Güncelleme Tarihi:
Turgay İPEK/ERZURUM, (DHA)- ERZURUM, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, Türklerin casuslarla binlerce yıldır mücadele ettiğini söyledi. Türkiye'deki ajanların en iyisinin imam, diğerlerinin de papaz olarak görev yaptığını öne süren Eğilmez, "Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği, casusluk yaptığı iddiasıyla şu an ev hapsinde bulunan ABD'li casus Andrew Brunson, ABD ile Türkiye arasında krize neden olmuştur" dedi.
ABD'li Rahip Brunson vakasının bu coğrafya için ne ilk, ne de son olacağını ifade eden Eğilmez, Brunson gibi casusların Hunlar döneminde de var olduğunu, Selçuklu çağında da faaliyet gösterdiklerini belirtti. Örneğin Çinli casus Chang Sun-Sheng'in 6'ncı asrın sonu ve 7'nci asrın başlarında Türkler hakkında yıllar süren casusluk faaliyetleri sonucunda elde ettiği istihbaratlar neticesinde hazırlamış olduğu raporu, Çin'in Asya'daki Türk üstünlüğüne son vermesinde önemli bir rol oynadığını vurgulayan Tarihçi Savaş Eğilmez, "M.Ö. 2'nci yüzyıldan itibaren başlayan casusluk faaliyetlerindeki başrolü Türk başkentindeki Çinli prensesler üstlenmiştir ki bu, Çin'in Türkler arasında sistemli ve etkili bir şekilde casusluk faaliyetlerinde bulunmuş olduğunun en önemli göstergesidir. Hun, Göktürk ve Uygur devletlerinin zayıflaması ve hatta yıkılmasında rol oynayan Çinli casuslar gibi Türk yurdunda faaliyet gösteren Moğol, Kırgız ve İranlı casuslar da farklı dönemlerde etkili olmuşlardır. İslamiyeti kabul edip Anadolu'ya yerleşen Türkler, batının en büyük hedefi haline gelmiştir" diye konuştu.
Türklerin İslamiyet'i kabul ettikten kısa bir sure sonra bu dinin hem koruyucusu, hem de yayıcısı rolünü üstlendiğini ve hemen ardından Hristiyan dünyası için büyük önem arz eden Anadolu'yu vatan edindiğini ifade eden Eğilmez, "Bu durum da Türk devletini batının en önemli hedefi haline getirmiştir. Türkleri alt etmek adına her türlü hileye başvuran batı dünyası için casusluk faaliyetleri de vazgeçilmez bir kanıt haline gelmiştir. Gerek papalık, gerekse batılı devletler aracılığıyla yürütülen casusluk faaliyetlerinde genellikle din adamı kimliği kullanılmıştır. Batı adına faaliyet gösteren casuslar bazen Hristiyan bir papaz, bazen de Müslüman bir imam kılığına bürünüyorlardı. Papalık eliyle yapılan casusluk çalışmalarında Papa, bir yandan Avrupa milletlerini Osmanlılara karşı birleşmeye çağırırken, diğer yandan da casusları aracılığı ile Türk topraklarındaki gayrimüslim tebaayı devlete karşı isyana teşvik etmiştir. 16'ncı asrı takip eden yıllarda Osmanlı Devleti'ndeki yabancı devlet casuslarının etkisi ve sayısı artarak devam etmiştir. Bu süreçte batılı devletler, gerek Osmanlı tebaasından elde ettikleri casuslar yoluyla, gerekse Osmanlı ülkesine gönderdikleri diplomat, yazar, arkeolog, Türkolog kılığındaki kişiler eliyle casusluk çalışmalarını geniş bir alana yaymışlardır" dedi.
Saraylarda muhtelif görevlerde çalışan birçok casus olduğunu sözlerine ekleyen Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez şunları söyledi:
"Sarayda da muhtelif görevlerde çalışan birçok casus bulunmaktaydı. Öyle ki, padişahın nereye ve ne zaman sefer düzenleyeceği, Osmanlı ordusundan önce batılı diplomatlar haberdar oluyordu. 19'ncu yüzyılın başarındaki bağımsızlık hareketlerine paralel olarak casusluk faaliyetlerinde büyük artış gözlenmiştir. Öyle ki bu faaliyetlerin bir kısmının ortaya çıkmasından sonra 2'nci Mahmut tercüme işlerinden Rumları uzaklaştırdığı gibi, devletin Avrupa ile ilişkilerini yürütecek bir Müslüman-Türk bürokrat sınıfın yetiştirilmesine gayret göstermiştir. Casusların nasıl yetiştirildikleri ve çalıştıkları konusunda Kâzım Karabekir Paşa şu bilgileri vermektedir, 'İki sene fiilen hizmet eden subaylardan isteyenler Doğu Dilleri Okulu'na alınır. İki, üç sene kadar sizi okur, yani; Türk dili, Türk tarihi, Türk coğrafyası, İslam dini, Türk karakter ve ahlakı, Türk iktisadını tahsil ederek imtihan olurlar. İmtihanda başarılı olanlar İstanbul'a gelir, iki sene kadar yine aynı konuları daha ayrıntılı olarak okumakla beraber büyük şahsiyetleri, büyük hükümet makamlarını, Kars'ın fikirli gazeteleri, çeşitli fikir akımlarını, halkın iktisadi durumunu, orduyu sonuç itibarıyla her türlü varlığımızı görerek yerinde inceler. Yani okuduklarını gözüyle de görür. İmtihanda başarılı olanlardan casusluğa kabiliyetli olanlar, her duruma uyar, her yere girebilir derecede, kurnaz, yüz olarak tanınmaz, ağzı sıkı, fedakâr kimseler ajan olurlar. Ajanlar ülkemiz içerisinde muhtelif işlere, çeşitli milliyetler ve isimlerle dağılıp işe başlarlar. Bunlardan en yetenekli olanları hidayete ermiş gibi İslam dinine girerek sızar, hatta evlenerek çoluk çocuk sahibi de olur. Süresi bitince isterse bu vazifeye devam eder, istemezse önemli bir para mükâfatı, oturacak ev veya arazi verilir. Serbestçe yaşantısını sürdürür. Özellikle mühtediler (din değiştirenler) çoluk çocuk sahibi olanlar, hayatları müddetince bu vazifede kalırlar."
