Güncelleme Tarihi:
Altınordu'da forma giyen Hasan Kabze: "Rusya ve Fransa'da edindiğim tecrübeler hem futbola hem de hayata bakış açımda değişiklikler yaptı, ufkumu açtı"
Medipol Başakşehirli futbolcu Joseph Attamah: "Topa tırnaklarımla tutundum"
Süper Lig hakemi Yaşar Kemal Uğurlu: "Ne pes et, ne de hayallerde yaşa"
TFF 1. Lig ekiplerinden Altınordu'da forma giyen Hasan Kabze, Medipol Başakşehirli futbolcu Joseph Attamah ve Süper Lig hakemi Yaşar Kemal Uğurlu, Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) TamSaha Dergisi'ne konuştular.
Soru-cevap şeklindeki röportajlar şöyle;
HASAN KABZE: "RUSYA VE FRANSA'DA EDİNDİĞİM TECRÜBELER HEM FUTBOLA HEM DE HAYATA BAKIŞ AÇIMDA DEĞİŞİKLİKLER YAPTI, UFKUMU AÇTI"
TamSaha ile son röportajını Şubat 2008'de yapmıştın. O dönem, kariyerinin belki de en parlak günlerini geçirip şampiyonluk yaşadığın Galatasaray'dan Rusya'nın Rubin Kazan takımına transfer olmuştun. 2008'den 2017'ye kadar geçen süreçte Hasan Kabze'nin neler görüp geçirdiğini bizlerle paylaşabilir misin?
-Evet, TamSaha ile buluşmamızdan bu yana yaklaşık 9 sene geçmiş (gülüyor)... Bu dönem benim kariyerim ve gelişimimin en güzel yıllarıydı. 2006 sezonunda Galatasaray, 2008 ve 2009 sezonlarında üst üste iki yıl Rusya'da Rubin Kazan ve 2010-2011 sezonunda Fransa'da Montpellier ile şampiyonluklar yaşamak kariyerim açısından çok anlamlı ve çok güzel başarılardı. Sonrasında özlediğim ülkeme geri dönme kararını aldım ve Hector Cuper'li Orduspor ile tekrar Türkiye kariyerim başlamış oldu.
Senin de değindiğin gibi Rubin Kazan ve Montpellier formaları altında farklı Avrupa liglerinde toplam 4.5 sezon top koşturdun. Orada ne gibi deneyimler elde ettin? Buraya göre ne gibi farklılıklar gördün?
-Rubin Kazan'da oynadığım dönemde Teknik Direktör Kurban Berdiyev, bana müthiş katkılar sağladı. Hem oyun disiplini açısından hem de taktiksel olarak çok başarılı bir teknik adam benim gözümde. Onunla çalışmak farklıydı. 2008'de Rubin Kazan takımının 50. kuruluş yıldönümüydü ve ilk kez Rusya Ligi şampiyonluğunu kazandık. Sizin de bildiğiniz gibi bu şampiyonluğun ardından şehirde 40 gün 40 gece kutlamalar yapıldı (gülüyor). Ertesi sezon kimse bir kez daha şampiyon olabileceğimizi beklemiyordu ama biz sistem takımı olduğumuz için kadromuzu koruyup birkaç da oyuncu takviyesiyle bir kez daha şampiyon olduk. Harika bir duyguydu, çok güzeldi. Sonra Rusya Süper Kupası'nı kazandık. Bunlar unutulmaz tecrübeler ve çok güzel anılardı benim açımdan. Hiç kimsenin beklemediği sürprizleri gerçekleştirmiştik Rusya'da. Fransa tecrübelerime gelince... Montpellier inanılmaz güzel bir kulüptü. Kulübün başında mütevazı, komik ve bir o kadar da babacan Louis Nicollin vardı. Montpellier'in efsanevi başkanıyla çalışmak çok keyifliydi. Hiçbir egosu olmayan bir insandı ve kulübün kuruluşundan bu yana başkanlığını yapıyordu. Orada kulüp tarihinde ilk kez Fransa Lig Kupası'nda final oynadık ama maalesef son dakikalarda yediğimiz bir golle kaybettik. Ertesi sezon ise inanılmaz bir başarıya imza atarak Fransa Ligi şampiyonluğu yaşadık. Sezonun ilk yarısında yani 6 aylık bölümde oradaydım. Şampiyonun belirleneceği son maçta da tribünde yerimi almıştım. Takım şampiyon olunca ben de soyunma odasına indim ve sonrasında başkanımızla takım arkadaşlarımızın zorlamasıyla bir anda kendimi sahada, kutlamaların arasında buldum. Beni gördüklerinde taraftarların yapmış olduğu tezahüratı duyunca tüylerim diken diken oldu. Çok mükemmel ve hayatım boyunca unutmayacağım hatıralardı. Türkiye'ye döndükten 4 yıl sonra Montpellier kulübünün 40. kuruluş yılı kutlamalarına beni de davet ettiler. Ne kadar doğru bir kulüpte oynadığımı başlangıçta da biliyordum ama doğrusunu söylemek gerekirse bu kadarını da beklemiyordum. Çok mutlu oldum. Rusya ve Fransa'da edindiğim tecrübeler hem futbola hem de hayata bakış açımda değişiklikler yaptı, ufkumu açtı.
Avrupa macerandan sonra sırasıyla Orduspor, Konyaspor, Akhisar Belediyespor ve Sivasspor'da oynadın. Bu takımlarla unutamadığın anıların var mı?
-Sırasıyla söyleyeyim o zaman ben de... Orduspor'dayken eski takımım Galatasaray'a atmış olduğum röveşata golüm ve 2-0 kazandığımız maç, Konyaspor'da oynarken Gaziantepspor'a attığım gol ve Sivasspor'da oynarken 10 kişi kaldığımız maçta Çaykur Rizespor'a attığım galibiyet golü, Türkiye'ye döndükten sonra geçirdiğim dönemin güzel hatıralarından birkaçıydı.
2000'li yıllarda Bucaspor'un altyapısındayken ve profesyonel futbola adım attığında oynadığın kulübün yöneticiliğini Seyit Mehmet Özkan yapıyordu. Kendisi şu anda da Altınordu'nun başkanı. Altınordu'ya transfer oluşunu buna bağlayabilir miyiz?
