Güncelleme Tarihi:
İSTANBUL,(DHA) İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür A.Ş.’nin tasarım ve hediyelik eşya markası olan Hediyem İstanbul, İstanbul’un çeşitli semtlerine özgü kokulardan ilham alınarak üretilmiş 5 farklı kolonya üretti..İncir, Mimoza, Lâle, Ihlamur ve Boğaz Esintisi olmak üzere İstanbul’un çeşitli semtlerine özgü kokulardan ilham alınarak üretilmiş 5 farklı kolonya raflara konuldu.
Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Kütük, Hediyem İstanbul’un yeni ürünleri olan “İstanbul Kolonyaları” hakkında yaptığı açıklamada, “Kültür A.Ş. olarak bir yandan İstanbul’un kültürüne ve sanatına yayınlarımız ve etkinliklerimiz ile hizmet ederken, diğer yandan şehrimizin kimliğine dair yepyeni değerler üretmeyi hedefliyoruz,” dedi. Nevzat Kütük, sözlerine şöyle devam etti: “Hediyem İstanbul, kurulduğu günden bu yana, İstanbul temalı ürünleriyle isminden söz ettirmeye başladı. İstanbul’un hususi güzelliklerine dair tasarım ürünlerimize ilaveten şimdi şehrimizin çeşitli semtlerine özgü kokuları da kolonyalar halinde İstanbulluların beğenisine sunmuş oluyoruz” dedi.
İNCİR KOLONYASI: GALATA'NIN GEÇMİŞİNEKİ İNCİRLİKLERİN KOKUSU
İBB'den kokular ve çalışmalarla ilgili şu bilgilere yer verildi:
Hediyem İstanbul tarafından üretilen İncir Kolonyası, İstanbul’un asırlık incir ağaçları altında huzur ve neşe veren bir dinlence vadediyor. Portakal ve elmanın canlandıran enerjisi ile açılan koku, kalbinde barındırdığı yeşil bitki notaları, incir yaprağı, hindistan cevizi, ferah leylak ve büyüleyici gül ile bizleri Bizans dönemi İstanbul’unun Galata semtindeki incir ormanına götürüyor. Dipte odunsu notalar, tonka çekirdeği (Hint baklası) ve misk kokuya sıcaklık katarken kalıcılığını da sağlıyor. İncirin sıcacık ve benzersiz aromasının yanı sıra, tedavi edici özelliği ile de diğer meyveler arasında ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu bilinir. Zengin bir antioksidan ve potasyum kaynağı olan incirin, aynı zamanda enzim, C ve A vitaminleri değerleri de yüksektir. Besleyici özelliği ile cildi nemlendirerek yumuşatır, arındırır ve sıkılaştırır.
Hediyem İstanbul’un kolonyasına ilham veren İstanbul’daki incir ağaçlarının tarihi Bizans dönemine uzanır. Bugünkü Galata semtinin bulunduğu yere, Bizanslılar döneminde incir ağaçlarının bolluğu sebebiyle incir anlamında ‘Sykai’ adı verildiği, daha sonra İ.Ö. 270 yılında Galyalı göçmenler bu semte yerleşince Sykai isminin yerini zamanla semtin bugünki ismi olan ‘Galata’ya bıraktığı tarihî kaynaklarda anlatılır. Galata’nın tarihiyle ilgili en eski bilgileri bize aktaranlardan biri olan ve İ.S. 197 yılından önce yaşadığı sanılan Bizanslı epik şair ve coğrafyacı Dionysios Byzantios, Bizans dönemi İstanbul’u ve Boğaz kıyıları hakkında kaleme aldığı ve otoritelerin “antik coğrafya metinlerinin en önemlilerinden biri” olarak kabul ettiği Boğaziçi’nde Deniz Yolculuğunun Tasviri (Periegesis tou en to Bosporou Anaplous) isimli eserinde, bölgeden Galata yerine Sykides olarak bahseder. Sykides, Yunanca’da Sykai’nın (incir) çoğuludur. Byzantios’a göre, bu bölge adını incir ağaçlarının çokluğu ve güzelliğinden dolayı almıştır. Hatta dönemin kimi yazarlarına bakılırsa, tarihteki ilk incir ağaçları burada yetişmiştir. Fransız doğa bilimci ve topoğrafyacı Petrus Gyllius da, Bizanslıların Konstantinopolis’in bulunduğu körfezin karşı kıyısında yer alan bölgeyi incir ağaçlarının bolluğu sebebiyle “Peran en Sykais [Karşı yakadaki İncirlik]” diye isimlendirdiklerini nakleder.