Çanakkale Savaşı sırasında İtilaf devletlerinin casusları eliyle yürüttükleri propagandanın etkisini ve boyutunu görmek açısından Kazım Karabekir Paşa'nın zikrettiği anekdodun da büyük önem arzettiğini hatırlatan Eğilmez konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Çanakkale'ye asker çıkarmadan önce İngiliz ve Fransızlar, Müslüman askerlere şöyle bir genelge yayınlamışlar: 'Halife'yi Almanların elinden kurtarmaya gidiyoruz. Almanlar Çanakkale Boğazı'nı tutmuşlar. Muharebede sakın Türk askerlerine ateş etmeyiniz, onlar sizin din kardeşlerinizdir. Maksadımız o zavallıları da Almanların elinden kurtarmaktır. Türk askerlerinin başında kırmızı fes olduğunu biliyorsunuz. Almanların başında toprak rengi başlık vardır. Bunlara aman vermeyin, öldürün. Sakın feslilere ateş etmeyin! Gayret ve kahramanlık gösterin de Halife ve Padişah efendimizi çabuk kurtaralım! Bu tamim Müslüman askerlerin ruhuna işlemişti. Esirler bizi haki başlıkla görünce Alman sanmışlar. İşte propaganda böyle kısa ve yakışık alır ve dinleyenlerce inanılır ve kolay kolay da silinmez bir tarzda yapılır. Türk kara ordusu başlarında fesi çoktan çıkarmış ve toprak rengi başlık giymişti. Tabi sömürge halkı bunu bilmezdi. Onun gözüne daima Türk askerlerinin kırmızı renkli kıyafeti gösterilmişti. Kulakları hala hep böyle dolduruluyordu. O zavallılar Alman sanarak Türkleri öldürürken, üstelik bir de sevap işlediklerini sanarak seviniyorlarmış."
Eğilmez, yine Kazım Karabekir Paşa'nın “İstiklâl Harbimiz" isimli eserinde zikrettiği şu ifadelerde tam olarak casusluk sistematiğine ışık tutar vaziyette olduğunu hatırlatarak, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Bugünlerde Ahmet Robenson adresine Bandırma cihetlerinden gelen şüpheli bir mektup ele geçti. Ahmet Robensen kimdir? Araştırma neticesinde ebeveyninin İngiliz olup Müslümanlığı kabul ettikleri ve oğulları Robenson'un da isminin önüne bir Ahmet takarak Türk vatandaşı gibi Harb-i Umumi'de yedek subay olarak orduya dahil olduğunu, fakat Kars'ta kalarak gelmediği anlaşılmıştı. Yapılan tahkikatta Kars bölgesinde İngilizler hesabına casusluk etmekte olduğu öğrenildi. Ne ibret alınacak vakalar! İslam olup içimize karışanlar, yüzümüze gülerek menfaatler gösteren insanlar, ne uzun müddetler, zavallı Türk milletine neler yapmışlar. Geçen sene Erzurum'da yakaladığımız Müslüman olmuş ve ara ara imamlık yapan Rus casusunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hallerine bakıp da hatıratıma şunu kaydetmiştim: "Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni herkes aldattı! Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı! İmam kılığındaki Hristiyan casuslar, yıllarca camilerde Türk-İslam-Kültürünü tahrif ettiler."
'BATI, KÖY İMAMLARININ GÖREVLENDİRME BOŞLUĞUNDAN İYİ YARARLANDI'
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında köylerde görev yapan imamların aldıkları ücretin devlet tarafından değil, bulundukları köyün insanları tarafından karşılandığını hatırlattı. Ajanların en iyisinin imam gerisinin de papaz olduğunu söyleyen Eğilmez, "Bu imamlar köyün ileri gelenleri ile alacakları ücret, yatacakları yer, yiyecek ve içecekleri konusunda anlaştıktan sonra göreve başlarlardı. Bu yüzden imamlık bilgisine sahip din adamları iş bulmak amacıyla köy köy dolaşırlar ve anlaştıkları köyde işe başlarlardı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nu içten yıkmak isteyen batı dünyası, sadece köyün ileri gelenleri tarafından seçilen köy imamlarındaki bu görevlendirme boşluğundan iyi yararlanmışlar ve Anadolu köylerine imamlıkla ilgisi olmayan, ancak bu konuda yetiştirilmiş casuslarını göndererek uzun süre imamlık yaptırmışlardır. Köy halkının hiçbir şeyden habersiz aylarca arkasında namaz kıldığı sahte imamlar, Anadolu insanının maddi ve manevi gücünü, yediğini, içtiğini, devlete olan bağlılığını, savaşla ilgili düşüncelerini anında bağlı oldukları ülkeye rapor ederek Türk devletini yıkmanın ve zayıf düşürmenin yollarını arıyorlardı. Savaş sonuna kadar görevlerine devam eden bu imamların casus olduğundan hiç kimse şüphe duymamıştır" dedi.
FOTOĞRAFLI