-Sayın başkanımız Seyit Mehmet Özkan, ben Bucaspor'da oynarken altyapıyla çok yakından ilgilenen bir yöneticiydi. O dönem bize çok destekleri olmuştu. O dönemde B Genç Türkiye Şampiyonu olmuştuk ve 4-5 oyuncu profesyonel takıma çıkmıştık. Bizim için futbolcu olma isteği ve yolculuğu da işte o zaman başlamıştı tam olarak. Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Altınordu'ya dönmemin arkasında ona ve futbol anlayışına olan inancım yatıyor. Başkanımız Mehmet Özkan'ın çok sevdiği ve gerçekten özel hayatından daha fazla değer verdiği Türk gençleri için yapmak istediklerini bildiğim bir kulüp yapısına, çok daha tecrübeli ve olgunlaşmış bir futbolcu olarak vefa borcumu ödemek ve başkanımıza yardımcı olabilmek için geldim. Kendisi Altınordu resmi web sitesinde benim futbolcu olmamla ilgili yazı yazmış. Çok dikkatle okunması gerektiğine inanıyorum. (http://www.altinordu.org.tr/Bizden-Size/2/189)
Güzel bir noktaya geldik. Altınordu Türk futbolunda altyapıya verdiği önemle ön plana çıkan bir kulüp. Tecrübeli bir oyuncu olarak hem Altınordu Kulübü ve Başkan Özkan'ın vizyon ve hedeflerini hem de kulübün genel durumunu değerlendirebilir misin?
-Evet, Altınordu Türkiye'ye gençler için örnek olacak tek kulüp bence. Çünkü imkânlarına bakıldığında başka hiçbir kulüp bu denli bir düzen içinde değil. Futbol eğitiminin dışında gençlerin gelişimi için birçok imkânı sağlayan, örneğin okul eğitimleri, İngilizce dersleri, satranç turnuvaları, judo dersleri, medya eğitimi, Altınordu tarihi dersleri, kendilerinin ekmiş olduğu meyve ve sebzelerin günlük kahvaltı ve yemeklerde kendileri tarafından toplanıp aşçı tarafından hazırlanması gibi birçok imkânların bulunduğu bir kulüp Altınordu. Ayrıca futbolla alâkalı en son teknolojilerin kullanıldığı, tüm imkânların sağlandığı bir kulüp. Altınordu'nun sahaları çoğu Süper Lig kulübümüzde hatta statlarımızda bile bulunmayan bir zemin kalitesine sahip. Bunların hepsi bir futbolcunun arayıp da bulamayacağı imkânlar ve hepsi de Altınordu kulübünde bir araya getirilmiş. Buradaki hedef Türk futboluna hem yüksek karakterli hem de kendini her anlamda geliştiren kaliteli futbolcular kazandırmak. Türkiye'de ilk kez Futbol Meslek Okulu'nu kurmuş bir kulüpten söz ediyoruz.
Altınordu üç sezondur TFF 1. Lig'de yer alıyor ve ligde kalıcı oldu. Takımın Spor Toto Süper Lig'e yükselebilmesi için yapmanız gerekenler neler sana göre?
-Şu an için oyuncu yapısına baktığımız zaman gerçekten çok yetenekli oyuncularımız var. Hem yetenekli hem ahlaklı, bir o kadar da saygılı genç futbolcu arkadaşlarımız var. Ayrıca uzun süredir bu kulüpte forma giyen Arif Morkaya, Sinan Osmanoglu, Yusuf Abdioğlu gibi tecrübeli oyuncular var. Ben de bildiğiniz gibi takıma yeni katıldım. Genç arkadaşlar hep aşama kaydetmek zorunda. Bunun da en önemli yollarından birisi çok çalışmak. Bu genç arkadaşlarımız daha tecrübeli ve kariyerli oyuncularla çalışmaya başladıklarında üstüne daha fazla koyabilir ve takımın performansı o zaman daha üst seviyeye çıkar diye düşünüyorum. Çünkü insanın kendisini geliştirebilmesi için sadece çalışması yetmiyor. Uygulamada yani antrenmanlarda tecrübeli ve kariyerli oyuncularla yaptıklarından gördüklerini uyguladıklarında idman kalitesi artıyor ve gelişimleri hızlanıyor. Çünkü her an bir şeyler öğreniyorlar... İşte bunların hepsi bir araya geldiği zaman Süper Lig biletini almak da kaçınılmaz olacak.
Altınordu'nun "İyi Birey, İyi Vatandaş, İyi Futbolcu" felsefesini kendince nasıl özetlersin?
-Ülkemizde futbolcu olmak isteyen çok yetenekli gençler var. Ama maalesef çoğu bu hedeflerine ulaşamıyor. Çünkü bazıları az çalışıyor, bazıları yanlış arkadaşlıkları seçiyor, bazıları yanlış hayat yollarına düşüyor. O yüzden bunların hiçbirine müsamaha gösterilmeyen bir kulüp felsefesi olduğunu düşünüyor ve görüyorum. Bu söylemin yanında "Çocuklarımız Geleceğimiz" mottosu var ki, o da çok önemli... Gelişim felsefesiz olmaz...
Altınordu'nun altyapısından son yıllarda Medipol Başakşehirli Cengiz Ünder ve Freiburg'lu Çağlar Söyüncü gibi A Millî Takım'a da genç yaşta yükselmeyi başarmış, umut vaat eden oyuncular çıktı. Genelde genç yaştaki oyunculardan oluşan bu takıma, yaşın ve tecrüben itibariyle ağabeylik yapacaksın gibi görünüyor. Kulüpte saha içi ve dışındaki rolünü anlatır mısın bize?
-Öncelikle bu oyuncular üzerinde Seyit Mehmet Özkan Başkanımız kadar hocamız Hüseyin Eroğlu ve ekibi ile tüm kulüp çalışanlarının çok büyük emekleri olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de yabancı futbolcu olmadan da başarılı olunabileceğinin ilk ve tek örneğini gösterdiler. Bunca yıldır elde etmiş oldukları başarılar ve şampiyonluklarla bütün Türkiye'ye bunu da kanıtlamış oldular. Takım arkadaşlarım gerçekten çok yetenekli gençlerden ve çok iyi niyetli bir gruptan oluşuyor. Futbolcu kardeşlerimin hepsi bana karşı çok saygılı. Ben de elimden geldiğince hem saha içinde hem saha dışında onlara tecrübelerimi aktarmaya çalışıyorum. Yeri geliyor bireysel olarak konuşuyorum. Yeri geldiğinde hep birlikteyken yaşamış olduğum gerçekleri anlatarak onlara birikimlerimi aktarıyorum. Gerçekten hepsiyle çok iyi bir iletişimimim var. Zamanla birbirimizi tanıdıkça bu iletişimi daha da iyi bir noktaya getireceğiz.
Ülkemizde ve dünyada en çok beğendiğin golcüler kimler?
-Real Madrid'in Fransız santrforu Karim Benzema ile Paris Saint Germain'in Uruguaylı golcüsü Edinson Cavani.
Kariyerinde en çok hangi savunma oyuncusuna karşı oynarken zorlandın?
-Fenerbahçeli Bruno Alves ile Paris Saint Germain formasını giydiği dönemde karşı karşıya geldiğimiz Mamadou Sakho beni en çok zorlayan stoperler olmuştu.
Kariyerinde unutamadığın gol ve maçı bizimle paylaşır mısın?
