IHA
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 01, 2015 19:09
Anadolu’da yaşayan büyük velilerden, şair Eşrefoğlu Rumi Hazretleri, İznik’teki kabri ve adını taşıyan camiinde okunacak evrad ve ikram edilecek köfteli çorba ile yad edilecek.
Bursa Çatalfırın’daki Numaniye Dergahı’nın banilerinden Sefiyuddin Erhan’ın danışmanlığında İznik Belediyesi katkıları ile bu yıl ilk defa gerçekleştirilecek Eşref Rumi Anma Merasimi 3 Mayıs Pazar günü öğle namazını müteakip İznik’teki camisinde gerçekleştirilecek. Asıl adı Abdullah olup babası Eşref Rumi hazretlerinin adı ile şöhret olan Eşrefoğlu Rumi, İznik’te doğdu. Bursa Yeşil’deki Çelebi Mehmet Medresesi’nde müderrislik yapan tefsir, hadis ve fıkıh alimi Eşref Rumi, büyük alim Alaeddin Ali Hazretlerinin medresede yardımcısı oldu. Eşrefoğlu Rumi bir sabah vakti medrese civarında dolaşırken, zamanın velilerinden olan Ebdal Mehmet’e rastladı. Kalbinden, ‘Tasavvuf yolundan bana nasip var ise bazı alametler görünsün’ diye geçirerek ona yaklaştı. Ebdal Mehmet kendisine bakarak, ‘Ey medreseli, Bize köfteli çorba getir’ dedi. Çarşıya gidip köfteli çorba aradı. Fakat bulamadı. Eli boş dönmemek için köftesiz çorba aldı. Ebdal Mehmet’e gelirken, yoldaki çamurdan bir parça alarak, birkaç yuvarlak köfte haline getirip, çorbanın içine attı. Ebdal Mehmet çorbayı karıştırıp köfte bulamayınca Eşrefzade’ye ‘Hani bunun köftesi diye sordu’ Daha sonra çorbayı iyice karıştırdı ve Eşrefoğlu’na , ‘Ye bunu’ dedi. Eşrefoğlu büyük bir teslimiyetle tereddüt etmeden çorbayı yedi. Çorbanın içine atılan çamur parçaları köfteye dönmüştü. Bunun üzerine o zat, “Ya sen olmayıp ta kim olsa gerek’ şeklinde bir söz söyleyip oradan uzaklaştı. Eşrefoğlu bu sözlerden bir mana çıkaramasa da tasavvuf yoluna girmesi hususunda bi işaret olduğuna inandı.
Nefsini terbiye etmek, kalp aynasını cilalamak için, kendi kendine uğraşmaya başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu düşünerek, katiplarını dağıttı. Bursa’da bulunan Emir Sultan’ın huzuruna gitti. Talebesi olup, hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emir Sultan, Abdullah’ın tasavvuf yolunun aşkıyla yandığını görünce, onu evliyanın büyüğü Ankara’daki Hacı Bayram Veli’ye gönderdi. Sorna Ankara’ya gidip, yeni hocasına tam teslim oldu. 11 sene içinde birçok imtihandan geçti. Hacı Bayram’ı vemil kızı Hayrünnisa’yı ona nikah ederek zevceliğe verdi. Abdullah Rumi hocasından izin alıp, Allahü Tealanın emir ve yasaklarını bildirmek için İznik’e gitti. Ancak orada kendi iç alemiyle baş başa kaldı. Hocasından ayrılığı onu yaktı, hasretine fazla dayanamadı. Tekrar Ankara’ya döndü. Hacı Bayram Veli, tasavvuf yolunda derecelerinin artması için damadını yeniden İznik’e gönderdi. Orada kırk gün nefsini terbiye etmesi için halvete girmesini, sonra Ankara’ya gelmesini emretti. İznik’e gidip geldikten sonra hocasının Hama şehrinde Abdülkadir Geylani hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin huzuruna gidip Kadiri yolunu öğreniniz buyurdu. Bu emri yerine getirmek üzere hazırlığa başladı. Hanımını ve biricik kızı Züleyha’yı bir merkebe bindirerek Hacı Bayram-ı Veli ile vedalaştı. Günlerce zahmetli ve yorucu yolculuktan sonra Hama’ya yeni hocasının huzuruna vardı. O gün hacdan dönen Hüseyin Hamevi, ilahi bir ilham ile Eşrefzade’nin gelmekte olduğunu anlayarak, talebelerine, “Bugün Anadolu’dan bir er geliyor. Gidip karşılayınız’ buyurdu. Karşılamaya çıkan talebeler, zahmetli yolculuktan sonra elbiseleri eskimiş olduğu için Eşrefoğlu Rumi yanlarından geçtiği halde hocalarının söylediği zatın o olduğunu anlayamadılar. Dergahın kapısına varan Eşrefzade Rumi, Hüseyin Hamevi tarafından itibarla içeri alındı. Hanımını ve çocuğu ise Hüseyin Hamevi’nin hanımı tarafından kendilerine ayrılan odaya götürüldü. Hamevi, bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah Hama’da sıkı bir riyazet ve mücahedeye tabi tutuldu. Bir gün bir hizmetçi hücresine
