Güncelleme Tarihi:
Buse ÖZEL / İSTANBUL, (DHA) ERENKÖY Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Rabia Bilici, 11 Nisan Dünya Şizofreni Günü nedeniyle yaptığı açıklamada şizofreni hastalarının en büyük sorununun stigma yani damgalanma olduğunu ve kırsal kesimde yaşayan şizofreni hastalarının kent merkezlerinde yaşayanlardan daha fazla kabul gördüklerini belirtti. Doç. Dr. Bilici, 2008 yılında açılmaya başlanan toplum ruh sağlığı merkezlerinin de şizofreni hastaları için çok iyi tedavi merkezleri olduğunu açıkladı.
"KÖYLERDE YAŞAYAN HASTALAR DAHA FAZLA KABUL GÖRÜYOR"
Şizofreninin kişinin düşüncelerini, davranışlarını, duygularını ifade biçimini bozan, kişiden kişiye seyri farklılık gösteren kronik bir ruhsal rahatsızlık olduğunu belirten Doç. Dr. Bilici şunları söyledi:
"Şizofreninin görülme sıklığı her 100 kişiden 1 kişi. Toplumdan topluma pek farklılık göstermiyor. Seyri kişiden kişiye farklılık gösterir. Burada bir takım etkenler devreye girer. Mesela erken yaşta başlamışsa kötü olacağını düşündürür. Geç başlamış ise gelişiminizi daha da tamamlamış olursunuz ve böylece daha fazla korunmuş oluyorsunuz. Bunun dışında cinsiyet farklılıkları olabilir. Erkeklerde daha erken yaşlarda 20'li yaşlarda, kadınlarda 30'lu yaşlarda başladığını görüyoruz. Kadınlarda bir takım hormonal etkilerle seyrin biraz daha iyi olduğunu görüyoruz. Bunun dışında aile desteği çok önemli. Toplum içerisinde kabullenme hastalığın seyrini daha da olumlu etkiliyor. Köylerde, kırsal kesimde bu hastalar daha fazla kabullenildiği için seyir daha iyi oluyor kentsel alanlara göre. Bunun dışında tedaviye uyumu önemli. İlaçlarını ne kadar düzenli kullanıyorsa, takiplerine düzenli olarak geliyorsa seyir daha iyi. Eşlik eden ruhsal rahatsızlıklar, kişinin alkol kullanması, uyuşturucu kullanması da seyri olumsuz etkileyen şeyler. Genel anlamda oranlayacak olursak şizofrenide hastaların yüzde 20'lik bir oranı tedavide ne yaparsanız yapın çok da parlak bir seyir göstermiyor. Yüzde 20'lik oranı oldukça iyi bir seyir gösteriyor. Geri kalan yüzde 60'lık oranı ise orta derecede bir seyir gösteriyor."
ORTAÇAĞ'DA YAKILARAK ÖLDÜRÜLÜRKEN OSMANLI'DA TEDAVİ EDİLİYOR
Şizofreni hastalarının damgalamaya maruz kalmasının tedaviyi olumsuz etkilediğini de belirten Doç. Dr. Rabia Bilici damgalamanın tarihiyle ilgili de şunları söyledi:
"Damgalama dediğimiz şey stigma. Bir leke, iz demek. Ortaçağ'da kişiler suç işledikleri zaman kızgın demirle vücutlarında bir leke oluşturuluyor. Bu da herkes tarafından görünsün, bilinsin, bir utanç kaynağı olsun diye oluşturulan bir şey. Tarihsel sürecine baktığımızda hastalığın Yine Ortaçağ'da da hasta olarak kabul edilmiyor da bu kişiler, suçlu, günahkar olarak algılanıyor. Bu nedenle toplumdan uzakta özellikle kapatılıyor. Bazen yakılarak öldürüldükleri oluyor. O zamanın şartlarında bir hastalık olduğu anlaşılmıyor ve utanç verici suçlular olarak algılanıyor. Ama sonraki süreçte özellikle 1950'lerden sonra bir takım yeni ilaçların keşfedilmesi ile beraber, bir takım tedavi alternatiflerinin olmasıyla beraber aslında bunun önemli bir hastalık olduğu fark ediliyor ve daha önce toplumdan uzaklaştırılan kişilerin kapalı kurumlardan daha fazla toplum içerisine dönüşü hedefleniyor. Avrupa böyle ama kendi ülkemiz için baktığımızda Osmanlı hiçbir zaman böyle bir yaklaşım sergilemiyor. İslam dininin de bakış açısı ile bu kişiler günahsız, yaptıklarından sorumlu olmayan kişiler olarak algılandıkları için toplum içerisinde daha kolay kabul görüyorlar ve bu nedenle Osmanlı döneminde çok fazla bimarhane, şifahane, aş evi bu kişilere destek olması açısından oluşturuluyor. Bu kişilerin aslında devlet korumasına alındıklarının güzel bir işareti.
Günümüze geldiğimizde ülkemizde çok fazla ruh sağlığı hastanesi var ama bunlar hiçbir zaman toplumun dışında merkezler değil. Bu damgalamanın azaltılması için yapılması gereken en önemli şey kapıların daha fazla açılması, bu kişilerin toplum içerisinde yer almasını sağlamak damgalamayı azaltacak en önemli faktörlerden bir tanesi."
TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZLERİ ŞİZOFRENİ HASTALARINI HASTANELERDEN DAHA İYİ TAKİP EDİYOR
2008'den sonra toplum ruh sağlığı merkezlerinin açılmaya başladığını söyleyen Doç. Dr. Bilici, bu merkezlerin hastaların özel, sosyal sorunlarıyla çok daha iyi ilgilenmeye yaradığını ve takip olanağının daha fazla olduğunu açıkladı ve sözlerine şöyle devam etti:
"Kapalı kliniklerden ziyade bu hastaların toplumun içerisinde halkla bütünleşik bir şekilde tedavi olmaları, herkesin daha çok yaşadığı bölgede kolayca hizmet alabileceği merkezler açıldı. Bu toplum ruh sağlığı merkezlerinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Buradaki yaklaşım stratejisi kapalı kliniklerden daha farklı. Buradaki her bireyin kendi özelindeki problemleri ile ilgilenme şansınız oluyor. Bizim 40-50 tane şizofreni hastamız olabilir ama her birinin tanısı şizofreni olsa da her birinin ihtiyaçları birbirinden farklı. Bireysel ihtiyaçları farklı, aileleri ile çalışacağınız konular, sosyal ihtiyaçları farklı. O yüzden toplum ruh sağlığı merkezlerinde daha çok bireyin ayrı bir kişi olduğu, sorunlarının ayrı olduğu, ayrı şekilde ele alınması gerektiği daha iyi kavranmış durumda. Bu nedenler merkezlerin daha iyi duyurulması, hastalarımızın buralara daha kolaylıkla başvurusunu artıracaktır. Bu merkezlere başvuran hastalarda takip olanaklarımız da daha iyi. Ben şu anda Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde bulunuyorum. Birçok kapalı kliniklerimiz var ama bu kapalı klinikler sadece bize başvuran kişilere hizmet eden klinikler. Eğer bize başvurmuyorsanız sizden haberimiz olmuyor. Ama toplum ruh sağlığı merkezlerinde siz bir kez bizim kayıt sistemimize girdiyseniz, belirli aralıklarla kontrole gelmiyorsanız da oradaki ekip bunu merak eder. Neden kontrole gelmediğinizi öğrenmek ister, size telefonla ulaşır, ulaşamazsa aile ziyaretleri yapılır, ilacınızı kullanmak için hastaneye gelmiyorsanız ekibimiz evinizde ilaç tedavisinin uygulanması için yardımcı olur. Buradaki en büyük fark şu bence Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi gibi kapalı kliniklerin olduğu yerlerde daha çok alevlenme dönemindeki hastaların ihtiyaçları gideriliyor aslında. Sizin hastalığınız bir alevlenme dönemindeyse hastalığınızın toparlanması için tedavi uygulanıyor. Ama toplum ruh sağlığı merkezinde aslında bu alevlenme dönemleri hiç olmasın diye bir takım erken tedbirler de alınıyor. Aslında bir halk sağlığı hizmeti veriliyor bir anlamda da. O nedenle biz çok önemsiyoruz da ruh sağlığı çalışanları olarak."
AİLELER DE YALNIZ OLMADIKLARINI GÖRÜYORLAR
Toplum ruh sağlığı merkezlerine başvurmanın şizofreni hastalarının ailesine de fayda sağladığını belirten Doç. Dr. Bilici burada verilen hizmetleri şu şekilde anlattı:
"Burada her birey için onun ihtiyacı öncelikli belirleniyor. Bu birey öncelikle öz bakımını yapamayan bir hastaysa öz bakımı yapılıyor. Ya da tek başına tedavi kurumuna gelip tekrar evine dönmeyi beceremiyorsa nasıl gelip gideceği ile ilgili bilgiler öğretiliyor. Burada hedef aslında kişinin olabildiğince kendi başına yaşayabileceği bir ortam oluşturmak. Eğer bu olmuyorsa dahi minimum destek ile yaşamını sürdürebileceği bir yeterliliğe kavuşturulması bekleniyor. Bunun dışında bir takım sosyal faaliyetler de var. Ben bunların içerisinde en çok aile ile yapılan çalışmaları önemsiyorum. Çünkü aileler çok çaresiz, ne yapacaklarını bilmiyorlar, bazen tükenmiş hissediyorlar. Çünkü uzun süreli bir hastalık ve ekonomik boyutu var. Bazen işlerine devam edemiyorlar hastaya bakımları nedeniyle. Halbuki toplum ruh sağlığı merkezlerine getirilen bir hasta, hastaya sağladığı katkı yanında ailenin de yarım gün, 1 günlük kendine ayırabileceği vakti olabiliyor. Hastalığın doğasını öğreniyor, hastalığın alevlenme dönemi nasıl oluyor bunu öğreniyor. Bir anlamda etkileşim de oluyor, yalnız olmadıklarını görüyorlar. Diğer ailelerin de benzer durumda olduğunu görüyorlar."
(FOTOĞRAFLI)