Güncelleme Tarihi:
CAN’ın kurucu ortakları olarak toplumun sosyoekonomik olarak orta-alt kesiminden gelen insanlar olduklarını belirten Can Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Muzaffer Keskiner, kendisinin parasız yatılı okuduğunu, diğer ortaklarının küçük bir kasaba terzisinin oğlu, bir diğerinin Murat dağlarında çobanlık yaparak çocukluk ve gençlik yıllarını yaşayan biri olduğunu söyledi. Ortaokul sıralarında Albert Schweitzer’in yaşam öyküsünü, yatılı lise yıllarındaki yalnız akşamlarında da Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ve İnsan Denen Meçhul’ü okuduğunu kaydeden Keskiner, “Ölmemeliydi çocuklar; umutları yarım, uçurtmaları yalnız kalmamalıydı. Evet, bizler yani Dr. Muzaffer Keskiner, Dr. Hüseyin Kaşıkçı, Dr. Yener Bakan olarak olağanüstü zor koşulları aşarak birer hekim olduk. Ancak bu yolda yalnızca ailelerimize değil, toplumun bütününe çok şey borçlu olduğumuzu asla unutmadık. 2000’li yıllarda Salihli’de sağlık hizmetleri çok yetersizdi. Doğumunu gerçekleştireceğim yüksek riskli bir gebenin ne bebeğini koyabileceğimiz bir kuvöz ne de sevk edebileceğimiz bir yenidoğan yoğun bakım servisi vardı. Her şeyi devletten beklemenin çok doğru olmadığına inanarak, 2002 yılında Salihli’de Özel Can Hastanesi’ni hizmete açtık” dedi.
ANNE, BEBEK, YENİDOĞAN DOSTU
Kısa sürede tüm bölgede olağanüstü bir ilgiyle karşılandıklarını ifade eden Keskiner, bugün 130 yatak kapasitesiyle Sağlık Bakanlığı’nca Türkiye’nin ilk anne dostu, bebek dostu, yenidoğan dostu hastanesi belgelerini alan bir sağlık kuruluşu olarak yollarına devam ettiklerini vurguladı. Sonrasında ‘yapabileceğimiz her şeyi en iyi olarak yapmak tutkusuyla’ 2017’de İzmir’de Özel Can Hastanesi’ni hizmete açtıklarını belirten Keskiner, İzmir’de de yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını söyledi.
Hastaneye neden ‘Can’ ismini koyduklarını anlatan Keskiner, ‘Can’ın Türkçe’nin en güzel sözcüklerinden olduğunu kaydetti. Sevgi gibi özenle korunacak değerleri, asla vazgeçilmeyecek tutkuları, birlikte olmanın gücünü ve aşkla yaptığınız her işin sizde ve çevrenizde yaratacağı sevinci, mutluluğu ifade ettiğini dile getiren Keskiner, “Yoğun bakımdan gülerek çıkan bir hastanın ve yakınlarının gözlerindeki sevgide, doğumunu gerçekleştirdiğimiz bir bebeğin ellerinizi sıkışındaki tutkuda, annenin sevinç gözyaşlarında, artık yürüyemez denilen bir gencin adımlarını atarken yaşadığı mutlulukta ‘can’ vardır” diye konuştu.
