Güncelleme Tarihi:
İnsanlar oruçlarını ya iş yerlerinde ya yolda araçların içinde bozuyorlar. Her devrin kendine göre güzellikleri var. Zaten geriye dönüş mümkün değil. Ama bizim yaşımızdaki insanların “O eski ramazanları“ özlemle anmalarının bir sakıncası var mı?
Şimdi, sorsam sizlere eski ramazanlar nasıldı? diye. Nerede o eski ramazanlar dediğinizi duyar gibi oluyorum. Aslında ramazanlar eskimez, eskiyen bizleriz. Ramazan, yine bizim çocukluğumuzda bildiğimiz, heyecanla sahurlara kalkmak için annelerimize yalvardığımızı günlerdir ramazan. Şu anda, içimizde eskiden yaşadığımız heyecanı, huşuyu duymuyorsak bu bizlerden bir şeylerin kopup gittiği, kaybolduğunun göstergesi değil midir?
*
Akademik verilere göre ramazanda insanlar bir öğün eksik yemelerine karşın daha fazla tüketimde bulunuyorlar bu da yapılan alışverişin sayısını ve maliyetini artırıyor. Bu gelişmenin temel nedenleri; insanların aç karnına alışveriş yapmaları ve daha çok satın alma isteği duymaları. Diğer neden ise gerek gıdaya ayrılan bütçelerin artması gerekse kalabalık iftarlar nedeniyle toplu alışverişlerin gerçekleşmesi. Hal böyle olunca perakendecilerde doğru stratejilerle cirolarını yükseltme şansı yakalıyor.
*
Yaşanan telaşı gözler önüne seren en önemli yeri de raflar oluşturuyor. Perakendeciler raflarını ramazan ayına özel ürünlerle şekillendirdiler. Özel gramajlı ve paketli ürünler çoktan tüketicilere sunuldu.
Yaşı yetenler eski ramazanları özlemle hatırlarlar. Hele o meşhur ramazan sofraları... Ailenin tüm üyelerinin toplandığı iftar sofraları birbirinden leziz, özel ramazan tatlılarıyla donatılırdı. İftar vaktinden evvel kadınlar gelmeye başlardı. Sofranın muazzam görüntüsü nefis yemek kokularıyla birleşince, insanda bir imrenme duygusu yaratırdı. Top atılır atılmaz da yemeklere hücum edilirdi. İftar sofralarında değişmez ilk yemek; et ve tavuk suyuyla hazırlanan düğün, mercimek, pirinç ve yoğurt çorbalarıydı. Ramazanın vazgeçilmez yemeği pastırmalı yumurta ise sahanlar içinde yanında mutlaka ramazan pidesi ile sunulurdu. Daha sonraki yemekler etinden sebzesine, pilavından böreğine ev sahibinin gücüne göre yapılan lezzetlerdi. Kuru meyvelerden yapılan hoşaflar, 60-70 kat yufkadan oluşan baklava, kazandibi, kabak tatlısı, keşkül ve ramazana has bir tatlı olarak bilinen gül kokulu güllaç ise iftar sofralarının vazgeçilmez tatlılarıydı.
*
Ramazan denilince güllaçdan söz etmeden geçmek olmaz. Her ramazan özlemle beklediğimiz bu doyumsuz tat, Osmanlı sultan sofralarından bugüne taşınmış bir lezzet. Güllaç, sütlü olduğundan iftardan sonra rahatlıkla yenebilecek, sindirmi kolay ve hafif bir tatlıdır. Sarayda da bu özelliğiyle çokça tercih edilmiştir. Günümüzde arzuya göre koyulan gülsuyu, Osmanlı Mutfağı’nda ferahlatıcı etkisi olduğu gerekçesiyle mutlaka eklenirdi. Güllaç ismi de bir bakıma buradan gelmektedir. Hangi iftar yemeğine gitseniz, ahali güllaç istiyor. Ne var ki, şikâyetler de eksik değil. Herkes, “Güllaç bir tek ramazan ve Bayramlara mı mahsustur? Sâir zamanda niçin güllaç yapılmaz?” diye soruyor. Hani, ramazan nasıl “11 Ayın Sultanı” ise, güllaç da “11 Ayın Kaçağı” sanki...