Güncelleme Tarihi:
Sinem ERYILMAZ / İSTANBUL, (DHA) - ORTA DOĞU ve Akdeniz’deki enerji ekopolitiğinde Türkiye’nin rolü ve denge çalışmaları hakkında değerlendirmelerde bulunan Dr. Eray Güçlüer, Türkiye'nin bu bölgelerde stratejik dengeye ulaştığını ifade etti.
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Terör Uzmanı Dr. Eray Güçlüer, Orta Doğu ve Akdeniz’deki enerji ekopolitiğinde Türkiye’nin rolü ve denge çalışmaları hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Orta Doğu'da 2010 yılında başlayan Arap Baharı'nın oluşturduğu travmatik problemler ve mevcut çatışma dinamikleriyle, Doğu Akdeniz'deki enerji ekopolitiği üzerinde bölgesel ve küresel güç mücadeleleri arasında önemli bağlantılar olduğunu söyleyen Güçlüer, bunlardan ilkinin17 Aralık 2010 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile İsrail arasında Doğu Akdeniz'deki enerji alanlarının tespitine ilişkin imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması olduğunu belirtti.
GKRY'nin bu anlaşmayla bölgede kendine tek taraflı meşruiyet kazandırmayı amaçladığını ancak bu tarihin aynı zamanda Tunus’ta Arap Yangını'nın da başlama tarihi olduğunu ifade eden Güçlüer, "Dolayısıyla küresel güçler bir tarafta zemin oluştururken diğer tarafta bu zeminin önünü açacak ikinci bir süreci yürütmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı tamamlanmadan Orta Doğu’daki sorunların çözülme ihtimalini zayıf görüyorum" şeklinde konuştu.
"AKDENİZ ÜLKELERİ İRAN YAPTIRIMLARINDAN MUAF TUTULDU "
"Orta Doğu'da özellikle İran merkezli ve aslında Çin'i çevrelemeye yönelik oluşumlar zinciri içerisindeyiz" diyerek sözlerine devam eden Güçlüer, "Kurulmak istenen yeni dünya düzenine uygun olarak Orta Doğu'nun tekrar dizayn edilmesi konusundaki somut adımlardan biri, Mısır yönetiminin darbeyle değiştirilmesiydi. Şimdi ise Suudi Arabistan’ın iç yönetiminin adeta Suudi FETÖ’sü tarafından düzenlenmeye çalışıldığına şahit oluyoruz. Aslında Körfez'de önemli gelişmeler olacağının sinyallerini, 2017 yılı mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan ziyaretiyle almaya başladık. Sözde Arap NATO’su kurulma çabaları, yüz milyarlarca dolarlık silah anlaşmalarının yapılması, başta Filistin meselesi olmak üzere birçok Körfez ülkesinin İsrail eksenli politikalara yönelmeleri bunlara örnek olabilir. Bu kapsamda Orta Doğu'da aslında Çin’i hedefleyen nihai gün için ön hazırlıklar yapıldığını söyleyebiliriz" ifadelerini kullandı.
Güçlüer sözlerine şu şekilde devam etti:
"İkinci kademede ise Suudi Arabistan'la birlikte Körfez ülkelerini çevreleyip İran'a yönelik bir operasyonun başlatılması amaçlanıyor. Geçtiğimiz günlerde ABD'nin İran'a yönelik ikinci paket yaptırımlarının yürürlüğe girmesi ve bunun küresel anlamda desteklenmesiyle süreç devam ediyor. ABD, sekiz ülke hariç İran ile iş yapan herkesi cezalandıracağını söyledi. Yaptırımlardan muaf tutulan bu sekiz ülkeye bakıldığında Türkiye, İtalya ve Yunanistan’ın Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, diğerlerinin ise Asya-Pasifik ülkeleri olduğunu görüyoruz. Yani yakın gelecekte enerji potansiyeline sahip olması muhtemel ülkeler ile enerjisi olmayan tüketici ülkelerinden oluştuğunu görüyoruz. Bu tablo bile yeni küresel düzende enerji ekopolitiğine vurgu yapılması açısından önemli bir göstergedir. Dolayısıyla bölgemizdeki sular durulmadı, hatta konvansiyonel askeri riskleri de içerecek şekilde daha da genişleyecek gibi görünüyor.
"ÇİN'İN ÖNÜNÜ KESMEK İÇİN İRAN BASAMAK OLARAK KULLANILIYOR"
ABD’nin bu yaptırımlarının asıl amacının küresel ticari sistemin önemli bir aktörü olan Çin’in çevrelenmesi olduğunu da belirten Güçlüer, "Küresel ekonomide Çin'in daha fazla söz sahibi olması, ABD'nin küresel güç olma nosyonunu azaltıyor. Bu kapsamda Çin ABD tarafından doğrudan kendisine tehdit olarak algılanıyor. Başlangıçta Çin için askeri seçeneklerle kontrol altına alınması düşünüldüyse de bunun mümkün olamayacağı yakın geçmişte anlaşıldı. Bu yüzde Çin'in en zayıf yönü olan ve yüzde 80'ini dışarıdan aldığı enerji konusunda köşeye sıkıştırılması için adımlar atılıyor. Çünkü Çin enerji açığının çok büyük bir bölümünü İran sayesinde kapatıyor. Dolayısıyla ABD, Çin'in ilerleyişinin önüne geçilebilmesi için İran’ın zayıflatılarak dizayn edilmesini bir basamak olarak görüyor. Ancak bunun için öncelikle Körfez ülkelerinin ve Ortadoğu’nun geri kalanın dizayn edilmesi gerekiyor. Küresel güçler planlarını stratejik seviyede uzun süreli yapıyorlar ve adım adım ilerliyorlar" açıklamasında bulundu.
