Güncelleme Tarihi:
Betül KARABACAK/İSTANBUL, (DHA) - İSTANBUL Yeni Yüzyıl Üniversitesi'nde düzenlenen "Kimlik Siyaseti ve Siyasetin Kimliksizleşmesi" başlıklı Ulusal Akademik Konferansta konuşan İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu, "Sığınmacı meselesi yüzünden Avrupa Birliği'nin neredeyse iç ahengi bozuldu, Schengen rejimini sorgular hale geldiler. Sınırsızlık Avrupa'sı dikenli teller Avrupa'sına döndü. Sınırlar kalınlaştırıldı. Suriye meselesinde Türkiye'nin yalnız bırakılmaması gerekiyor. Dünyanın uluslararası sisteminde Batı merkezli kurumsal yapılar var. Onların da bu işe biran evvel katkı sunması gerekiyor" dedi.
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencilerinin hazırladığı konferansta; Günümüzde kimlik ve siyaset, Göç, Göçmenlik ve kimlik, Kadın hareketleri ve demokrasi, Kimlik siyaseti ve demokratikleşme, Ulus-devlet, kimlik ve demokrasi, Kimlik ve siyasi partiler, Kimlik politikaları ve küresel siyaset, Yerelleşme, küreselleşme ve kimlik, Irkçılık, yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, islamofobi, Ekonomi, kimlik ve siyaset, Sivil Toplum, kimlik ve demokrasi, Yeni toplumsal hareketler ve kimlik, Milliyetçilik, demokrasi ve kimlik, Güvenlik, kimlik, özgürlük, Çağdaş toplumsal hareketler ve kimlik politikası başlıkları konuşuldu.
"ATALARINDAN DEVRALDIKLARI MİRASI BİR SAVAŞIN ÖZNESİ HALİNE GETİRMEK İNSANLIĞIN SONUNU HAZIRLIYOR"
"Bugün insanlığın içine düştüğü girdap ve bir türlü çözemediği sosyal düğüm haline gelmiş olgular bu bilimsel buluşmanın alt başlıkları. Bunlar, göç meselesi, sığınmacılar meselesi, kadın kimliği, cinsiyet ayrımcılığı, İslamofobi, yabancı düşmanlığı, yani bir anlamda ötekileştirme süreci ve bunun bir türlü engellenememesi, daha çok mezhepsel ve etnik milliyetçiliklerin ayrışmaların, düşmanlaştırıcı yaklaşımların irdelenmesi" diyen Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Soğuk savaş bittikten sonra, bloklu dünya dağıldıktan sonra mikro milliyetçiliklerin öne çıkartıldığını ve perde arkasından o büyük çıkar çatışmalarının bir öznesi haline getirildiğini gördük. Bunun en belirgin sahası da Balkanlar oldu. Balkanlaştırma diye bir kavramdan söz etmeye başladık. Aynısını bugün Suriye'de yaşıyoruz. Buna da Suriyelileştirme diyoruz. Bu ikisinin ortak noktası ikisi de etnik ve mezhepsel yada birbirinden farklı kimliklerin bir arada yaşama iradesinin dinamitlenmesi. Oysa nedir paylaşılamayan? Aynı oksijeni, aynı kültürü yaşamış, birlikte inşa etmiş, atalarından devraldıkları bu mirası bugün paylaşamamak, bunu giderek bir savaşın öznesi haline getirmek insanlığın adeta sonunu hazırlıyor. Tabii burada uluslararası hukukun, hak, adalet anlayışının da bir anlamda ortadan kalktığını görüyoruz. Burada esas olan şey ayrımcı bir yaklaşımdan öte bütünleştirici, toplulukları bir arada tutabilecek ortak paydaları güçlendirmek gerekiyor. Burada hukuka çok iş düşüyor. Ama adalet ve hukuk gibi soyut görünen kavramları somuta indirgeyecek olan kurumlardır. Önemli aktörlerin bu konuları, baş tacı etmesi lazım. Asıl sorun burada düğümleniyor."
"SURİYE'NİN İÇ SAVAŞINI TÜRKİYE ÇIKARMADI"
Türkiye'nin Suriye'de yaşanan olumsuzlardan doğrudan etkilenen bir coğrafya olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu, sözlerini şöyle noktaladı:
"Ama Türkiye meseleye insan odaklı baktı. Sonuçta mazlum üreten bir süreç oldu bu süreç. Onlara kapılarını kapatmayıp olabildiğince çözüm odağı olmaya çalıştı. Ama bunun da bir katlanabilir noktası var. 3 milyona yaklaşmış bir sığınmacı var. Bunların bırakın diğer sofistike ihtiyaçlarını temel ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Bunu Türkiye tamamen sırtlandı. Oysa bunun bir uluslararası boyutu var. Suriye'nin iç savaşını Türkiye çıkarmadı. Süreci tek başına yönetecek durumda değildi. Adına koalisyon güçleri denilen Suriye özelinde buluşmuş dünyanın en önemli ülkeleri bir araya geldi. Her şeyden önce Birleşmiş Milletler diye bir küresel çatı örgüt var. Onun mesela 1950 yılında kurulmuş Mülteciler Yüksek Komiserliği diye bir teşkilatı var. Bunun dayandığı bir uluslararası mülteciler hukuku var. Yani sığınmacı, mülteci, göçmen kavramları birbirinin halkaları aslında. Bütün bunlara yine uluslararası hukukun kol kanat germesi gerekiyor. Uluslararası hukuku da harekete geçirecek olan kurumlar. İşte bu noktada Türkiye adeta Birleşmiş Milletler görevi üstleniyor. Bu da çok sürdürülebilir bir şey değil. O açıdan sürekli bu çağrıyı yapıyoruz."
(FOTOĞRAFLI)