Osmanlı döneminde ve günümüzde İstanbul’un en meşhur inciri ise, “Sultanselim İnciri” olarak bilinir. Bu incir adını III. Selim’den alır. Rivayete göre, Sultanahmet Camii bahçesinde yetişen bu incirden yiyen III. Selim meyveyi çok beğenir ve “Aman, bu inciri kaybetmeyin, çoğaltın,” der. İstanbul’da Sultanselim inciri dışında meşhur olan Kavak inciri ise, Rumelikavağı’nda ve Anadolukavağı’nda yetişir ve bu ağaç Ağustos ayında meyve verir. Bu ağacın meyvesi, mor renkli, hoş kokulu, damla biçimli, ceviz büyüklüğünde ufak bir incirdir.
MİMOMA KOLONYASI: BÜYÜKADA'DAN GELEN MİMOZA ESİNTİSİ
İstanbul florasında sembolleşmiş birtakım çiçekler ve ağaçlar vardır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de Mimoza’dır. Özellikle Büyükada’da Şubat’ın son haftası cemrelerin toprağa düşmesiyle birlikte çok güzel bir canlanma başlar. Mimoza ağaçları ardı ardına çiçeklenir ve ortalığı bir anda keskin bir mimoza kokusu sarar. Bu güzelliği adanın yerlisi olanlar yaşar. Ada Mimozası olarak bilinen mimoza cinsi uzun boylu bir ağaç türüdür ve çok güzel kokar. Latince adı Acacia Dealbata olan bu ağacın anavatanı Güneydoğu Avustralya ve Tazmanya’dır. Oralardan İstanbul’a nasıl geldiği ise meçhuldür. Bahara doğru lodosun getirdiği ılıman rüzgarla çiçeklenen bu güzel ağacın dalları yavaş yavaş sarı sarı tomurcuklanmaya başlar. İşte bu dönemde toplanacak mimozalar özellikle Büyükada ve diğer Prens Adaları’ndaki evlerin içini mis gibi kokutur.
Büyükada’nın mimoza ağaçlarının güneş renginde sapsarı, parlak çiçekleri ve tatlı, hafif kokusu baharın gelişini müjdeler. Bulunduğu yeri adeta altın bir taç gibi sapsarı renk tonlarıyla sarmalar. Mimoza çiçeklerinin kokusu, çevresini baş döndürücü bir ferahlıkla doldurur ve bu narin koku her güne mutluluk ve neşe katar. Hediyem İstanbul tarafından üretilen Mimoza Kolonyası, büyüleyici kokusu ile, bizleri tatlı bahar çiçekleri ve yemyeşil doğasıyla Büyükada’nın büyülü diyarına davet ediyor. Kokunun kalp notası olan mimoza çiçekleri, aldehitler, romantik gül ve taze leylaklar ile çevrelenirken baş döndüren, çekici kokusu ile eşsiz güzelliğini ortaya koyuyor. Alt notadaki misk ise bu hoş kokunun sıcak çekiciliğini artırıyor.
IHLAMUR KOLONYASI: BEŞİKTAŞ'TAKİ IHLAMUR VADİSİ'NDEN YAYILAN HOŞ RAYİHALAR
Ihlamur ağacı, güzel kokulu çiçeklerinden dolayı ve bir gölge ağacı olarak yetiştirilir. Ortaçağ’dan bu yana ıhlamur ağacının çiçeklerinin geleneksel olarak terlemeyi teşvik etmek, ateş düşürmek, mideyi yumuşatmak, migren ağrılarını azaltmak ve stresi azaltmak için çay halinde kullanıldığı bilinir. Tıpkı yatıştırıcı etkisi bulunan ıhlamur çayı gibi ıhlamur çiçeği banyosunun da sakinleştirici ve kasları gevşetici bir özelliği vardır. Hediyem İstanbul tarafından üretilen Ihlamur Kolonyası, Beşiktaş’taki Ihlamur Vadisi’nden gelen mis kokulu bir esinti vadediyor. Tazelik veren limon, portakal ve yeşil bitkiler ile ilk vuruşu yapan koku, kalbinde en doğal haliyle güzel kokular yayan eşsiz ıhlamur çiçeklerini, yasemin, gül ve sıklamen buketi ile buluşturarak zengin bir çiçek harmanı sunuyor. Dipte odunsu ve tatlı notaların eşsiz misk ile harmanı kokuya güç katıyor.