HER ÇOCUK İÇİN BİR FİDAN
Can Sağlık Grubu’nun sosyal sorumluluk projeleriyle de toplumda ilgi uyandıran bir sağlık kuruluşu olduğunu ifade eden Keskiner, hekimliğin yalnızca bir insanın sağlık sorunlarını gidermek, onu iyileştirmekle sınırlı olmadığını düşündüklerini söyledi. Bu anlamda bireylerin ve toplumun fiziksel, ruhsal ve sosyal çevreleriyle de sağlıklı bir ortamda yaşamalarının gerekli olduğuna inandıklarını belirten Keskiner, şöyle devam etti: “Pandemi sürecinde de Kovid-19 nedeniyle insanlığın bütününün çok ağır bedeller ödemek durumunda olduğu ve çaresiz kaldığı felaketlerin altında yatan en temel faktör, çevre sorunlarıdır. Biz yıllar önce Bozdağlar’da terör nedeniyle yakılan bir dağlık araziyi ‘her çocuk bir fidan’ kampanyasıyla on binlerce fidanla ağaçlandırdık. Aynı çabayı bugün İzmir’de Ege Orman Vakfı işbirliğiyle sürdürmek çabasındayız. Can’da doğan her çocuk için bir fidan dikiyoruz. Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşasınlar istiyoruz. Ve bütün bunları büyük bir aşkla yapıyoruz. Ve inanıyoruz ki her çocuk gibi her fidan da bir aşkın ürünüdür.”
PANDEMİDE ÇOK
AKTİF ÇALIŞTIK
KOVİD-19 sürecinde Can Sağlık Grubu’nun Sağlık Bakanlığı ile sürekli işbirliği halinde, pandeminin hızlı bir şekilde kontrol edilebilmesi, etkilenen insanların sağlığına kavuşturulmaları konusunda çok aktif olarak çalıştıklarını belirten Can Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Muzaffer Keskiner, gerek bölgedeki endüstriyel işletmelerde kolay ulaşılabilir ve ekonomik PCR gibi laboratuvar çalışmaları, gerekse olağanüstü hijyen koşulları sağlayarak, bulaş riskini en aza indirecek önlemleri aldıklarını ve ileri düzey yoğun bakımlar ve servisleriyle insanlarımızın yanında olduklarını bildirdi. Pandemide objektif bilim insanlarının bakışıyla temel sorunun, çevre ve iklim değişiklikleri olduğunu ifade eden Keskiner, şöyle devam etti:
MİMİKLERİMİZİN ÖNEMİ
“Nitekim Dünya Sağlık Örgütü dahi çevre ve iklimde insan soyunun yarattığı yıkım bedelinin çok ağır olabileceğini, daha olumsuz senaryolara hazırlıklı olmamız gerektiğini belirtiyor. Yaklaşık bir yıllık pandemi sürecinde kullanmak zorunda kaldığımız maskeler nedeniyle mimiklerimiz ve beden dilimizin iletişimde ne kadar önemli olduğunun ayrımına vardık. Yine mesafeler nedeniyle dokunma duyumuzu yitirmeye başlıyoruz. Ümit ederim ki bu süreç, bu duyularımızı bütünüyle kaybetmeden sona erer. Dijitalleşen sağlık hizmetleri dönemine giriyoruz. Bu aynı zamanda yıkımı hızlandıran bir kısır döngü. Hiçbir teknolojik ürün, hekimin hastayı dinlemesi, elleriyle dokunarak muayene etmesi gibi mesleki temellerin yerini alamaz. Belki de istenilen insanın bütünüyle bireyselleştiği, birlikte olma gücünün ortadan kalktığı yeni bir çağ yaratmaktır. Geleceğin sağlık kuruluşlarının daha yoğun teknoloji kullanan, ancak bir o kadar da çevre ve iklim değişimlerine duyarlı kuruluşlar olacağını ümit ediyoruz.”
SAĞLIK TURİZMİNDE
ÜLKEMİZ ÖNE ÇIKIYOR
TÜRKİYE’nin sağlık turizmi açısından pek çok avantajı bulunduğunu ifade eden Op. Dr. Muzaffer Keskiner, bu alanda köklü bir geçmişe sahip olduğumuzu söyledi. “Türkiye, coğrafi ve stratejik konumu, onaylanmış hizmet kalitesi, iklimi, üç farklı kıtada, dört saatlik uçuş mesafesinde, 1.5 milyar insana erişebilir olması sebebiyle öne çıkıyor” diyen Keskiner, özellikle Ege Bölgesi ve Ege’nin incisi İzmir’in, tarihi, kültürel yapısıyla sağlık turizminde dünyanın merkezi olabileceğini vurguladı. Bunun tek başına Can Sağlık Grubu olarak başarılabilecek bir iş olmadığını kaydeden Keskiner, “İzmir’deki tüm kamu ve özel sağlık kurumlarının işbirliğiyle hareket ederek, elde edebileceği bir başarı. Bu sebeple ben, tüm sağlık kurum ve kuruluşlarını İzmir’i sağlık turizminde dünyanın başkenti yapmaya davet ediyorum” ifadelerini kullandı.
