(Görüntülü) "Bilgi birikimimizin en önemli kaynağı atom bombası”

Güncelleme Tarihi:

Oluşturulma Tarihi: Ağustos 06, 2018 10:56

(Görüntülü) "Bilgi birikimimizin en önemli kaynağı atom bombası”

Haberin Devamı

Selin GÜRSEL – Özgür KUMANOVALI / İSTANBUL, (DHA) - 6 Ağustos, 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasının yıl dönümü. Üzerinden 73 yıl geçen büyük felakette yüzbinlerce insan ölürken, radyasyonun uzun yıllar sonra bile insan sağlığına ve çevreye etkileri bilim dünyasının konusu olmaya devam etti. Medipol Mega Üniversite Hastanesi hekimleri Hiroşima’ya atılan atom bombasını, radyasyon onkolojisini ve tedavide kullanılan radyasyonu DHA’ya anlattı. Patlama sırasında şehirde meydana gelen yangınların karbon atıklarıyla birleşen radyoaktif izotopların insanların ölümüne neden olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Hilal Acar Demir "Ancak bizim hem kanser oluşumunda kullandığımız bilgilerin, hem de nükleer kazaların yarattığı etkilerdeki büyük bilgi birikimimizin dayanağı; atom bombasından elde edilen sonuçlardır" dedi.


 

6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan atom bombasının, insanlık tarihinin yaşadığı en büyük trajedilerden bir tanesi olduğunu ifade eden İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Fiziği Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Hilal Acar Demir, “Hiroşima'da 15 kilotonluk bir bomba kullanıldı ve bir 1 buçuk kilometrelik bir alandaki her şey yok oldu. Isının 300 bin santigrat derecelere çıkması ile yarıçapı yaklaşık 15 metre olan bir ateş topu meydana geldi. Oluşan çok kuvvetli rüzgarın etkisiyle bina ve ağaçlar devrildi. Ayrıca en büyük felaketlerden bir tanesi de meydana gelen radyoaktif izotopların yanan şehirdeki karbon atıklarla birleşerek ‘siyah yağmur’ ismini verdiğimiz felaket gibi insanların üzerine yağmasıyla oluştu. Ölümlerin birçoğu bu sebeple gerçekleşti” şeklinde konuştu.


 

“ÖLEN İNSANLARIN KESİN SAYISI VERİLEMEDİ”


 

İlk etkinin, sıcaklığın çok fazla artmasıyla birlikte insanların yanarak ölmesi olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Demir, “Bazı kaynaklara göre buharlaşan insanlar var. Felaketin ilk günlerinde kesin sayı verilemedi. Sadece yanan ve diğer sebeplerden ölen bedenler sayılabildi. Daha sonra eklenen kayıp insanlarla birlikte yaklaşık sayılar verilebildi. Buna göre 6 Ağustos’ta 350 bin olan Hiroşima’nın nüfusunun; 9 Ağustos’ta 90 bine düştüğü tespit edildi. İlk günkü ölümlerin nedeni yanma ve yüksek doz radyasyonun yarattığı serebrovasküler (beyin damar hastalıkları) sendrom oldu. Daha sonra ise radyasyonun diğer sendromları görülmeye başlandı ve ilk 3 hafta içinde ölümler devam etti. Radyasyona maruz kalan insanların yüzde 90’ı da ilk 3 hafta içinde hayatını kaybetti” dedi.


 

“ZAKKUM ÇİÇEĞİ İNSANLARA UMUT OLDU”


 

Ayrıca radyoaktif izotopların rüzgarla yayılmasıyla doğaya verdiği zararlara değinen Dr. Öğr. Üyesi Demir, “Toprak, su ve besin kaynakları kirlendi ve bunların yıllarca insanlara zararı dokundu. Atom bombasının patladığı yıl insanlar, artık burada bir daha yaşamın olmayacağını, ne bir insanın bu bölgede güvenle yaşayamayacağını ne de bir bitkinin yeşeremeyeceğini düşünüyordu. Ama 1946 yılında ilk zakkum çiçeğinin o bölgede açmasıyla insanlardaki fikir değişti. Ve sonra insanlar yavaş yavaş tekrardan bu bölgeye göç ettiler. Ancak psikolojik etkilerinden dolayı bu göçün hızı oldukça yavaştı. Zamanla bu şehirlerin nüfusu git gide artmıştır. Ve şu anda radyasyon seviyesinin güvenilir sınırlarda olduğu kabul edilmektedir” şeklinde konuştu.