Ihlamur, Osmanlı döneminde çevre illerden ağaç fidanı getirilmesiyle ilgili fermanların neredeyse hepsinde kendisine yer bulur. ‘Macar ıhlamuru’ adıyla da anılan gümüşî ıhlamur, orman ağacı olmasına rağmen özellikle Lâle Devri’nden itibaren İstanbul’un hemen her yerine dikilir. 40-50 metreye kadar uzayabilen, bin yıl yaşayabilen geniş tepeli bir ağaçtır. Yapraklarının üst yüzü koyu yeşil ve seyrek tüylü, alt yüzü gümüşî beyaz tüylerle kaplıdır. Adını da bu gümüşî tüylerden alır. Temmuz ayında açan çiçekleri güzel kokar. Hoş kokusu ve çiçeklerinden elde edilen leziz çayı ile meşhur olan bu ağaç, özellikle İstanbul’un korularında, mesire yerlerinde ve Hıdiv ve Ihlamur Kasırlarının bahçelerinde çokça bulunur. Ihlamurlarıyla bilinen mevkiler içerisinde en meşhuru ise şüphesiz ki Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi’dir. III. Ahmed döneminde Tersane Emini Hacı Hüseyin Ağa’nın mülkü olduğu için “Hacı Hüseyin Bağları” adıyla tanınan bir mesire yeri olan Ihlamur Vadisi, Hüseyin Ağa şaibeli mal varlığı sebebiyle gözden düşüp idam edilince Hüseyin Ağa’nın diğer mallarıyla birlikte müsadere edilir ve padişaha ait bir “Has Bahçe”ye dönüştürülür.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar “Hacı Hüseyin Bağları” olarak bilinen bu alan, I. Abdülhamid (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi çeker. Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte yeni yapılaşmalara gidilir, Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ihlamur Mesiresi’nin bulunduğu bu alanda da Ihlamur Kasırları’nın yapımına başlanır. Sultan Abdülmecid, Ihlamur Mesiresi’ne bugünkü kasırları yaptırmadan önce de sık sık gelir ve buradaki gösterişsiz ve küçük bağ evinde dinlenir; ünlü Fransız ozanı Lamartine’in de aralarında bulunduğu seçkin misafirlerini burada kabul ederek görüşür. Yüksek çevre duvarlarıyla sınırlandırılmış olan ve ıhlamur ağaçlarıyla dolu bu yeşil alanın içinde ayrıca Mimar Nikogos Balyan’ın 1849-1855 yıllarında tasarlayarak inşa ettiği ve “Nüzhetiye” ve “Ihlamur Kasırları” isimleriyle anılagelen iki yapı yer alır.
LALE KOLONYASI: EMİRGAN'DA LALE ŞENLİĞİ
İstanbul florasında sembolleşmiş çiçeklerin başında hiç şüphesiz ki Lâle gelir. Türlerine bağlı olarak yılın Eylül-Kasım aylarında dikilen lâle soğanları, yine türlerine bağlı olarak bir sonraki yılın Şubat ve Mayıs ayları arasında çiçeklenmeye başlar ve baharın gelişini ihtişamlı manzaralar eşliğinde müjdeler. 17. yüzyılda Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından İranlı Emir Güne Han’a armağan edilmiş olan ve İstanbul Boğazı kıyılarında, Emirgân ve İstinye semtleri arasında yer alan Emirgân Korusu, 2006 yılından bu yana her yıl Nisan ayında İstanbul Lâle Festivali’ne ev sahipliği yapmaktadır. Emirgân Korusu’ndaki rengârenk lâlelerin ihtişamından ve enfes kokularından ilham alınarak Hediyem İstanbul tarafından üretilen Lâle Kolonyası’nın üst notalarındaki ylang ylang, yeşil bitkiler, anason ve leziz meyvelerden oluşan kokteyl bize Emirgân Korusu içerisindeki lâle bahçelerinin yakınında olduğumuzu hissettiriyor. Kokunun kalbinde müge, karanfil, menekşe ile kucaklanan ferah lâleler tüm yumuşaklığı ile yüzümüzü okşuyor. Alt notalarda ise zengin pudramsı notalar ve benzersiz misk bizi büyüleyici bir gezintiye çıkarıyor.
