Güncelleme Tarihi:
İSTANBUL (DHA) - Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Narlı, 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” dolayısıyla yaptığı açıklamada "Her dönemin tartışılan konularından biri olan kadına karşı şiddette Türkiye’nin, karnesi oldukça zayıf" dedi.
Toplumun hemen her kesiminde, her yaştan ve eğitim düzeyinden kadının başlıca sorunlarından birinin şiddet olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nilüfer Narlı, şunları söyledi: "Yaşanan cinayetlerden, sokaktaki sözlü tacizlere kadar her gün binlerce kadın bu durumla karşı karşıya kalıyor. Araştırmalar Türkiye’de neredeyse her iki kadından birinin yaşamının herhangi bir döneminde şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Üstelik çalışan ve beyaz yakalı “kentli” kadınlar da eşinden ya da sevgilisinden şiddet görüyor ancak dile getiremiyor. Toplumun her kesimindeki bu yoğun şiddet unsurunun önüne geçebilmede, okullardaki eğitim sisteminden hukuksal yaptırımların uygulanmasına, medyanın rolünden şiddeti gören kişinin kendisine kadar pek çok faktör etken."
Türkiye’de şiddeti normalleştiren söylemler var
Türkiye’de kadınlara karşı şiddeti destekleyen birçok deyim olduğunu söyleyen Prof. Dr. Narlı, “'Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyin', 'Dayak cennetten çıkmadır' gibi söylemler şiddet içeren davranışları haklı bulduğumuzu göstermiş olur. Saldırıya uğrayan birey de şiddete neden katlanması gerektiği konusuna geçerli bir neden bulmuş olur. Dolayısıyla şiddeti kabul eder. Nitekim yapılan araştırmalara da baktığımızda kadınların bir çocuğunun bu durumu kabul ettiğini görüyoruz” dedi.
Şiddet ya babadan miras ya da sokaktan ders
Şiddetin kişilik bozukluğu olduğunu ve sonradan öğrenilen bir davranış olduğunu söyleyen Prof. Dr. Narlı, şöyle devam etti: “Erkek yetiştiği ailede babasından şiddeti öğrenmiş olabilir. Sokaktaki diğer erkeklerden öğrenmiş olabilir. Şiddet sonradan öğrenilen bir davranıştır. Eğer şiddet konusunda kendimizi kontrol edemiyorsak, o zaman kişilik bozukluğuna girer ve tedavi gerektirir. Türkiye’de birçok erkek şiddet kullanmanın ‘erkeklik’ olduğunu düşünür. Şiddet kullanarak kadını susturacağını, kadın üstünde bir hakimiyet kuracağını, onu istediği gibi sömüreceğini ve yönlendireceğini düşünür. Bu nedenle şiddet kullanır. Bu kesinlikle bir eğilim değil öğrenilmiş davranış ve kadın üzerinde otorite kurmak ve kadını sindirmek için kullanılan bir yöntemdir. Bunun önüne geçmek için her türlü şiddetin okullarda ‘İnsan Hakları’ derslerinde öğretilmesi gerekiyor."
İşsizlik şiddete başvuruyu artırıyor
"Araştırmalar şiddete başvuran erkeklerin kendine olan güveninin zayıf, kendini yetersiz bulan, dürtülerini kontrol edemeyen kişiler olduğunu gösteriyor. İşsiz olan erkeklerde bu durumun sık görüldüğü gözlemleniyor" diyen Narlı “Kendine olan güveninde büyük bir zedelenme yaşayan erkek, eve ‘ekmek’ getiremediği için artık kendisini yeterli hissetmiyor ve öfkeyle şiddete başvuruyor. Önce kendisine kızıyor, kendisinden nefret ediyor fakat kızgınlığını ve öfkesini kadını döverek azaltıyor” diye konuştu.
"Kadınlar şiddeti kıskançlık olarak görüyor"
Türkiye’de şiddet döngüsünü kırmanın önündeki en büyük engelin halk arasında şiddetin ne olduğunun anlaşılmaması olduğuna dikkat çeken Narlı, şöyle devam etti: “Çoğu kadın için bir iki tokat şiddetten sayılmıyor. Kadınlar tarafından psikolojik, ekonomik, sosyal ve cinsel şiddetin ne olduğu bilinmiyor ve eşler arasında zorla cinsel ilişki kadınlık görevi olarak algılanıyor. Aile, komşu ya da herhangi bir kişi ile görüştürülmemesini ise kadınlar eşlerinin kıskançlığına bağlıyor."
Yüksek öğrenim gören kadınlar yaşadığı şiddeti paylaşmıyor
Şiddetin toplumun hemen her kesiminde kendisini gösterdiğini, her ne kadar üniversite mezunu, kariyer sahibi de olsalar, şiddete uğrayan “beyaz yakalı” kadınların durumlarını sakladıklarını ve birlikteliklerini sürdürdüklerini ifade eden Narlı, "Yüksek öğrenim gören kadınların ekonomik bağımsızlığı olmasına rağmen aile birliğinin bozulmasını istemedikleri ve çocuklarını düşündükleri için bu duruma sessiz kalabildiğini söylüyor. Türkiye’de birçok kadın boşanmanın kadınlarda bir damgalanma yaratabileceğini düşünüyor. Kendi annesinin babasının boşanma durumunda çok üzüleceğini düşünebiliyor. Yani kendi annesinin babasının, etrafından göreceği baskıdan dolayı boşanmamak için elinden geleni yapıyor ve sessiz kalmaya çalışıyor" dedi.
Şiddete maruz kalmanın sonuçları
Prof. Dr. Nilüfer Narlı’ya göre şiddet gören kadınlar büyük bir travma geçiriyor. Şiddet gören kadınların bu travmayı çocuklarına taşıdıklarını ve hem fiziksel hem de psikolojik olarak örselendiklerini belirten Narlı sözlerini şöyle noktaladı: “Akıl sağlığı sorunlarıyla karşı karşıya kalanlar var. Hamilelik döneminde ise şiddet gören kadınların çocuklarının da akıl ve ruh sağlığı sağlığıyla ilgili ciddi sorunları olabiliyor. Son 15 yıldır ana akım medya kadına karşı şiddeti bir insan hakları sorunu olarak görerek İnsan Hakları perspektifinden ele alıyor. Bu konuyla ilgili özellikle sosyal medyanın çok büyük bir güç.Duyarlılık ve farkındalık projeleri geliştirmek çok önemli."
(FOTOĞRAFLI)