Güncelleme Tarihi:
“GÜZEL olan aslında kusursuz olan değil, özgün olandır” diyen iş insanı ve yazar Melis Bozkurt, “Size kusur diye dayatılan da aslında kusur değildir. Özgünlüklerinizin, sizi siz yapan parmak izlerinizin birer kusur olduğuna ikna edilmişsinizdir sadece. Güzel olan, kusursuz olan değildir, özgün olandır. Kusurlarını karakteristik bir güce dönüştürebilendir. Kusur olarak gördüğümüz şey, her ne olursa olsun bunu yapıcı ve yaratıcı bir çözümle özgünlüğümüz haline getirebiliriz. Unutmayın ki ‘kusur’ tamir edilmesi gereken şey değildir, doğru değerlendirilmesi gereken şeydir. Çünkü kusur imzadır. Kusur özgünlüktür, otantikliktir” ifadelerini kullandı.
KUSUR BİR İMZADIR
İnsanın yaptığı her şeyde olduğu gibi kusurun da bir imza olduğuna inandığını dile getiren Melis Bozkurt, şunları söyledi: “İmza nedir? Kişinin her hangi bir belgeye ya da bir yapıta kanun önünde kendine ait olduğunu tasdik etmek için sadece ona özgü bir yazı-çizi ile işaretlemesi işleminde kullandığı yazı-çizi-şekildir ve o kişiye özeldir. Bir başkası kullanamaz, taklit edemez. Kusur da Tanrı’nın yapıtına attığı bir çeşit imza bana göre. Hepimizde bir şekilde var, çünkü kusursuzluk sadece Tanrı’ya özgü bir özellik. Tanrı bizi kendinden bir parçayla yaratırken ufacık bir fark katmış yapıtına, işte o fark kusur. Bir tür hediye, başkasına benzememe nedenimiz.”
KUSURSUZLUK YOK
Kusurların insana özgü ve doğal bir şey olduğu görüşünü dile getiren Melis Bozkurt, kusursuzluğun ancak ilahi alemde var olabileceğini vurguladı.
Kusursuzluk diye bir şeyin bu dünyada olmadığını kaydeden Bozkurt, “Kusursuzluk ancak ilahi alemde var olabilecek bir kavram. O yüzden insanlar boşuna uğraşıyor kusursuzluk için. Kaf Dağı gibi, sadece masallara konu olabilir. İnsanlar bireyselleşmenin son hızla gittiği 20. yüzyılın sonu ile 21. yüzyılın başında öyle içlerine kapandılar ve kendilerini tanıma çabasına girdiler ki, başkalarından koptular. Kendileri üzerine bir dünya yarattılar ve o dünyayla sosyal medyaya çıktılar. Orada bir anda milyonlarca başka dünya ile karşılaştılar ve bir tür dünyalar savaşı başladı. Kendi dünyasını mükemmel olarak lanse eden savaşı kazanacaktı, savaşın kazananını ise alınan like sayısı belirleyecekti. Şu anda yaşanan tam da bu, sosyal medya için yaratılmış dünyalar savaşı. Peki, bunun sonu nereye gider? Like sayısı az olan kişi dünyasındaki kusurların buna sebep olduğunu düşünüp dertlenir, kendine küser, kusurlarından nefret eder. Like sayısı yüzünden hayatına son vermeyi düşünen gençler bunun en uç örnekleri. Halbuki kazanan dünya kusursuz olduğu için daha çok beğenilmedi, sosyal medya dinamiklerini daha iyi kullandı, o kadar. Ben kusurun bu işle hiçbir ilgisi olmadığını anlattım kitapta. Sizin beğenilip beğenilmemenizin sebebi kusurunuz değildir. O kusurla beraber kim olduğunuzdur. O yüzden kusurunuzu sevin diyorum. Kişiliğinizin bir parçası olduğunda size cazibe katacaktır.”