III. Selim devrinde yaşayan Tabib Mehmed Aşkî Efendi tarafından kaleme alınan Takvîmü’l-kibâr min mi’yâri’l-ezhâr adlı şükûfenâmede bildirildiğine göre, lâlenin İstanbul’da revaç bulması, Kanunî Sultan Süleyman’ın bahçeciliğe son derece meraklı şeyhülislâmı Ebussuud Efendi’nin kendisine hediye edilen beyaz bir lâleyi bahçesinde yetiştirmesi ve İstanbul eşrafının da ondan öğrenip bu çiçeği yetiştirmeye başlaması sayesindedir. Kanunî Sultan Süleyman devrinde, 16. yüzyılın ortalarında Avusturya elçisi olarak İstanbul’a gelen ve burada 8 yıl gibi uzun bir müddet görev yapan Flaman asıllı diplomat Ogier Ghiselin de Busbecq, Osmanlı başkentinde geçirdiği süre zarfı içinde, bir taraftan elçilik vazifesini yerine getirirken bir taraftan da İstanbul’daki bitki örtüsünü incelemeye epey bir zaman ayırır. Görevini tamamlayıp Viyana’ya dönerken yanında götürdüğü birçok bitkinin arasında lâle soğanları da vardır. Busbecq, bu soğanları imparatorluk bahçeleri sorumlusu ve botanik uzmanı arkadaşı Carolus Clusius’e verip, Türklerin yetiştirdiği lâleleri ona anlatır. Clusius, Busbecq’in getirdiği soğanlarla Avusturya’da lâle üretmeye başlar. Clusius, bir Protestandır. Katolik baskısının artması üzerine 1593’te lâle soğanlarını da yanına alarak Leiden’e gider ve oradaki üniversitenin bahçesinde lâle yetiştirir. Bu dönemde Hollanda siyasi ve ekonomik olarak büyümektedir ve Doğu ticaretinden zenginleşen Hollandalılar lüks evlerinin bahçelerini Türk lâleleriyle süslemeye başlar.
Hollanda’da 17. yüzyıl başlarında yaşanan lâle çılgınlığı yaklaşık bir asır sonra İstanbul’da canlanıp, bir döneme adını verir. 1703’te Osmanlı tahtına çıkan III. Ahmed tam bir lâle tutkunudur. Hükümdarlığı döneminde çeşit çeşit lâlelerle dolu süslü bahçeler ön plana çıkar, şairler ortaya çıkan yeni lâle türlerini methederler, lâle yetiştirmek İstanbul’un seçkinleri arasında bir hastalık haline gelir. İşte bu sebeple, 1718 ve 1730 yılları arasındaki dönem “Lâle Devri” adıyla anılır. Bu zarif çiçek üzerine Osmanlılar döneminde birçok “şükûfenâme” kaleme alınmıştır. Sultan III. Ahmed’in tahtta olduğu ve damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’nın sadrazamlık mevkiinde bulunduğu Lâle Devri’nde Osmanlı sarayında ser-şükûfeci (baş çiçekçi) olan Lâlezârî Mehmed Efendi tarafından kaleme alınan Mîzânü'l-ezhâr, 1724’te kaleme alınmış olan ve müellifi meçhul Defter-i Lâlezâr-ı İstanbul, 1753’te yazılmış olan ve müellifi meçhul Ferâh-engiz, Belgradlı Ahmed Kâmil Efendi tarafından yazılan Risâle-i Esâmi-i Lâle bu eserlerden bazılarıdır.
BOĞAZ ESİNTİSİ KOLONYASI: ÜSKÜDAR'DA DENİZ HAVASI
Üsküdar sahili boyunca yüzlere vuran Boğaz’ın serin meltemi, Hediyem İstanbul tarafından üretilen Boğaz Esintisi Kolonyası ile bizlerle buluşuyor. Şişenin kapağını açtığımızda su notalarının yüzümüze dokunduğunu hissediyoruz. Tıpkı Boğaz kıyılarına vurup sularını serpiştiren taptaze serin dalgalar gibi. Kuş üzümünün zengin meyvemsi kokusunu, yeşil bitkiler ve limonun tazeliği ile sarmalayan kokunun kalbi, marin-ozon notaları, narin çiçekler ve taze baharatlı dokunuşlardan oluşuyor. İnci gibi yalılarla süslü Boğaziçi’nden ilham alınarak üretilen ve yalılardaki geleneksel Türk hayatına bir pencere açma iddiasındaki Boğaz Esintisi Kolonyası, alt notalarda ise, sandal ağacı, amber ve miskin yumuşak sıcaklığından oluşan bir kombinasyonla bizi sarıp sarmalıyor ve tam bir arınma ve yenilenme hissi sağlayarak İstanbul Boğazı’nda ferahlatan mavi bir yolculuğa davet ediyor.
(FOTOĞRAF)