-Galatasaray'da oynarken şampiyonluk yarışındaki son maçtan bir hafta önce Beşiktaş deplasmanındaydık. 51'inci dakikada Tümer Metin'den yediğimiz golle 1-0 geriye düşmüştük. Maç berabere biterse şampiyonluğu kaybedecektik. Kazanırsak umudumuzu son haftaya taşıyacaktık. 60'ıncı dakikada Necati Ateş'in yerine oyuna girdim ve 64'te beraberlik golünü attım. 90+3'te başlama vuruşu bile yapılmayan bir gol daha attım ve maçı 2-1 kazanıp şampiyonluk umudumuzu son maça taşıdık. Taraftarlarımızın o galibiyet golünden sonra yaşadığı sevinci asla unutamam. Son haftada ise Ali Sami Yen'de Kayserispor'u 3-0 yenip Galatasaray'ın efsanevi şampiyonluklarından birisini kazandık. Stadın içinde tam 16 dakika Denizlispor-Fenerbahçe maçının bitmesini nefeslerimizi tutarak beklemiş ve o müsabakanın 1-1 sona ermesiyle şampiyonluğumuzu büyük bir coşkuyla kutlamıştık.
JOSEPH ATTAMAH: "TOPA TIRNAKLARIMLA TUTUNDUM"
Başakşehir'in 23 yaşındaki Ganalı oyuncusu, 2013'te U20 Dünya Kupası'nda Türkiye ile tanıştı ve bronz madalyayı boynuna taktı. Ertesi yıldan itibaren Adana Demirspor formasıyla izlediğimiz genç oyuncu bir istikrar abidesine dönüşünce Süper Lig'in kapısından Başakşehir formasıyla girdi. Futbolcu olabilmek için baba evinden ayrılan, kariyerinin kırılma noktalarında tırnaklarıyla futbol topuna tutunan "joker", hikâyesini TamSaha'ya anlattı.
22 Mayıs 1994 tarihinde Gana'nın Başkenti Akra'da doğdun. Nasıl bir çocukluk geçirdin?
-Akra yakınlarındaki Tema'nın sokaklarında ufak çocuklarla futbol oynayarak büyüdüm. Futbol benim için o kadar öne çıkmıştı ki, annem yemeğe çağırdığı zaman bile "Ben yemeyeceğim" deyip gece yarılarına kadar futbol oynardım. İştahım sadece futboldu.
Akra'nın sosyoekonomik yapısını bize anlatabilir misin? Zor bir hayat mı vardı; yoksa nispeten daha mı kolaydı?
-Baktığınız zaman bizim Ganalı eski futbolcular, yeni futbolcular, aktörler, aktrislerin hepsi Akra'da yaşıyor. Akra öyle çok da azımsanacak bir şehir değil. Bu sebepten dolayı Akra'da doğduğum ve büyüdüğüm için çok da sıkıntı yaşamadım açıkçası. Çünkü Akra yaşanabilecek güzel bir şehir.
Aileni tanıyabilir miyiz?
-Beş kardeşiz. Üç kız, bir erkek kardeşim var. Annem de babam da Akra'da yaşıyor.
Ailende senden başka sporla ilgilenen birileri var mı?
-Erkek kardeşim de futbol oynuyor. Şu an 19 yaşında. Akra'ya çok yakın bir yerleşim yeri olan Tema'da oynuyor.
Futbola olan ilgin nasıl başladı, seni ilk fark eden kim oldu? Gana'daki futbol günlerini anlatır mısın?
-Aslında beni keşfeden kimse olmadı. Daha önce de söylediğim gibi biz sokaklarda futbolu keyif almak için oynadık. Tema'da da bizim genç takımımız vardı. Her idmana giderdim ama maçlara gitmezdim. Çünkü çok da ciddiye almıyordum futbolu. Futbola olan sevgim yüzünden gidiyordum. İnsanlar beni izlesin diye futbol oynamak istemiyordum o dönem... Keyif almak için oynuyordum. Beni keşfeden birisi olmadı. Cumartesi ve Pazar günleri kendi aramızda yaptığımız maçlar oluyordu. O maçlardan birisinde birisi beni gördü ve "Bu takımda lisansın tasdik edilmiş. Bu takımın oyuncususun, öyleyse neden oynamıyorsun?" diye sordu. O zaman kafamda bir kıvılcım çaktı ve kendi kendime, "Evet, neden ben bu takımın oyuncusu olmuyorum" dedim. Bu şekilde karar verdim. İlk defa oynadığımız o maçta birisi gelip bana futbolcu olmam gerektiğini hatırlattı. O günden sonra futbola tırnaklarımla tutundum.
Burada şu soru aklıma geliyor. Bir yandan okul eğitimini sürdürüyor muydun? Hayatla ilgili ne gibi planların vardı?
-Üzerimde biraz baskı vardı. Çünkü babam okulu bitirdikten sonra iyi bir işte çalışmamı istiyordu. Dişe dokunur bir iş yapmamı istiyordu. Bana sürekli, "Futbol oynayan çok insan var Gana'da. Ama birçoğu hiçbir şeyi başaramadı. Çok iyi para kazanamıyorlar. Senin de sonun onlar gibi olmasın. Elle tutulur bir iş yap. Futbol da neymiş?" diyordu. Bunlar istemediğim ve bana ters gelen şeylerdi. Ben de bunun neticesinde futbola devam etmek istediğim için, sonuna kadar gitmek istediğim için babamın evinden ayrılıp kendi başıma yaşayacağım ve kariyerimi sürdürebileceğim bir yol seçtim.
2013-2014 sezonunda Tema Youth takımında forma giydin. Orada nasıl bir futbol anlayışı vardı?
-Tema Youth, adından da anlaşılacağı gibi sadece genç oyuncuları oynatan ve onları satarak para kazanan bir takım. Biz de hep şunu düşünürüz. Evet, bu kulüp bize bir şans veriyor. Biz de bu şansı iyi kullanırsak önce millî takıma, oradan da yurtdışına gitme şansımız olur... Oradan gelen oyuncular da elinden gelenin en iyisini vermeye çalışır. Ben de bu şansı yakaladım. Şansımı iyi değerlendirdim. Çünkü akabinde Gana Millî Takımı ile Afrika Kupası'na gittim. Oradan da Türkiye'de düzenlenen 2013 FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nda forma giydim. Bu şansı iyi değerlendirdim.
Evet, Türkiye'de düzenlenen 2013 FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nda üçüncülük madalyasını boynuna taktın. O turnuvayı nasıl anlatırsın?