 

“BİLGİ BİRİKİMİMİZİN DAYANAĞI ATOM BOMBASINDAN ELDE EDİLEN SONUÇLARDIR”


 

Bu durumun insanlarda büyük bir farkındalık yarattığına da değinen Dr. Öğr. Üyesi Demir konuşmasını şöyle sonlandırdı:


 

“Bizim hem kanser oluşumunda kullandığımız bilgilerin, hem de meydana gelen nükleer kazaların yarattığı etkilerdeki büyük bilgi birikimimizin dayanağı atom bombasında elde edilen sonuçlardır. İnsanların nasıl öldüğü, ilk 24 saatte hangi semptomların görüldüğü, hangi sendromdan öldüğü, insan vücudundaki daha sonra ortaya çıkan kanser yapıcı etkileri ve genetik mutasyonlar gibi bütün bilgileri atom bombasının etkilerini yaşayan insanlardan öğrendik. Bu büyük felaketin, hem insanlığın bundan büyük bir ders çıkarmasında hem de radyasyonun ‘bu seviyeden sonrası şu etkileri yapar’ kanaatinin oluşması noktasında bilgi birikimimizi arttırdığı yadsınamaz.”


 

“ARTIK RADYASYONU TEDAVİDE TANI AMAÇLI KULLANIYORUZ”


 

Radyasyonu tıpta tanı amaçlı kullandıklarını ifade eden Medipol Mega Üniversite Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Ömer Erol Uzel ise ”Röntgen ışınlarını kullandığımız radyolojik incelemeler, tomografiler, Pet CT’nin Pet tomografi kısmı gibi yöntemlerde düşük enerjili X ışınları kullanılıyor ve bunların çok sık kullanımı elbette kanserli hastalarda ileriki yıllarda tekrardan kansere yol açabiliyor. Onun için bunun sayısının sınırlandırılması, radyasyon dozunun düşürülmesi söz konusu” dedi.


 

“RADYOTERAPİNİN YARARINI GEÇMİŞTEN ALDIĞIMIZ DERSLERDE ÖĞRENDİK”


 

Radyasyon onkolojisi hakkında bilgi veren Prof. Dr. Uzel konuşmasına şöyle devam etti:


 

“Bizim branşımız olan radyasyon onkolojisinde, yüksek enerjili X ışınları ile tümörleri tedavi ediyoruz. Bu da normal dokuları mümkün olduğu kadar koruyarak,  odaklayarak yaptığımız tedaviler. Ama yine de özellikle çocuklarda ve genç hastalarda vücudun aldığı bir düşük doz radyasyon var. Bunların daha sonraki yıllarda ikincil kanserlere yol açtığını da biliyoruz ve hastanelerin bir radyasyon güvenliği komitesi var. Bütün bunlar çok iyi bir şekilde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından kontrol ediliyor ve hepsinin bir takım regülasyonları var. Kontrollü bir şekilde kullanıldığında hastalara büyük yararlar sağlayan bir tedavidir. Radyoterapi ile tedavi edilen hastalarda iyileşme oranı cerrahiye yakın bir oranda. Özellikle de erken evre tümörlerde. O yüzden şu aşamada bizim vazgeçemediğimiz bir tedavi yöntemi. Tabii bunları da geçmişten aldığımız derslerde öğrendik”


 

“GÜNÜMÜZDE PET ARTIK ÇOK YAYGIN KULLANILAN BİR GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMİ”


 

Nükleer tıpta da radyoaktivitenin kullanıldığını dile getiren Prof. Dr. Uzel, “Günümüzde Pet artık çok yaygın kullanılan bir görüntüleme yöntemi. Radyoaktif bir izotop hastaya veriliyor. Hasta kısa bir süre radyasyon saçar hale geliyor. Bu hastaların hamilelerden, çocuklardan hatta toplumdan belli bir süre uzaklaştırmak gerekiyor. Bunun süresi de izotopun yarı ömrüyle alakalı” şeklinde konuştu.


 

“RADYOTERAPİ ALAN HASTALARDA RADYASYON OLMUYOR”


 

Radyoterapinin de hastanın iyileştirilmesi için yapılan bir tedavi olduğunu ama yine de bunun bir takım yan etkilerinin olabileceğinin hastaya net olarak anlatılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Uzel, “Bu hastalar kendilerinde radyasyon olduğunu düşünüyorlar. Onun için de çoluk çocukla çok temas etmiyorlar ama bunları doğru bilgilendirmek lazım. Biz dıştan ışın veriliyor ve delip geçiyor vücudu, vücutta kalmıyor. Dışarıdan ışınlama ile tedavi edilen hastaların yakınlarıyla sarmaş dolaş olmasında hiçbir sakınca yok” dedi.


 

“GÖRÜNTÜLEME CİHAZLARINDAKİ RADYASYONUN HASTAYA BİR ZARARI YOK”


 

Her görüntüleme cihazında radyasyon kullanılmadığını ifade eden Prof. Dr. Uzel, “Mr ve ultrason radyasyon kullanmayan yöntemlerden biri. Vücuda herhangi bir zararı yok dolayısıyla sık yapılmasında da herhangi bir sakınca yok. Ama pet, radyolojik inceleme ve tomografileri çok sık veya gereksiz yere yaptığımız zaman hastalara gereksiz yere bir yük yüklemiş oluyoruz. Onun için dikkatli kullanılması gerekir. Fakat gereklilik halinde tomografi iki gün üst üste bile çekilebilir” şeklinde konuştu.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!