihsiz, bilgiye dayanmayan, hiçbir yasal ya da bilimsel çalışmada yeri olmayan bazı varsayımlar üzerine bir söylemde bulunulmuş. Bunun gibi zaman zaman ortaya çıkan mesnetsiz iddialar, sektörde işini ciddiyetle yapıp, bunun gelişimine katkı sağlayan sivil toplum örgütlerini, firmalar ya da bakanlık olsun, hepimizi çok üzüyor. ETO olarak bugüne kadar ‘organik iyidir, şöyle sağlıklıdır, diğerleri bulaşıktır’ gibi hiçbir söylemimiz olmadı. Biz sadece organiğin bir tercih olduğunu, bu tercihin de doğru yapılması gerektiğini, böylece bir yanda sağlıklı ürün, bir yanda sağlıklı çevre sağlayabileceğimizi savunduk. Bu tip söylemler öncelikle iç pazarı vuruyor, tüketici güvenini sarsıyor ama aynı zamanda dışarıdaki alıcıların da bunu Türk ürünlerinin aleyhine kullanma riski var” dedi.
YEŞİL MUTABAKAT’A
EN UYGUN ALAN
ORGANİK tarımın sadece beslenme olayı olmadığına dikkat çeken Mehmet Ali Işık, arazilerin erozyona uğramasının ve kirliliğinin önlenmesi için uygulanan bir tarım sistemi olduğunu kaydetti. Mehmet Ali Işık, “AB’de tarımının yüzde 25’ini organik tarıma geçirmeyi hedefliyor. Tüm teşvik sistemlerini buna göre güncellemeyi planlıyor. Bu dünya için çok önemli. AB, 30 yıllık Yeşil Mutabakat uygulamasını ortaya koyuyor, yine aynı şekilde ABD’nin ‘yeşil tarım’ diye bir hedefi var. Hedef yitirilen ekolojimizin korunması, yıpranmanın önlenmesi. Yaptırımlar geliyor, ülkelerden taahhütler alıyorlar. Bunları yerine getirmeyenlere karşı da ithalatta gerekli tedbirleri alacaklar. Vergiler, ürünü geri çevirmeler, başka pazarlara yönelmeler gibi. Üstelik 30 yıl da beklemeyecekler, bunlar peyderpey devreye girecek. Bunun için trilyonlarca dolar fon var. Ya biz altyapımızı buna göre dizayn edeceğiz ya da bu bedelleri ödemek zorunda kalacağız. Bizim bakanlıklarımız da Yeşil Mutabakat’la ilgili çalışmalar yaptılar, taahhütler imzaladılar. Yeşil Mutabakat’ın en önemli unsuru da organik tarım. Türkiye’nin sürdürülebilirlikte dünyaya verebileceği en güzel örnek de organik tarımda katettiği yol” diye konuştu.
MUTLAKA SERTİFİKA SORUN
DÜNYA ticaretinde önce iç pazarda da kuvvetli olunması gerektiğini dile getiren Mehmet Ali Işık, “Organik tarımın başlangıcı ihracat yönelik oldu. Hala yüzde 75’i ihracata gidiyor. İç pazarda geri kaldık. Organik tarım, hep pahalı ve güvensizlik konuşmalarıyla yıpratılmaya çalışıldı. Organik tüketim bir bilinç seviyesi. Evet, fiyat farklılıkları var ama bir vücudun isteği miktarda gıda bütçeyi fazla etkilemez. Hedef sağlıklı beslenmek ise bu bilinçli tercihi kullanmamız lazım. Ama önü açılıyor. Tabii köyden geldi organiğin bir karşılığı değil. Sertifikası olmayan bir ürün organik değildir. Burada en büyük görev tüketiciye düşüyor. Sadece yasalarla denetlemek mümkün değil. Bunu tüketicinin sindirmesi lazım” diyerek, tüketicinin mutlaka sertifika sorması gerektiğini paylaştı.
* Organik tarımın en önemli başlığının sürdürülebilirlik kavramına en uygun alan olduğunu ifade eden Mehmet Ali Işık, “Organik üretimde tarladan rafa kadar izlenebilir bir sistem var” diye konuştu.
DENETİM SONUÇLARI AÇIKLANSIN
İHRACATA giden ürün grubunun kuru ve kurutulmuş ürünlerden oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Uygun Aksoy, “Kolay bozulmayan ürünler ihracata gidiyor. Ancak iç pazarda ise yaş meyve sebze, et, süt ve bunların ürünleri talep ediliyor. Buradaki sorun iç piyasayı ihmal etme değil. Sözleşmeli tarım modeli iç pazarda talep edilen ürünlerde yok. Devlet desteği yetersiz. Böyle olunca üretici kendi başına kalıyor. Türkiye tarımda; tohumdan ilaca hepsi dışa bağımlı. Organik tarımda biz bu dışa bağımlı girdileri kullanmıyoruz. Eğer doğru ve iyi bir planlama yapılırsa artıya geçiyorsunuz. Aslında bakanlık seri denetim yapıyor market ve pazarlarda. Ama bunun sonuçlarını ilan etmiyor. Oysa batılı ülkelerde bu sonuçlar tüketici ile paylaşılıyor. Biz de paylaşılmasını istiyoruz. Çünkü istem dışı ya da isteyerek kötü yapan varsa ortaya çıksın” dedi.
POZİTİF AYRIMCILIK İSTİYORUZ
MEHMET Ali Işık, organik sektörde iç pazarın da büyütülmesiyle ilgili düşüncülerini şöyle aktardı:
“Şu an Türkiye genelinde organik pazar sayısı 19’a çıktı. Kendi içinde bir gelişme var ama neden daha büyütemiyoruz. Biz bunu misyon olarak görüyoruz. Yurtdışında çeşitliliği artırabilmeniz için o ürünün bir miktarını kendi iç pazarınızda bunu satıyor olabilmeniz lazım. Ben bu işe kendisini adayan birisiyim. Küçük dükkanlar açıldı ama ayakta kalamadı. Yurtdışındaki bir organik dükkanında 500 – 2 bin çeşit arasında ürün bulunuyor. Tüketici bütün ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Biz böyle dükkanlar açamıyoruz. Satış az, kiralar yüksek, vergi, personel ücreti derken ürün fiyatları artıyor. Bu işe girip çıkan o kadar çok firma oldu ki. Marketleri destekledik ama onlar da bize pozitif ayrımcılık yapmıyor. Şube açıyorlar size hesap çıkarıyorlar, ödemelerini geciktiriyorlar, komisyonlarını yükseltiyorlar, sonunda bir bakıyorsunuz bırakın kar etmeyi, cebinizden para gidiyor. Marketlerden bize pozitif ayrımcılık yapmasını istiyoruz. Tabii marketlerin dışında online pazarlarla ilgili de çalışmalarımız var.”