-Afrika Kupası'ndan bahsetmiştim. Orada kadroya çağrıldım ama bir sakatlık yaşamıştım. Bu sebepten dolayı kadrodan çıkarıldım ve evde tedavimi sürdürdüm. Tekrar bu Dünya Kupası şansı geldiğinde yerimde başka bir oyuncu vardı. "Ben bugünlere kolay kolay gelmedim. Yerimi kolay kolay kaybetmeyeceğim. Tekrar o formayı geri alacağım" diye kendi kendime söz verdim ve çalıştım. Baktığınız zaman Ganalı, Afrikalı büyük oyuncuların hepsinin geçmişinde bir fakirlik vardır. Ben de fakir bir aileden geldim. Gana Millî Takımı'nda oynayan o dönemki arkadaşlarımın da aileleri fakirdi. Biz hepimiz mücadele ettik ve sonunda da bu bronz madalyayı boynumuza taktık.
2014 yılında Adana Demirspor'a transfer oldun. Hatırladığımız kadarıyla Samsunspor da seni istiyordu. Transfer hikâyeni anlatır mısın?
-Samsunspor ile iki kez görüştüm. Türkiye'de şöyle bir sistem var. Futbolun içerisinde olan insanlar bunu bilir. Böyle turnuvalarda ön plana çıkarsanız peşinizden bir çok menajer koşmaya başlar. Benim durumum da böyle oldu. Birçok kişi beni kulüplere söylemeye çalıştı. Benden habersiz birçok kişi kulüplerle irtibata da geçti. Samsunspor ile ilk görüşmemde de bir yanlış anlaşılma oldu. Menajerler arasında bir sıkıntı çıktı. Ben buraya kadar geldim. Samsunspor ile anlaşamadan geri döndüm. Bir sene daha Gana'da oynamam gerekti. İkinci sefer Samsunspor ile tekrar görüştüğümde bu sefer verdikleri teklif bana az geldi. Menajerim kendilerine daha iyi bir teklif vermeleri için süre tanıdı. Onlar da bu süre içinde gerekli cevabı vermeyince menajerim bir yandan Adana Demirspor ile görüşmeye başladı. Adana Demirspor'un da benim oynadığım pozisyonda eksiği vardı. Talihim yaver gitti. Adana Demirspor da beni istedi. Adana Demirspor maceram böyle başladı. Ama iki kez Samsunspor'un kapısından döndüm.
Adana Demirspor'da harika bir performans sergiledin. İlk sezon 40, ikinci sezon 36 maçta forma giydin. Gana'dan çıkıp gelen genç bir oyuncu için bu rakamlar müthiş. Nasıl bu kadar çabuk adapte oldun?
-Türkiye'deki turnuvadan sonra birçok arkadaşım Avrupa ülkelerine transfer oldu; bir tek ben kaldım. Onlarla idmanlar sonrası hep konuşuyorduk. Onlar da beni motive ediyordu. Sonra kendimi birdenbire Adana Demirspor'da buldum. Bu benim için büyük bir şanstı. Ne olursa olsun tek sahip olduğum şey futbol oynamak ve benim de buna sahip çıkmam gerekiyor. Ben de en iyi şekilde sahip çıkmak istedim. Adana Demir'e geldiğimde şanslıydım. Çünkü beni çok iyi anlayan bir hoca vardı. Ünal Karaman ile ilişkilerim çok iyiydi. Yardımcı antrenörümüz Selçuk Hoca vardı. İngilizce çevirileri bana o yapıyordu. İdmanlardan önce veya sonra Ünal Hoca beni odasına çağırırdı. Benim neler yapabileceğimi söylerdi. Benden beklentilerini anlatırdı. Takım için neler yapacağımı anlatırdı. Ben de idmanlardan önce ve sonra ekstra çalışmalar yapardım. Onlar da benden sahip olduğum gücün daha fazlasını istedikleri için beni hep zorluyorlardı. Benden daha fazlasını alacaklarını biliyorlardı. Adana Demirspor'daki atmosfer ve yardımcı hocanın İngilizce konuşuyor olması benim bu rakamlara çıkmamı sağladı. Şöyle bir anekdot da var. Ben Adana Demirspor'a stoper olarak geldim. Stoper oynuyordum. Sonra ön libero konusunda kulüpte bir sıkıntı çıktı. Bu sıkıntıyı da takım içinden çözmek istiyorlardı. Menajerim yöneticilere söyledi. "Sizin takıma kazandırdığınız Attamah bu işi lâyıkıyla yapar" diye telkinde bulundu. Sonra Adana Demirspor'un bir hazırlık maçında beni denediler. Sahaya çıktım oynadım ve orada kaldım. Bugün hâlâ ön liberoda oynuyorum.
Geçtiğimiz yılın Haziran ayında Medipol Başakşehir ile sözleşme imzaladın. Transfer hikâyeni anlatır mısın?
-Geçen yıl Süper Lig'e yükselme şansımızı Alanyaspor karşısında penaltılarda kaybettik. Benim de o dönem Adana Demirspor ile kontratım bitmişti. Kulüp aramak menajerimin işi. Ben de saha içinde yaptığım işten sorumluyum. O zamana kadar basında haberler çıktı. Trabzonspor'a 5 yıllık imza attığım yazıldı. Gençlerbirliği, Bursaspor gibi takımların bana talip olduğu iddia edildi. Bunlardan birisi Başakşehir değildi açıkçası. Ben de Gana'ya gitmeden bu işi çözmek istiyordum. Menajerim bana, "Bir-iki hafta Türkiye'de kalman gerekebilir" dedi. Türkiye'de bekledim. Gençlerbirliği'nin bir teklifi vardı. Menajerim bir gün beni aradı ve "Uçak biletini alıyorum, İstanbul'a geliyorsun. Senin için İstanbul'da çok güzel bir kulüp buldum. Kendini evinde hissedebileceğin bir yer" dedi. Başakşehir ile görüştüm ve anlaştım. İlk başta kafamda yoktu ama sonra bana en ciddi şekilde yaklaşınca teklifi kabul ettim ve Başakşehir'e geldim.
Bu sezon U21 liginde bir maç forma giydin, ardından röportaj yaptığımız güne kadar 5 Süper Lig, 7 Türkiye Kupası, 1 de Avrupa Ligi maçında formanı terlettin. TFF 1. Lig'den sonra Süper Lig seviyesi seni zorluyor mu?
-Süper Lig'le TFF 1. Lig arasında çok fark var. Süper Lig'de her şey daha üst seviyede. Taktik çok ön plana çıkıyor. TFF 1. Lig'de açıkçası çok fazla taktik yok. Hakkını yemek istemem kimsenin. Hocalar orada da analiz yapıyor ve önem veriyor. Ama mesela benim burada gördüğüm fark şudur. Her hafta için farklı planlarımız var. Bunlar bize öğretiliyor. İyice kafamıza kazınıyor. İdmanlarımızı buna göre şekillendiriyoruz. Süper Lig ile TFF 1. Lig arasındaki farkı belirleyen bence bu taktiksel anlayış. Taktiksel anlayış Süper Lig'de çok daha fazla, TFF 1. Lig'de ise yok denecek kadar az.
