IHA
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 2016 11:10
NACİYE TOKAÇ
Psikoterapist / Aile ve Çift Terapisti / EMDR Terapisti Uzm. Psikolog Naciye Tokaç, obezite hastaları psikolojik destek almalıdır öneresinde bulundu.
Yemek yemenin sadece fizyolojik açlık ihtiyacını doyurmaktan öte olduğunu, kendisi için ne denli hoş ve zevk verici bir faaliyet olduğunu vurgulayan Tokaç, “Yemek yemek aslında yaşamın devamını sağlayacak temel ihtiyaçlarımızdan fizyolojik ihtiyaçlarımız için gerekli olsa da bazen haz alma durumuna dönüşebiliyor. O zaman da sadece acıkan karnı doyurmanın ötesinde; yemeği yapma-seçme anından başlayarak hazırlama ve sonunda yeme anına kadar hepsinden ayrı bir haz alınabiliyor. Son yıllarda daha da arttığını gözlemlediğimiz televizyon yemek programları, telefon programları, yemekle ilgili internet sayfalarının yoğunluğu yemeğin sadece doymak ihtiyacından fazla; zevk haline geldiğini gösteren bir durumdur. Yemek yemenin kendisi başlı başına bir sorun olmamakta; ancak yemekle alınan enerji harcanan enerjiden fazla olduğunda sorunlar başlamaktadır. Günlük alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta ve obezite oluşumuna neden olmaktadır.” diye konuştu.
Araştırmaların son yıllarda gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde obezite arttığını gösterdiğini kaydeden Psikoterapist / Aile ve Çift Terapisti / EMDR Terapisti Uzm. Psikolog Naciye Tokaç, şöyle konuştu:
“Her fazla kiloyu obez olarak nitelemek de doğru değildir. Bunun için vücut kitle endeksinin hesaplanması gibi belirli kriterler vardır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanmıştır.
Bu denli önemli olan ve sadece kilolu(!) olmaktan öte bir durum olan obezite ile nasıl baş edilmeli?
Obeziteyi sadece genetik ve fizyolojik faktörlerle açıklamak yeterli olmamakta; eğer obezitenin üstesinden gelinmek isteniyorsa psikolojik faktörlerinde yadsınmaması gerektiğini düşünüyorum.
Öncelikle yemenin insan için ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım. Bilindiği gibi beslenme; anne karnında başlayarak yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden yaşamın
vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Yemenin önemli olan noktası içe-almadır. İçe alma sadece ağız aracılığı ile değil, tüm duyu organları ile yapılmakla birlikte; en önemli bölümü ağız bölgesidir. İçe almak almak, elde etmektir. Yani kişi yeme işlevi sırasında sadece doymakla meşgul değildir, aynı zamanda almanın, elde etmenin de hazzını yaşamaktadır. Böylece yemek yemenin neden bu kadar zevk veren bir faaliyet olduğunu da anlayabiliriz.
Bir diğer nokta ağız ve çevresinin insan için erojen bölge özelliği taşımasıdır. Bebek doğumdan birinci yılın sonuna kadar olan dönemde dışarıdan verilen bakıma bağımlıdır. Ağız ve dudaklar onun en önemli ihtiyacının giderildiği bölgeler olması nedeniyle haz duygusu o bölgelerde toplanmıştır. Emmek haz duyma amacıyla yapılmaktadır. Bu dönemde oluşabilecek herhangi bir sorun, saplanma, travma bireyde bazı sorunlara yol açmakta; bağımlılık ve edilginlik gibi davranışlara neden olmaktadır.
Obezite bu dönemde yaşanabilen bir saplanmanın ürünüdür. Obezite sorunu yaşayan bireylerin kişilik özelliklerine bakıldığında çoğunlukla bağımlı, edilgin özellikler görülebilmektedir. Bebeklik döneminde aşırı doyurulma veya yoksun bırakılmak ta ileride yeme sorunlarına yol açabilmektedir.
Tüm bu bilgiler sonucunda obezitenin sadece sağlıklı beslenme ile ilgili bir konu olarak ele alınmaması gerektiği; önemli bir ruhsal sorunun varlığına da işaret edebileceği düşünülmelidir. Obezite varolan ruhsal sorunların sonucu olarak ortaya çıkabileceği gibi bazı psikolojik sorunlar da kişinin kilo artışı sonrası ortaya çıkmaktadır. Obezite ile ilgili en önemli psikolojik sorun depresyondur. Çocuklarda depresyonun obeziteye neden olduğu bilinirken; yetişkinlerde ise obezite ardından depresyon durumu ortaya çıkmaktadır. Depresyon rahatsızlığını yaşayan birçok kişiden fazla yemeye başladığını duymuşsunudur. Obezitesi olanların yaklaşık % 50’sinde klinik depresyon durumuyla karşılaşmaktayız. Depresyon sonrası kilo artışının genellikle rahatsızlığın tedavisi sonrası ortadan kalktığı görülmektedir.
Kilo artışı ile birlikte kişinin kendi bedeninden hoşnutsuzluğu ortaya çıkmakta; kendisini daha az güzel/yakışıklı bulmakta, beğenilme kaygısı ortaya çıkmakta; giydiklerini kendisine yakıştırmamakta; içe çekilme görülmektedir. Bu durum da kişide depresyona davetiye çıkarmaktadır.
Obezite durumunda tedavi aşamasında sadece diyet programının yeterli olmadığını birçok kişi kabul edecektir. Pazartesi karar verilen ve başlanan birçok
diyet programı sadece birkaç gün ancak sürmektedir. Bunun nedeni kişinin yeme ile ilgili sorununa başka sorunların özellikle psikolojik sorunların da eşlik ettiğidir. Obezite tedavi programı uygulamak isteyen kişinin kendi yeme alışkanlıklarına uygun olabilecek bir diyet programı yanında psikolojik destek almasının da gerekli olduğunu düşünüyorum.
Kişinin stresle baş etme becerisinin geliştirilmesi, kişilik özelliklerinin yeme alışkanlığı-davranışını nasıl olumsuz etkilediği, iş ve yaşam koşulları, çevresel-sosyal desteklerinin geliştirilmesi gibi birçok alanda desteğin kendisine fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Bazı kişilerde doyma noktasının neredeyse olmadığı, yemeğin sonunun gelmediğini görmekteyiz. Bu durumda kişi aslında yemekle haz almakta, doyum sağlamaktadır. Tabiî ki bu sağlıklı bir doyum sağlama değildir. Kişi kendisini bu duruma iten nedenleri değerlendirmeli, gerçek doyum sağlama araçlarını bulmalıdır.”