"TÜRKİYE DOĞU AKDENİZ'DE DENKLEM DIŞI BIRAKILMAK İSTENİYOR"
Doğu Akdeniz'de yaklaşık 3.5 trilyon metreküplük doğalgaz ve bir o kadar da petrol rezervi olduğunu kaydeden Güçlüer, bu alanların Akdeniz'in her yerinde değil belli başlı alanlarda olduğunu belirterek, "Tespit edilmiş en büyük enerji alanlarından biri Türkiye ile Mısır arasındaki kıyı şeridine yakın Levanten Havzası. Bir diğerleri ise Mısır ve İsrail açıklarındaki alanlar. Sadece Kıbrıs adasının çevresinde değeri yaklaşık 500 milyar doları bulan 8 milyar varil petrol olduğu tahmin edilyor. Bu alanların bir bölümü Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesinde yer alıyor" dedi.
Yunanistan'ın ortaya koyduğu planların amacının, Türkiye'nin Doğu Akdeniz enerji ekopolitiğinde denklem dışı kalmasını sağlamak olduğunun altını çizen Güçlüer, "Uluslararası hukuka göre Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesi yaklaşık 150 bin kilometre karelik bir alanı kapsıyor. Yunanistan'ın hesaplamalarına göre ise bu rakam çok küçülerek 50 bin kilometrekarelik bir alana iniyor. Münhasır ekonomik bölge ülke kara sularından itibaren 200 mil derinliğe kadar olan mesafeyi kapsar. Bu 200 mil de yaklaşık 370 kilometreye tekabül eder. Bakıldığında Türkiye ile Yunanistan arasında 370 kilometrelik bir saha yok. Dolayısıyla böyle bir durumda uluslararası hukukta hakkaniyet esasına göre, iki tarafın uzlaşması yoluyla çözüme gidilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ancak Yunanistan bölgede Türkiye'nin hak sahibi olmadığını söylüyor. Oradan çıkarılacak enerjinin neredeyse tamamının kendisine ait olduğunu düşünüyor" şeklinde konuştu.
"TÜRKİYE STRATEJİK DENGEYE KAVUŞTU"
Türkiye hem Orta Doğu'da hem Doğu Akdeniz'de stratejik dengeye kavuştuğu söyleyen Güçlüer şunları kaydetti:
"Türkiye Barbaros Hayrettin Paşa Sismik Araştırma Gemisi'yle kendi Münhasır Ekonomik Bölgelerindeki muhtemel enerji alanlarını tespit etti. Şimdi de Fatih gemisi ile sondaj çalışmalarına başladı. Şu ana kadar Türkiye'de yapılan sondaj çalışmalarının ortalama derinliği 8 bin metre iken Fatih'in kapasitesi 12 bin 500 metredir. Türkiye’nin bölgede kendi milli imkânlarıyla enerji çıkarabileceğinin anlaşılması üzerine Yunanistan AB ve ABD’nin de desteği ve şımarıklığıyla karasularını 12 mile çıkarmak gibi bir çaba içerisine girdi. Bu durum, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1995 yılında aldığı karara göre savaş sebebidir. Dolayısıyla Yunanistan ikaz edildi ve şimdilik geri adım attı. Buna paralel olarak Türkiye başta MİLGEM gemileriyle Ege ve Akdeniz’de, Siper ve S-400 füzeleriyle de bölge hava sahasında ve bunlara ilave olarak ürettiği diğer milli ve yerli savunma teknolojileriyle neredeyse her alanda caydırıcılığını oldukça yüksek seviyelere çıkarmayı başardı.
Öte yandan 15 Temmuz'dan sonra özellikle İdlib-Kandil hattında Suriye’deki terörist yuvalarına karşı yapılan askeri girmeler ve Fırat’ın doğusundaki PYD/PKK teröristlerine yönelik Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdahalelerinin sonucu olarak, Türkiye’nin hem Orta Doğu'da hem Doğu Akdeniz'de küresel güçlere karşı stratejik dengeye ulaştığını söyleyebiliriz. O yüzden şu an Türkiye kendi münhasır ekonomik bölgelerinde rahatlıkla enerji arama ve sondaj çalışmaları yapabiliyor. Bunu yapacak güce de sahibiz. Dolayısıyla Türkiye kendi jeopolitik ekolojisinde çok yönlü bölgesel dengelere ulaşmış durumda. Burada Rusya ile işbirliğinin de önemi son derece fazla. Bu denge hali Orta Doğu'da küresel emperyal güçlerin bozucu etkilerine karşı istikrar ve statükoyu muhafaza edebilecek en önemli faktörlerden biridir."
"YABANCI ŞİRKETLER KASITLI OLARAK PETROL BULMADILAR"
Yapılmakta olan arama çalışmalarının yakın gelecekte olumlu sonuçlanarak petrol ve doğal gaz bulunacağına inandığını söyleyen Güçlüer, "Bunun bir sebebi de aramayı yapanların kendi milli unsurlarımız olmasıdır. Bir ülkede 2 bin kuyu açılır da bir tane bile petrol bulunamaz mı? Bu çok büyük bir ironidir. Ben Türkiye'de arama yapan yabancı şirketlerin açtıkları kuyularda maksatlı olarak petrol bulmadıkları kanaatindeyim. Dolayısıyla Türkiye bu petrolü bulduğu zaman enerji ithalatı için harcamak zorunda kaldığı yaklaşık 60 milyar doların ülkede kalmasını sağlayacak. Bu da dış borcun 3-4 yıl içinde kapanması ve fazlaya geçilmesi anlamına gelir. Türkiye'yi çağ atlatacak çok önemli gelişmelerin önünü açacaktır" açıklamasında bulundu.