ÖNCE İNSAN
CAN Sağlık Grubu olarak ulusal ve uluslararası sağlık politikalarını sentezleyerek uygulayan, yenilikleri ve trendleri yakından takip eden, teknolojik altyapı ve donanımlarını sürekli olarak değiştiren ve güncelleyen bir yapıya sahip olduklarını belirten Op. Dr. Muzaffer Keskiner, bu bağlamda ‘önce insan’ ilkesiyle, yeniliklerin ışığından bütüncül bir sağlık hizmeti vermeyi planladıklarını söyledi.
AŞKLA ANNELİK
TEN tene temasın (TTT) anne-bebek gelişimine olan olumlu etkisinin artık pek çok ebeveyn tarafından bilinen bir gerçek olduğunu belirten İzmir Özel Can Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Özden Varol, araştırmaların ilk doğum anında anne ile bebek arasında kurulan ten tene temasın, bebeklerin anne sütü ile beslenme oranını iki kat fazla artırdığını gösterdiğini bildirdi. Dünyaya gelen tatlı miniğinizin nefes almaya başladığı andan itibaren hissettiği güven ve bağlanma ihtiyacının önemine vurgu yapan Varol, “Doğan her bebek, aldığı ilk nefesle tutunacak bir yer arar. Avuçlarına dokunan her şeyi tereddütsüz kavrar, sarar ve yabancısı olduğu dünyaya elleriyle tutunmak ister. Ciddi bir mücadele verir. Hayat, bağlanmadan ibarettir. Bebeğiniz o ilk temasla anneye, ardından babaya ve aile üyelerine ve zamanla yaşama tutunur. Güvenli bir bağlanma için göz, ten ve işitsel temasın mutlaka olması gerekir” dedi.
NASIL UYGULANIR?
TEN tene temasın, aslında olması gereken doğal sürecin kendisi olduğunu belirten Varol, şunları söyledi: “Basitçe, bebeğin doğduktan hemen sonra çıplak olarak annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi, kuru ve sıcak tutmak için battaniyeyle örtülmesidir. Bebek ilk emzirmesi bitene kadar kesintisiz olarak anne göğsünde kalır. Özellikle dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken nokta, bebeği annenin kıyafeti veya bir havlu üzerine koymak, giyinik ya da beze sarılmış haldeki bebeği anneye vermek ya da yanak yanağa bir kaç saniyeliğine anne ile bebeği buluşturmanın, ten tene temas olmadığıdır” şeklinde konuştu.
ANNE SÜTÜYLE BESLENME İKİ KAT FAZLA ARTIYOR
DÜNYA Sağlık Örgütü’nün 2003 yılından beri bebeğin kilosu, gebelik haftası, doğum şekli ve klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğanların ten tene temas bakımını almalarını önerdiğini söyleyen kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Op. Dr. Özden Varol, yapılan araştırmalara bakınca doğumda TTT yapılan bebeklerle rutin hastane bakımı yapılan bebeklerin karşılaştırıldığını, buna göre 3. ve 6. ayda sadece anne sütüyle beslenme oranının TTT yapılan bebeklerde iki fazla olduğunun tespit edildiğini ifade etti. Anne sütü ile beslenme oranının yanı sıra annenin yaşadığı meme ağrısı ve anksiyetenin de üçüncü günde daha az olduğunu sözlerine ekledi.