Medipol Başakşehir tam anlamıyla oturmuş bir takım ve şampiyonluk yarışında rakiplerini kovalıyor. Takımın şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
-Şunu söylemeliyim öncelikle. Başakşehir'e geldiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Zaten geçtiğimiz sezonu dördüncü sırada bitiren; Avrupa kupalarına gitmeye hak kazanmış bir takım vardı karşımda. Böyle bir takımın içine geldim. Burada bir aile gibiyiz. Bu ailede herkes birbirini çok seviyor. Hem iyi futbolcu hem de çok iyi insanlardan kurulu bir takımız. Hocalar da aynı şekilde. Hepsi çok iyi insan, iyi antrenör. Kulüp çalışanları da mükemmel. Burada herkes çok iyi. Ciddi anlamda bir aile ortamımız var. Herkesin kendine göre hedefleri var. Yaşamak istediği mutluluklar var. Futbol bittikten sonra geçmişe dönüp baktığınızda insanlara, "Ben bu sezon, bu takımda, bu kupayı kazandım, bu şampiyonlukları yaşadım" diyebiliyorsunuz. Ligin ilk yarısını birinci sırada bitirdik, şu an ikinci sıradayız. Arkadaşlarımın da benim de bir hayalimiz var. Bu hayali gerçeğe dönüştürmek için elimizden geleni yapacağız.
Medipol Başakşehir'in çok kaliteli bir oyuncu grubu var. Önemli yıldızlar var. En son Emanuel Adebayor eklendi kadronuza... Yıldız futbolculardan neler öğreniyorsun?
-Ben aslında iyi bir gözlemciyimdir. Takımımızda çok önemli isimler var. Bir çırpıda söylemek gerekirse Emre Belözoğlu, Adebayor, Mossoro, Doka, Visca gibi oyuncularla oynamak bir ayrıcalık. Hem oyunumu oynamaya çalışıyorum hem de her birinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum ki futbolum gelişebilsin. Futbolum ancak bu şekilde gelişebilir. Çünkü halen genç bir oyuncuyum. Bu oyuncularla oynadığım için şanslıyım. Bana ancak hatalarım söylendiği zaman ben bunun üzerine koyabilirim ve daha iyi hale gelebilirim. Çok şanslıyım bu oyuncularla oynadığım için...
Biraz da Gana Millî Takımı'ndan bahsedelim. Şu an Dünya Kupası Afrika Elemelerinde Mısır ve Kongo'nun ardından üçüncü sıradasınız. Bir altınızda Kongo yer alıyor. Önünüzde dört maç daha var. Sence 2018 Dünya Kupası'nda Gana'yı görebilecek miyiz?
-Futbolda her şey mümkün. Her şey bir anda değişebilir. Bulunduğumuz pozisyonu değiştirmek bizim elimizde. Dünya Kupaları tarihine baktığımız zaman Afrika takımları olarak kendimize bir yer bulduk. Bence "Acaba gidebilir miyiz, olur mu, yapabilir miyiz?" deyip enerjimizi buraya harcayacağımıza, "Evet, bu kupaya gideceğiz" demeliyiz ve tüm gücümüzü buna harcamalıyız. A Millî Takım'ın geniş kadrosuna çağrıldım ama Afrika Kupası'na gidemedim.
Türk Millî Takımı'nın maçlarını izliyor musun? Millî Takımımızı nasıl buluyorsun?
-Bence Türk Millî Takımı çok iyi oyunculara sahip. İyi takımlarda oynayan futbolcular var. En son Avrupa Şampiyonası'nda izlemiştim. Millî Takım'ın şanssızlığı oldu. Bir üst tura çıkamaması bence büyük şanssızlıktı. Ama iyi bir takım ve iyi oyuncuları var.
Her oyuncunun bir hayali vardır. Sen de kariyerinin henüz daha çok başındasın. Kendini nerelerde görmek istiyorsun? Hangi ligler ya da takımlarda forma giymek istersin?
-Benim hayalim bir gün Premier Lig'de oynamak. Hangi oyuncuya sorarsanız sorun size bu cevabı verecektir. Ama biliyorum ki şu an Premier Lig'in yolu buradan geçiyor. Başakşehir'de iyi oynamam, üst düzey performans göstermem gerekir ki, bir İngiliz kulübüne transferim gerçekleşsin. Benim önceliğim Başakşehir. Buradaki hedefleri gerçekleştirmem gerekir ki ileride bir Premier Lig kulübüne gidebileyim.
Orta sahada forma giyiyorsun. Pozisyonunda örnek aldığın oyuncular kimler?
-Leicester City'de forma giyen Ganalı Daniel Amartey'i kendime örnek alıyorum. Çünkü baktığınız zaman ben joker pozisyonunda oynayan bir futbolcuyum. İhtiyaç duyulan pozisyonlarda forma giyebiliyorum. Daniel Amartey de ön liberoda oynayabiliyor, stoperde oynayabiliyor, sağ bekte forma giyebiliyor, takımın nerede ihtiyacı varsa orada oluyor. Ben de kendime onu örnek alıyorum.
Abdullah Avcı çok deneyimli bir teknik adam. Kendisiyle nasıl bir ilişkin var?
-Çok iyi bir ilişkimiz var. Baba-oğul gibiyiz diyebilirim. Sadece bana değil, herkese karşı yaklaşımı böyle hocanın. Öyle bir ilişkimiz var. Benim transferimi isteyen kendisiydi zaten.
İstanbul'da nasıl bir sosyal hayatın var? Boş zamanlarında neler yapıyorsun? Hobilerin neler?
-Adana'dan sonra hayatımda değişen çok fazla bir şey olmadı. Çünkü ben evcimen bir insanım. Evden tesise, tesisten eve gidiyorum. O yüzden değişen tek şey şehir oldu. Yaşam tarzımda çok bir şey değişmedi. Şöyle bir gerçek var. Adana'da dışarı çıktığınız zaman sizi kesinlikle rahat bırakmıyorlar. Adana'da yaşayan taraftarlar takımlarını ve şehirlerini çok seviyor. Yarım saatliğine bile dışarı çıksanız, en az iki saat kalabiliyorsunuz. Çünkü önünüzü kesiyorlar, herkes konuşuyor ve bir şey söylüyor. İstanbul'da rahat rahat yürüyebiliyorum ama Adana'da asla böyle rahat yürüyemiyorum.
Peki, o zaman şalgam ve kebap diyelim... Bize ne söylersin?
-Hem kebabı hem şalgamı çok seviyorum. Takım arkadaşlarımla sürekli dışarı çıkar ve kebap yer, şalgam içeriz. Adana'da bir arkadaşım daha var, o da beni sürekli kebap yemeye götürürdü.
Süper Lig'deki ilk golünü daha önce formasını giydiğin şehrin bir başka takımı olan Adanaspor'a attın. Neler hissettin?
