Güncelleme Tarihi:
DÜZCE (AA) - ÖMER ÜRER - ÖMER FARUK CEBECİ - 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999'daki depremlerin yaralarını saran Düzce'nin nüfusu, teşvik kapsamına alınmasının etkisiyle 400 bine ulaştı.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, iki depremin ardından kentte 26 bin 704 ağır, 37 bin 825 orta ve 40 bin 944 hafif hasarlı yapının bir kısmı yıkıldı, bir kısmı onarıldı. Kentin, depremden önce Bolu'ya bağlı ilçeden 9 Aralık 1999'da il statüsüne kavuşması, yaraların daha çabuk sarılmasında önemli rol oynadı.
Depremden sonra göç vermesi nedeniyle nüfusu 50 bine kadar düşen kentin merkez nüfusu 160 bin, toplam nüfusu 400 bin seviyesine ulaştı.
Kentin 2004'te Yatırım ve İstihdamı Teşvik Yasası kapsamına alınmasının ardından yaklaşık 200 fabrika kuruldu.
İstihdamın her geç gün arttığı, İstanbul'dan sonra en fazla göç alan şehir Düzce'de "ağır hasarlı" raporu verilen ancak hak sahipleri arasındaki anlaşmazlık nedeniyle bir türlü yıkılamayan yapılar göze çarpıyor.
- Düzce Belediye Başkanı Keleş
Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, deprem döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü görevinde bulunduğunu, felaketin ardından koordinatör olarak bölgede görev aldığını söyledi.
Belediye başkanlığına 2004'te seçildiğini belirten Keleş, " Düzce'nin hali içler acısıydı. Birinci depremde hasar alan Düzce, ikinci depremde adeta diz çökmüştü. Kentin en büyük şanssızlıklarından birisi de kalıcı konutlar bölgesinin merkezin 5 kilometre dışına yapılmış olmasıdır. Şehrin yaklaşık yüzde 50'si bu bölgeye taşındığında burası iki parçalı kent haline geldi" diye konuştu.
Keleş, vatandaşların depremle yaşamayı öğrenmeleri gerektiğine dikkati çekerek, felaketin fiziki ve psikolojik hasarını onarmaları gerektiğini vurguladı.
"Deprem sonrası stres ve tramvaya bağlı rahatsızlıklar yüzde 60'lara varmış" diyen Keleş, "İnsanlar var olan değerlerin büyük bir kısmını kaybetmişlerdi. Düzce, hızlı toparlama sürecine girdi. Geçen 15 yıllık süreçte çok büyük farklar var. Altımızda fay kırığı bulunduğunu ve sürekli enerji birikim olduğunu, bir gün tekrar patlayacağını, 30-40 yıl içinde yeniden deprem yaşayacağımızı bilmemiz gerek. Bu, kaçınılmaz gerçek. Psikolojiyi üzerimizden atarken depreme hazırlıklı olma konusunda da çalışmamız lazım" değerlendirmesinde bulundu.
Düzce'nin en gözde mahallelerinde hak sahiplerinin anlaşamamasından dolayı çok kıymetli arazilerin boş kaldığına işaret eden Keleş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Üzerinde hala deprem molozları olan yıkıntılar var. Özel arazi olduğu için müdahale de edemiyoruz. Buraların yapılaşması, Düzce'nin daha derli toplu görünüme kavuşması açısından çok önemli. 17 Ağustos depreminde Marmara'nın art bölgesi olarak kaldık ama 12 Kasım depremi, 'Düzce depremi' olarak tarihe geçti. İlk deprem de Düzce merkezde olsaydı ikinci depremde yaşayacağımız kayıp çok daha fazla olacaktı. İkinci depremin üç ay gibi süre sonra ortaya çıkması, evlerin büyük bölümünün boş olması, insanların geçici çadır kentlerde yaşıyor olması, kayıp sayısını epey azaltmıştı."
- "Felaketle mutluluğu da yakaladık"
Düzce'nin depremin hemen ardından il statüsüne geçmesinin büyük şans olduğunu vurgulayan Keleş, her felaketten çıkarılacak dersler bulunduğunu söyledi.
Keleş, geçmişteki hataların tekrarlanmaması gerektiğini aktararak, şunları dile getirdi:
"Düzce, bölgesinde en hızlı büyüyen kentlerden birisi oldu. Bulunduğu konum itibarıyla etrafında 25 milyon insanın yaşadığı bölgenin tam ortasında yer alıyor. Turizmde, tarımda, sanayide planlar uygulayarak, toplu ilerleme gerçekleştiriyor. Ekonomik göstergeler hızla büyüyor. Dün bin 200 doların altında geliri çıktığı için teşvik bölgesi ilan edilen Düzce, bugün Türkiye'nin ilk on vilayeti arasına girmek üzere. Çevre illere baktığımızda Düzce'nin böyle bir kanun kapsamına alınması bir anlamda torpil sayılır. Bunun nedeni de depremde ekonomik göstergelerimizin dibe vurmasıydı. Düzce'ye ciddi anlamda sanayi yatırımı geldi, bundan istifade ediyor ve edecek de. Teşvik Yasası, kente çok şey kattı ancak neticede küçük bir coğrafyayız.
'Bu küçük coğrafyanın içini aşırı sanayiyle doldurup tarımsal alanları da şehirleşme alanlarını da tahrip etmenin çok fazla anlamı yok' diyorum. Mevcutla yetinmek lazım."