SOSYAL MEDYA BİR İLÜZYON
Sosyal medyanın da günümüzde insanlara kusursuzluğu pompalayarak bir ilüzyon yarattığını ifade eden Melis Bozkurt, bu durumun insanların başkalarının yalanlarına inanarak mutsuz olmasıyla sonuçlandığını dile getirdi. Sosyal medyanın sanal bir dünya yarattığını belirten Bozkurt, “Bireyselleşme sürecinde içine kapanan kişi başkalarına açılırken artık çok iyi bildiği zayıf yönlerini kapamayı da öğrenerek dışa açıldı. Zayıf yönlerini kusur olarak gördü. Çünkü en büyük darbeyi buradan alabilir ve canı yanabilirdi. O yüzden yarattığı sanal dünyada hiç bir zayıflığa yer vermedi, mükemmel bir imaj çizdi. İşin en inanılmaz yanı bunu kendi yaparken karşı tarafın da bunu yaptığını düşünemedi. Kendi yalanına tabii ki inanması mümkün değildi ama başkasının yalan dünyasına inanıverdi. İşte sorun da burada başladı. Sosyal medyadaki sanal dünyalar kendilerinin yalan olduğunun farkındayken karşılarındakini gerçek sanıyor ve yıkılıyor. Onların kusursuzluğuna inanıp kendi kusurlarına yanıyor. Halbuki kişi kendinden bilmeli herkesi. Kitabımda sosyal medyada sergilenen mükemmel hayat ve insanların aslında hiç var olmadığını, hepsinin kusurları olduğunu, sizden bizden farklı olmadığını anlatmaya çalıştım. Gördüklerinize inanmayın dedim. Bir yaşanıyorsa bin gösteriliyor ve siz bine inanıyorsunuz dedim. Bunlar da acı veriyor kişiye. Hayatı kaçırdıklarını düşünüyorlar, beğenilmediklerini, sevilmediklerini çünkü buna layık olmadıklarını hissediyorlar. Bu durumdan da kusurlarını suçlu buluyorlar. Kusursuz olsalardı onlar da böyle mükemmel hayatlara sahip olurlardı. Ancak yok ki! Ne öyle mükemmel insanlar var ne de öyle kusursuz hayatlar. Hepsinde aksayan bir şeyler var ve size göstermiyorlar. Tıpkı sizin zayıf yönlerinizi başkalarına göstermemeniz gibi” diye konuştu.
KUSURLARIN DA MODASI VAR!
İnsanların kusur saydığı şeylerin de adeta bir moda gibi zamanla değiştiğini belirten Bozkurt, kitabında gerçekte kusur olmayan şeyleri kusur sayanları anlattığını söyledi. Bozkurt şöyle devam etti: “Kusur kelime anlamıyla orijinalden sapma, eksiklik, noksanlık demek. Yani bir orijinalden farkınız. Burada işte onu soruyorum, orijinal kim ki ondan eksikliğinizi kusur saydınız? Tabii burada engel sınıfına sokulabilecek noksanlıkları ayrı tutuyorum. Bunlar doğumla ya da kaza ile oluşan gerçek noksanlıklardır. Kabulü gerçekten zordur. Ben kitabımda gerçekte kusur olmayan şeyleri kusur sayan gruplardan bahsediyorum. Moda ile gelen güzellik standartlarını orijinal kabul edip her farklarını kusur gören genç kızlarımıza hitap etmeye çalışıyorum. Bugün ince dudağı kusur olarak görüyorlar, burnunuz minik ve kalkık değilse kusurlu bulunuyor. İşte bunlar sanal dünyaların pompaladığı kusur anlayışı. Benim karşı çıktığım da bu. Herkesin vücudu kendine hastır. Sağlıklı olduğunuz sürece güzelsiniz, kusursuzsunuz. İnce olacağım diye kusanlar, kaslı olacağım diye kimyasal madde kullananlar asıl kusursuz olan tek şeyi bozuyorlar: Vücutlarındaki dengeyi. Aslında bazı kusurlar kişinin zayıf değil güçlü yönleridir. Kişi bunun farkına varıp kullanmalıdır. Kitabımda Gillian Lynne’den bahsettim örneğin. Standart okulda yapamayan hiperaktif bir çocuğun dans okulunda kendini bulmasının öyküsü. Belki de sizi başarısız kılan kusurunuz başka bir alanda sizin jet motorunuzdur. Onu kullanmayı keşfettiğinizde o imzanın kıymetini bileceksiniz. Tanrı boşuna atmadı o imzayı. Biz kullanmayı keşfedememiş olabiliriz.”
