Güncelleme Tarihi:
Öyle kelimeler var ki, harf öbekleri olmaktan çıktı, gündelik hayatımızın akışını şekillendirmeye başladı. “Hoyrat” bunlardan biri. Hoyratız birbirimize karşı. Ve sağımız, solumuz, önümüz, arkamız.... hoyrat. Yolda yürürken birbirimize bakışımız, evlerimizin çatıları altında birbirimizden söz edişimiz; konuşmalarımız, dedikodularımız, ithamlarımız, önyargılarımız, zanlarımız, yaftalamalarımız, dışlamalarımız....hep ama hep hoyrat. O kadar çok hırpalıyoruz ki birbirimizi, öylesine hırçın bir iklimdeyiz ki.... Halbuki bu arada uzaktan bir yerden sesleniyor eski mi eski bir öğreti. Tembihliyor usulca.
*
“Edeb ya HU edeb!”
Türkçenin en güzel kelimelerinden biridir “edeb”. Bir başka dile nasıl çevrilebileceğini sorsalar şöyle bir duraklarsınız. İngilizce’de, İspanyolca’da, Fransızca’da, Almanca’da.... birebir karşılık bulmakta zorlanırsınız. Bulduğunuz hiçbir kelime onu tam olarak karşılayamaz, kavrayamaz sanki. Aynı lezzeti vermez. Aynı sesi vermez. Başka hiçbir söz ya da sözcük yerini dolduramaz. Bu dört harften ibaret kısacacık kelime koskoca bir mânâ denizi barındırır içinde…….
*
….Peki nedir edeb? Tasavvufun yüzyıllardır baştacı ettiği bu kelime nasıl oluyor da hem bu kadar göz önünde, aleni; hem de kapalı bir kutu, adeta sır bize?
Haddini aşmamak, kalp kırmamaktır edeb.
Sadece o değil; haddini aşıp, kalp kırmaktan ödünün patlaması demektir. İstisnasız ayrımsız her insan, her canlı varlık, tıp tıp atan her yürek avuçlarımızın arasında tuttuğumuz billûr bir kasedir. Dışı nasıl olursa olsun özü narin ve nazenindir. İçin titrer. Düşürmekten, düşürüp de kırmaktan öyle korkarsın.
Dedikodudan, haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edeb.
Sadece o değil. İnsan-hayvan, canlı-cansız veya önemli-önemsiz ya da zengin-fakir ayrımı yapmadan etrafına hoş bir nazarla bakmak; “eyvallah” diyebilmek, “eyvallah” kelimesi üzerine kafa yormaktır.
Bilmediğin konuda susmak, bildiğin konuda ahkâm kesmemektir edeb.
Bilgi bir perdedir. Sen ne kadar bilirsen bil, nasıl bir alim olursan ol, en cahil görünen insandan bile öğrenecek bir şeyin vardır elbet. Edeb bunu unutmamaktır.
İnsan ayrımı yapmamaktır edeb…..girdiğin mekâna ya da konuştuğun adamın nabzına göre laf değiştirmemek, ince hesap bilmemektir edeb.
*
Aşırılığa gitmemektir edeb.
Hileden, desiseden, yalandan ve zorbalıktan hazzetmemek; kimseyi aptal yerine koymamak, aşağılamamaktır. Tek başınayken de başkalarının yanındayken de şefkati elden bırakmamak; dış görüntülerden, parlak kabuklardan, ünvanlardan, payelerden etkilenmemek; her işte her adımda yüreğe bakmak, yüreğin ibresine göre yol almak.....ve habire BEN demekten vazgeçmektir edeb.
Gün içinde habire koşturmaktayız ya, edeb kelimesi aklımızın ucundan dahi geçmez. Yapacak daha acil, daha mühim işlerimiz vardır hep. Birbirimizi ite kaka, koştura koştura, hep ama hep geç kalırız bir yerlere. Derken tüm bu hengame içinde, beklenmedik bir anda ve yerde edeb sahibi biri çıkar karşımıza. Duraklarız. Şaşırırız. Sahici olup olmadığından hemen şüphe ederiz. Belki de yapmacıktır. Belki de rol yapıyordur. Kafamızın içinde binbir tilki dolaşır. Çünkü biz hep şüphe ederiz. Gerçek olup olmadığını anlamak için etrafında döner, gözlerimizi kısar inceleriz. Ama ne vakit ki anlarız karşımızdaki hakikaten edeb sahibi, indiririz yelkenleri. Yumuşar yüreğimiz. Tanırız edebi aslında. Görür görmez tanırız. Edeb sahibi bir insanla karşı karşıya gelince biz de kendimize çekidüzen veririz.
*
Bulaşıcıdır edeb. Tebessümle bulaşır. Gülümseyen bir insan karşısında biz de elde olmadan gülümseyiveririz. Gün boyu çatık kaşla dolaşmaya alışkın yüzümüzün kasları gevşeyiverir. Bakmışız ki dudaklarımız bizden evvel davranmış. Gülümsemeye gülümsemeyle karşılık vermişiz de haberimiz yok. Edeb insandan insana geçer. Aynadan aynaya yansır. İnsanın şaşmaz tabiatıdır. Kibirlinin karşısında kibirli, mütevazinin karşısında mütevazi olasımız gelir. Diklenene diklenerek karşılık veririz. Edebliye ise eğiliriz.