-Benim için çok mutluluk verici bir andı. Çok mutlu oldum o golü atınca. Çünkü daha önce oynadığım bir stattı. Biliyorsunuz Adanaspor ile Adana Demirspor derbisi çok özeldir. Üst düzeyde oynanan bir maçtır. İki takımın taraftarı da çok ateşlidir. Özellikle Adana Demirspor'da oynarken Adanaspor ile oynadığımız bir maçta bir asist yapmıştım; golü ben atmamıştım. Ama bu sefer golü ben attım. Adana Demirspor'un ezeli rakibine golü Adana'da atmak benim için çok keyifliydi. Bununla ilgili Demirspor taraftarlarından çok mesaj aldım. Ben de çok mutlu oldum. Adana'da yolda yürürken sokakta hem Demirspor hem Adanaspor taraftarına rastlıyorsunuz. Bir yandan Demirspor taraftarı diyor ki; "Bir yere gitme, bizimle kal..." Diğer yandan Adanaspor taraftarı da, "Onları bırak bize gel" diyor. Ama ne olursa olsun Adana'da yaşarken bir takımdan rakibe gitmek çok hoş karşılanmıyor. Bu mesela Tiago'nun başına geldi. Adanaspor'dan Adana Demirspor'a gitti. Çok keyifli zamanlar yaşadığını düşünmüyorum.
YAŞAR KEMAL UĞURLU: "NE PES ET, NE DE HAYALLERDE YAŞA"
Hakemliğe televizyon başında maç izlerken yapılan hatalara kızarak 13 yıl önce başladı. Süper Lig'de bu sezonun gözde isimlerinden biri. Çok zor ve meşakkatli diye tanımladığı mesleğine aşk, tutku ve heyecanla bağlı olduğunu anlatıyor, "Güçleniyorsunuz, her geçen gün ayakta kalmayı öğreniyorsunuz, acıyı hissediyor, başarıyı tadıyor, eleştirilerden ders çıkartıp hakaretlere kızmamayı test ediyorsunuz. İşler kötü gittiğinde pes etmemeyi, iyi zamanlarda hayallerde yaşamamayı öğreniyorsunuz" diyor.
Özellikle bu sezon öne çıkan Süper Lig hakemlerinden birisiniz. Sizi daha yakından tanımak ve tanıtmak istiyoruz. En baştan, ailenizden ve yetişme tarzınızdan başlayalım isterseniz.
-İlk olarak ismimle başlamak isterim. Geleneksel bir aile yapımız var. Babamın babasının ismi Kemal, annemim babasının ismi Yaşar'mış. Bana iki dedemin ismi olan Yaşar Kemal adını vermişler. Bu vesileyle bana adlarıyla hayat veren dedelerim nur içinde yatsınlar. Memur bir anne babanın çocuğuyum. Annem ve babam Bayındırlık Bakanlığı'ndan emekli. İlkokulu Özel Olgun Koleji'nde, ortaokulu Anıttepe Lisesi'nde ve liseyi de Özel Yüce Fen Lisesi'nde okudum. Lisenin son yarım dönemini ise Cumhuriyet Lisesi'nde tamamladım. Kredili sistem olduğu için son dönem böyle bir değişiklik yapmış oldum. Şanslı bir çocukluğum oldu. Bunun sebeplerinden bir tanesi, babamın Bayındırlık Bakanlığı'nda Sosyal İşler Müdürü olmasıydı. Bu sayede yaz kamplarında üç ay kalırdım. Kurum kamplarının eskiden ne kadar eğlenceli olduğunu bilenler bilir. Şanslı olmamın diğer bir sebebi ise Almanya'da amcamla beraber sahip olduğumuz bir İtalyan restoranımızın bulunmasıydı. Bazı yaz dönemlerinde oraya gitmeyi tercih ederdim. Bu sayede hem değişik bir dil olan Almanca için pratik yapma fırsatı bulurdum hem de restoranda gerek serviste gerekse de mutfakta farklı tecrübeler yaşama imkânı yakalardım. Üniversite hayatımın başına kadar çok dolu yaz mevsimleri geçirdim.
Aslen Konyalısınız ve geçmişte bir Konyaspor maçında görevlendirilmeniz de spekülasyon konusu yapılmıştı.
-Sanırım Konyalı olduğumu artık herkes biliyor (gülüyor). Herhalde benden başka hiçbir hakem arkadaşımda böyle bir sorun gün yüzüne çıkmamıştır. Ben Ankara'da doğdum, Ankara'da büyüdüm, Ankaragücü'nün altyapısında oynadım ve üniversite dâhil eğitim hayatımın tamamını Ankara'da geçirdim. Bunları belirtiyorum çünkü dediğiniz gibi kamuoyunda geçen senelerde bu konudan çok söz edilmişti. Evet, aslen Konyalıyım. Babam orada doğmuş ve nüfus kütüğümüz de Konya'da. Konya'da bazı akrabalarım yaşıyor ve her Türk vatandaşı gibi ben memleketinden onur duyan, bununla beraber alın terinin değerini bilen biriyim.
Ailede sizden başka spor yapan var mı?
-Kız kardeşim eskrim yaptı. Onun için ayrı bir parantez açmam lâzım. Benim için çok iyi bir dost, eğlenceli bir arkadaş, güvenilir bir sırdaş, gözünüzün arkada kalmayacağı kalbi tertemiz bir kız kardeş. Yarı olimpik millî eskrimci. Ülkemizi 20'den fazla ülkede ve en önemlisi Akdeniz Oyunları'nda temsil etti. Birçok kez Türkiye şampiyonlukları yaşadı. Ve tüm bu yoğun temposuna rağmen Atılım Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği bölümünü burslu olarak bitirdi.
Gazi Üniversitesi'nden mezunsunuz. Okul günlerinizi bize biraz anlatabilir misiniz?
-Evet, Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. Bölümümü tam anlamıyla sevemedim, aklım hep sporda kalmıştı ve bir yandan da önce futbol oynadım daha sonra da hakemlik yaptığım için okulumu bir buçuk sene uzattım. Ama her zaman Gazi Üniversitesi'ne girmek benim için çok özeldi. Orada okumak ve oradaki arkadaşlarımın hayatıma girmesi benim için çok özeldi. Hâlâ bazıları ile ortak bir whatsapp grubumuz üzerinden haberleşiyorum. Aslında birçoğu ile görüşmek istiyorum ama sosyal medya kullanmadığım için hep uzak kalmak zorunda kalıyorum. Bazen kıskanmıyor değilim sosyal medyadan birbirlerine eski dostlarına rahat ulaşan arkadaşlarımı ama malum Türkiye şartlarında çok zor oluyor sosyal medya kullanımı. Sıkıntılı geçen bir maçın arkasına insanlar oradan deşarj olmak istiyor (gülüyor). Bu yüzden Süper Lig'e çıkmadan tüm hesaplarımı kapattım.
Ankaragücü'nde futbol oynadığınızı söylemiştiniz. Bu konuyu ve futbolla ilk tanışmanızı biraz açalım isterseniz.