BU ARAYIŞ HİÇ BİTMEYECEK
Kusurun insana özgü olmasına rağmen kusursuzluk arayışının da buna tezat şekilde hiçbir zaman bitmeyeceğine dikkat çeken Melis Bozkurt, “Komik ama gerçek, insan her zaman imkansızın, elde edilemezin peşindedir. Bakın en kadim öyküler ölümsüzlüğün peşinde koşan kahramanları anlatır. Şu anda insanlık sanal dünyada sonsuz gençlik ve güzelliğin peşinde. Bu ne demek? Ölümsüzlük kimlere özgü? Ya Tanrı olmalısınız ya da cansız bir varlık. Ölümden kurtulmanın başka yolu yok. Demek ki sanal dünyalar Tanrısallığın peşinde koşulduğu yerler. Kişiler kendi krallıklarını kuruyorlar. Ben sadece insanın kendini kaptırmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Hepimizin içinde var sonsuzluk pınarından içme isteği. Ama bunun masal olduğunu hatırlatalım kendimize ve kapılmayalım bu akıma” diye konuştu.
KUSURLARLA BİRLİKTE AŞK
Onun kusurları sevmek, onu sürüden ayıran başkalığını sevmektir... Kusurlarına rağmen birine aşık olmak yoktur. Kusurlara aşık olmak vardır. Aşkın kusurlara rağmen aşk olmadığını, kusurlarla birlikte aşk olduğunu hatırlatır bana her zaman. “Onu bütün kusurlarına rağmen seviyorum. Her türlü kusuruna rağmen ona çok aşığım” duygusunun içinde yüksek bir ego vardır. Burada gerçek bir aşktan söz edemeyiz. Karşı tarafı değil, kendi çabanı, kendi hoşgörünü, kendi anlayışını, fedakarlığını, yüce gönüllülüğünü sevmek, kendini onurlandırmaktır bu. Kusurlarını sevmekse, onun özgünlüğünü, nevi şahsına münhasır olan niteliklerini, onu sürüden ayıran başkalığını sevmektir.
KİMDİR?
MELİS Bozkurt, 1986 yılında İzmir’de doğdu. İzmir Ekonomi Üniversitesi İç Mimarlık Fakültesi ile başlayan eğitim hayatını, NIU Üniversitesi Davranış Bilimleri ve Psikoloji Bölümü’nden mezun olarak bitirdi. İnsan psikolojisi, davranış bilimleri ve kişisel gelişim üzerine eğitim veren bir çok kuruluşun sertifika programlarına katıldı. Konuşmacı olarak katıldığı seminerlerde “Giysileriniz Konuşuyor”, “Renk Terapisi”, “İlişki Yönetimi” üzerine eğitimler verdi. New York Digital Film Academy’de kamera önü oyunculuk ve senaryo yazarlığı eğitimi aldı. Küçük yaşlardan itibaren tasarım ve illüstrasyonla ilgilendiği için okurken kendi reklam ajansını kurarak tasarımcılığa adım attı. 19 yaşındayken Türkiye geneline dağıtımı yapılan bir magazin dergisi çıkardı. 5 yıl dergide genel yayın yönetmenliği yaptıktan sonra iş hayatına firmaların marka yöneticiliği, reklam metin yazarlığı ve kurumsal tasarımcı olarak devam etti. Hayallerinin peşinden yol almaya devam eden bir düş bükücü olarak tasarımın her alanını denemeye devam ediyor. “Kullanılabilir Sanat” fikriyle kurduğu tekstil markasının hem desinatörlüğünü yapıyor hem içerik üretiminde çalışıyor. “Kitap yazmak, çocukluğumdan beri kurduğum bir düştü. Masallara ve şiirlere aşık büyüdüm” diyen Bozkunt, içindeki yazma ve tasarım içgüdüsüyle “Ben Kendimi Hiç Böyle Görmemiştim Senden Önce” adlı ilk kitabını kaleme aldı. Kikap, Destek Yayınları tarafından basıldı.