yemek götürdü. Eşrefoğlu’nu hareketsiz görünce, öldü zannedip telaşlandı. Durumu hocasına bildirdi. Fakat kırk gün dolmadığı için Hüseyin Hamevi Abdullah’a ziyade teveccühlerde bulundu. Abdullah kırkıncı günü hücreden çıkarıldığında, büyük bir vecd hali içinde kendinden geçmiş, gözleri kapalı ve hareketsiz bir halde görüldü. Kendisini melekler alemini seyretmenin lezzetinden ayırdıklarında, “Sultanım, bize kıydınız’ diyerek gözlerini açtı. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah, tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icazetname aldı. Hüseyin Hamevi’nin halifesi olarak Anadolu’da Kadiri yolunu yaymak üzere vazifelendirildi. Hüseyin Hamevi, Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan sonra arkasından baktı ve “Abdullah Rumi koca bir deniz imiş. Bizde bulunan her şeyi çekip sinesine aldı” buyurdu. Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdullah-ı Rumi, kayınpederi Hacı Bayram Veli’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e döndü. İznikte önceleri münzevi, yalnız bir hayat yaşayan Eşrefoğlu şan ve şöhretten hiç hoşlanmazdı. Kimsenin dikkatini çekmeden fakirane bir hayat yaşadı. İznik’e Hama’dan bir zatın gelmesiyle durum değişti. O zat herkese Eşrefoğlu’nun menkıbelerini anlatmaya başlayınca, İznik halkı kendisine hürmet ve itibar göstermeye başladı. Bundan rahatsız olan Eşrefoğlu Rumi, dağlara çekildi. Dağlarda dolaşırken bir köylü onu gördü. Suçlu sanarak yakaladı. Fakat onun şöhretini duyan köylünün annesi kendisini tanıyınca mesele anlaşıldı. Köylü ve annesi de Eşrefoğlu’na talebe oldu. Bunun üzerine İznik’e dönen Eşrefoğlu asıl vazifesi olan insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. İlk talebesi olan ve onu yakalayan köylü, onun için Pınarbaşı denilen yerde bir dergah yaptırdı. Eşrefoğlu burada talebelere ders vermeye, Kadiri yolunu yaymak için çalışmalara başladı. Talebelerinin nefsini terbiye etmek için riyazet ve mücahadeler yaptırmaya, gurur, kibir, ucb gibi kalp hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi. Eşrefoğlu’nun gayretli çalışmaları ve büyüklüğü işitilmeye başlandı. Bursa, İstanbul ve diğer vilayetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek isteyenler çoğaldı. Hatta Sadrazam Mahmut Paşa onun talebesi olmak isteğinde bulundu. Onun yoluna girdi. Abdullah Rumi Hazretleri talebeleri arasında en ileri olan Abdurrahim-i Tırsi’yi yerine halife, vekil bıraktı. Kızı Züleyha ile nikahladı. Abdürrahim-I Tırsi, hocası ve kayınpederi Abdullah Rumi’ye çok bağlıydı.
Abdullah Rumi, Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethinden önce Müzekkin Nüfus isimli bir kitap yazdı. Bu kitabını okuyan herkes çok beğendi. Bundan ayrı olarak Tarikatname, Delalil-ün Nübüvve, Fütüvvetname, İbretname, Mazeretname, Elestname, Münacaatname, Cinan-ül Cenan, Tacname, Esrar-ut Talibin gibi eserleri vardır. Divanında pek güzel şiirler, kasideler, bulunmaktadır. Şiirlerinde Eşrefoğlu Rumi mahlasını kullanan Abdullah-ı Rumi daha çok öğet tarafındadır. Halk arasında en çok söylenen ve en meşhur şiiri tövbeye geldir. İznik’te 1484 (hicri 889) da vefat etti. Kabri İznik’te camisinin yanındadır.
Bu anma ile Bursa’da ona bağlı Numaniye Dergahı’nda olduğu gibi hem İznik’te köfteli çorba ikram edilecek, hem de dualarla Eşrefoğlu Rumi yad edilecek.