-Biraz önce de bahsettiğim gibi futbol her zaman benim aşkımdı. Öyle ki; ilkokulda top bulamadığımız zaman bile teneffüslerde taşla futbol maçı yapardık. Evimizde her zaman bir sürü küçük ve büyük toplarım olmuştur. Salondan mutfağa geçerken bile top saydırırdım. Babamla evin içindeki yaptığım futbol maçlarını saymıyorum tabiî (gülüyor). Ankara'da amatör kulüpte top oynadım. Belirli bir dönem Ankaragücü'nün değişik yaş kategorilerinde oynadım. Şu andaki disiplinim ve antrenmanlarıma olan saygım o zaman da bulunsaydı sanırım bir şeyler olabilirdim (Gülüyor). İnanın hakemlikte o kadar düzenli ve bilimsel antrenman programlarımız oluyor ki; bazen "Bu kadar çalışacağımızı bilseydik futbolcu olurduk" demekten kendimizi alamıyoruz.
Hakem olma fikri sizde nasıl oluştu?
-İşte bu çok ilginçtir. Genelde hakemleri ya bir arkadaşları ya aileden birileri ya da öğretmenleri hakemlik yapmaları için yönlendirir. Israrcı olup onlara destek olurlar. Ama benim hikâyem tamamen farklı ve belki burada bu yazının başlığını koyacaksınız (gülüyor). Ben TV'de maç izlerken yapılan bazı hatalara kızıp "Bunlar hakemlik yapıyorsa ben daha iyisini yapabilirim" diye başladım, ama kazın ayağı öyle değilmiş (gülüyor). Çünkü o zaman çocuğuz. Sene 2002. Hakemlik mesleğini bu şekilde bilemiyoruz. Ayrıca dışardan benim o zaman yaptığım gibi tabiri caizse sallamak en kolayı... Sanırım şimdi de benim gibi çokbilmişler bizim için aynı şeyleri söylüyordur (gülüyor). Daha sonra Ankara Hakem Derneği binasına gittim ve nasıl hakem olabileceğimi sordum. Kurs açılmasını bekledim uzun bir süre. Daha sonra Düzce'de bir kursun açılacağını ve oraya gidebileceğimi söylediler. Okuldan çok samimi arkadaşım olan Murat Karaalp'le beraber Düzce'ye gittim. Kurs hocam sevgili Mevlüt Aşkın'dı. Hakem camiasında ilk tanıdığım kişidir. Karizması ve hitap şekliyle bizi hayran bırakmıştı. Düzce'den mezun olan ekip olarak şu an benimle birlikte sadece Ocak ayında FIFA yardımcı hakemi olan kardeşim gibi sevdiğim Serkan Olguncan kaldı.
Hakemlik çok zor bir meslek. Sürekli hedefteki adamsınız. Genç bir hakemken ne oldu da, "Ben bu işe devam edeceğim" dediniz?
-Hakemlik evet çok zor, evet çok meşakkatli. Bize karşı sarf edilen sözler nedeniyle çok üzülüp çok acı çekiyoruz, inciniyoruz. Ama hakemlik bir aşk, tutku, heyecan. Yıllar içinde çok değişik duygularla karşı karşıya kalabiliyorsunuz ve hepsinden bir şey öğreniyorsunuz. Güçleniyorsunuz, her geçen gün ayakta kalmayı öğreniyorsunuz, acıyı hissediyor, başarıyı tadıyor, eleştirilerden ders çıkartıp hakaretlere kızmamayı test ediyorsunuz. İşler kötü gittiğinde pes etmemeyi, iyi zamanlarda hayallerde yaşamamayı öğreniyorsunuz. Ama bunları öğrenmek zaman alıyor. Çünkü birçok kez pes etme noktasına geldim ama camiamız içindeki büyüklerimiz destek oldu ve işte bu durumlarda da tecrübenin ne kadar paha biçilmez olduğunu öğrendim.
Bir hakem için şöhret sahibi olmak, saha içinde lider pozisyonda bulunmak ya da adaleti sağlamak gibi birçok motivasyon faktörü var. Bu faktörlerden hangilerini kendinize yakın hissediyorsunuz?
-Bence buradaki doğru mantık şöyle olmalı; iyi bir lider adaletli olursa zaten şöhret arkasından gelir. Bu yüzden her zaman liderlik benim birinci sıramda.
6 Şubat 2004 tarihinde PAF Ligi'nde MKE Ankaragücü-Beşiktaş maçına ikinci yardımcı hakem olarak çıkıyorsunuz. O maçı hatırlıyor musunuz?
-Hatırlamaz olur muyum? Babam karşımdaki tribünde, üniversite arkadaşlarımdan birçoğu onun yanında... Gelmelerinin ilk sebebi, okulum Beşevler'de, saha Tandoğan'da, yani yürüyerek 10 dakika. Ama orada olmalarının en önemli sebebi ilk ciddi sınavımda benimle eğlenmekti (gülüyor). Babamla beraber arkadaşlarım maçı izlerken çok dalga geçmişlerdi. Ama saha içinden hatırladığım tek şey seremonide babamı görmemdi. Kendimi rahat hissediyordum. Hakem Neşet Merdin abiydi. Hatta yıllar sonra Süper Lig'e çıktığımda bana defalarca yardımcı hakemlik de yapmıştı.
Süper Lig'de hakemlik görevini ilk kez 29 Ağustos 2015'te Mersin İdman Yurdu-Kayserispor maçında yapabiliyorsunuz. 2002'de hakemliğe başladıktan 13 yıl sonra buraya yükseliyorsunuz. Oldukça uzun bir süre değil mi?
-Son dönemlerde kategoriler arası yükselme hızlandı ve aradaki birkaç klasman kaldırıldı. Benim başladığım dönemde önce yardımcı hakemlik, daha sonra hakem ve yardımcı hakemliği aynı anda yapıyordunuz ve en sonunda da hakem oluyordunuz. Sonrasında da klasmanları geçmeniz gerekiyordu. Şimdi ben de bu kadar anlattım, sanki bir şeyi savunuyormuşum gibi ama şunu ben okusam "Güvenmemişler de maç vermemişler" derdim (gülüyor). Şaka bir yana bu durumuma binlerce kere şükür ediyorum çünkü on binlerce hakem kardeşim başlıyor ve yüzde 99'u bırakıyor ya da Süper Lig kadrosunu göremeden hakemlikleri bitiyor. Onun için gerçekten çok şükür ki 13 yıl sonra olsa bile Süper Lig'de düdük çalabildim ve hâlâ da çalmaya devam ediyorum. Umarım alt klasmandaki dostlarım ve kardeşlerim de bu tadı yaşar. Bunu canı gönülden istiyorum. Ayrıca böyle bir soru soruyorsunuz ama ben 2012'de Süper Lig kadrosuna çıktım ve beş yıldır TamSaha ekibini bekliyorum (gülüyor). Yani hayallerim gerçekleşiyor ama biraz vakit alıyor.
Birçok ligde hakemlik yaptınız. Süper Lig'in diğer liglerle farkını anlatır mısınız?
-Değişen o kadar çok şey var ki anlatmakla bitmez. Hız ve kalite gibi... Ama bence en önemlisi ağır gösterimli kameralar, piero çizimleri, santimetreler ve sayısız kamera açısı (gülüyor).
Röportaj yaptığımız güne kadar 310 karşılaşmada görev aldınız. En unutamadığınız anları bizimle paylaşır mısınız?
-O kadar çok düşündüm ki, bu anıları sansürleyip anlatmak lâzım. O zaman da esprisi ortadan kalkıyor. Ya takımlar ya da hakem arkadaşlarımdan dolayı bazı yerleri kesmem gerekiyor. Onun için belki ileride anlatayım diyelim. Ama şöyle bir şey anlatabilirim. Benim bazı totemlerim vardır yıllardır değiştirmediğim ufak tefek uğurlar. Bunların en önemlisi mavi forma giymiyorum. Şartları sonuna kadar zorlarım gerekirse. Ama o formayı kendi hakem olduğum müsabakada giymek istemem. Geçen senelerde, dördüncü hakem arkadaşım sabah eşgüdüm toplantısından sonra otele geldiğinde bizim için en uygun formanın mavi olacağını söyledi. Ben tabiî ki giymek istemedim. Ama yardımcı hakem arkadaşımla beraber bu fobiyi yenmem gerektiğinde ısrar ettiler. Uzun uğraşlardan sonra mavi formayı giymeye ikna edildim ve o maçta yapmamam gereken bir hata yaptım. Belki dışardan saçma gelecek ama o forma benim için bitti. Artık maçlara bile götürmüyorum (gülüyor).
Profesyonel hakemlikle birlikte hakemlerimiz ciddi bir kazanca kavuştu ve dünyanın en iyi otoritelerinden de dersler alıyor. Ancak özellikle son dönemde çok ciddi tartışmaların içinde hakem dünyası. Bunun sebebi nedir?
-Her şeyden önce ortada bir eleştiri varsa, bizler kendi üzerimize düşeni alıyoruz. Evet, en iyilerden eğitimler alıyoruz, imkânlarımız federasyonumuz sayesine gerçekten çok iyi. Ama ne olursa olsun belirli bir kesim hakem konuşmayı çok seviyor. Ve bu hakem konuşmayı çok seven kesim şunu da biliyor, karşında bir nevi kum torbası var. Ne derse desin bir daha geliyor. Yani x bir kulüp için bir şey derse milyonlarca taraftar karşı çıkabiliyor ama hakemin sevenleri kendi içlerinde üzülüyor. Çünkü hakemin taraftarı yok. Yani ben kendi adıma özeleştiri yapmakla beraber hakem konuşmanın moda haline geldiğine de inanıyorum.
Futbol iklimimizdeki baskı ortamı şu sıralar hiç olmadığı kadar fazla. Baskıyla mücadele edebilmek için özel çalışmalarınız var mı?
-Federasyonumuzun bizimle çalışmasını sağlamış olduğu Sayın Rıdvan Ekmekçi'nin destekleri çok önemli. Ayrıca kendi adıma etrafına negatif enerji veren her şeyden ve herkesten uzak duruyorum.
Her şeye rağmen Türk hakemliği, özellikle Cüneyt Çakır ve ekibi sayesinde dünyada söz sahibi. Cüneyt Hoca birçok şeyi başardı ve çıtayı çok yukarı koydu. Sizin hedeflerinizi öğrenebilir miyiz? Kendinizi en çok nerede görmek isterdiniz?
-On binlerce genç hakemin hayalidir Cüneyt Çakır. Kimsenin başaramadığını yaptı ve belki kimse de onun başardıklarına ulaşamayacak. Hayranlıkla izlenip takip edilmesi gereken bir azim ve çalışkanlık. Kendi adıma hedefim tabiî ki bu işe gönül vermiş herkes gibi FIFA hakemi olmak. Şöyle söyleyeyim, 2004 yılının Mayıs ayında, üniversite mezuniyet yıllığımda bunu da belirtmiştim ki daha o zaman amatör ligde görev yapan bir hakemdim.
Evli olduğunuzu biliyoruz. Ne zamandır evlisiniz?
-2012'den beri evliyim. Bir tane dünyalar güzeli kızım var (gülüyor). Eşim Özlem Hanım özel bir bankada müdür yardımcısı. İşinde çok başarılı ve azimlidir. Çevremiz tarafından çok sevilen birisidir. Futboldan çok iyi anlar. Hatta bazen maçlarımdan sonra pozisyon analizi yapar. Evleneli 5 sene oldu, Allah razı olsun eşim hakemlik hayatımdaki yoğun tempoyla ilgili hiçbir zaman sorun çıkarmadı. Bilakis hep destekledi. Kendi işi yoğun olmasına ve benim evle ilgili şeylere vakit ayıramama rağmen bir kere olsun lâf etmeyerek verdiğim her doğru karara etkisini gösterdi (gülüyor). Kızım Deren ise Eylül 2013 doğumlu ve baba kız birbirimize aşığız (gülüyor). Hatta o derece ki, o benim futbol düşkünü olduğum için evde top oynuyor sonra bana da "Bebeklerimle oynayacağız" diye ültimatom veriyor. Yani ikimizin de gönlü oluyor.
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Hobileriniz neler?
-Boş zamanlarım kızıma ait. İkimiz de genelde birbirimizi bırakmıyoruz. Onun dışında tavla oynamayı severim. Çok iddialıyımdır ve kolay kolay da yenilmem. Ayrıca eşimle Euroleague izlemeye bayılırız. Tam bir basketbol hastasıyız. Futbol o kadar hayatımız merkezinde bulunmasına rağmen eğer Euroleague'de maç varsa kesinle önceliğimiz basketbol olur.
Bizim unuttuğumuz, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
-Öncelikle anneme ve babama teşekkür etmek istiyorum. Çünkü bu benim ilk söyleşim ve bunu okumalarını istiyorum. Toprak sahalardan çim sahalara olan yolculuğumun en başından bugüne kadar gerek psikolojik destek olsun gerek maddi destek olsun hatta hiçbir şey yapmasalardı bile yanımda durdukları için çok teşekkür ederim. Allah onları başımdan eksik etmesin. Ayrıca şimdiye kadar desteğini esirgememiş tüm hakem büyüklerime sonsuz güvenleri için teşekkür ederim. Bu camiaya adım attığımda hiçbir hakem tanımıyordum ama şimdi 20 yaşından 80 yaşına kadar olan bir hakem ailem var ve ben iyi ki onların içindeyim. Onları çok seviyorum.
İSTANBUL / DHA