Güncelleme Tarihi:
Orman-dağ-deniz üçlemesinin dünyadaki en güzel örneklerinden olan Kemer, doğası ve eşsiz koyları ile Türk turizminde ayrı bir yere konulması gereken özel bir bölge.
Binlerce kez geçtiğim Beydağları’nın himayesindeki kıvrım kıvrım yolları ve denize kadar inen çam ormanları içine doğayı koruyarak serpiştirilmiş tatil köyleri ile bence rakipsiz.
Yaklaşık 4 gün süren orman yangını Manavgat faciasından sonra yüreğimizi ağzımıza getirdi. Yangının külleri soğurken şu iki dileğimi dile getirmeden geçemeyeceğim;
1. Yanan yerlerin bir an önce ağaçlandırılması ve imara kesinlikle izin verilmemesi,
2. Sabotaj ihtimalinin araştırılması ve varsa suçlularının ağır bir şekilde cezalandırılması.
Doğa, turizmin ana hammaddesidir. Kirlenmiş deniz, yanmış ormanlar, kurumuş göller, bozulmuş hava kalitesi, heder olmuş habitat sağlıklı bir turizm gelişimini mümkün kılmaz.
Turizmin ekonomik ve sosyal katkısı ile dünyanın en önemli sektörlerinden biri olduğu şüphe götürmez. Hatta insanların çoğu için vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Ama sektörün zehirlenmeden, uzun yıllar var olabilmesi için kaynakların doğru kullanılması gerekir.
Günümüzde yılda yaklaşık 1,5 milyar insan uluslararası seyahate çıkıyor. Bu kitlenin ulaşımdan konaklamaya, tüketimden üretime yarattığı volüm dünya ekonomisinde önemli yer tutar.
Hem böylesine bir kitleyi harekete geçirip hem doğanın dengesini korumak, son yıllarda turizm ülkelerinin çözmekte çok zorlandığı hassas bir konudur. Hatta zaman zaman ters esen rüzgâra maruz kalan bazı destinasyonlar turizmden vazgeçmeye kadar götürmek zorunda kaldılar işi.
KAYNAKLARIN DOĞRU KULLANILMASI ŞART
Elbette bu kolay yönetilebilecek bir iş değil. Kendi şehrimizden, Antalya örneğinden yola çıkalım; Şehrimize yurt dışından gelen 15 milyon turist yılda yaklaşık 170 bin uçuş yaratıyor. Buna bir de iç hat uçuşlarını eklersek şehir özellikle yaz döneminde adeta bir kerosin yağmuruna maruz kalıyor. Bu 15 milyon kişi havalimanı-otel arasında en az 1 milyon araç hareketi yaratıyor. İlave alınan turlar, denize açılan tekneler, kiralanan arabalar, binilen jeepler, quadlar bölgedeki yakıt tüketimini önemli ölçüde artırıyor. Yine 15 milyon turistin su ve enerji tüketimini bir düşünün? Nüfusun 5 katı bir tüketim söz konusu.
Denize girenlerin suya bıraktıkları güneş kreminin denizdeki etkisi bile doğaya zararı var. Yoğunluğun yarattığı atıkların kontrollü bir şekilde doğaya salıverilmesi bütün tatil ülkelerinin baş belası.
Ancak turizm varsa bunlar da var. Milyonlarca insanı bir yerden başka bir yere taşımak ve bir süreliğine orada yaşamalarını sağlamak vasıtasız, enerjisiz, susuz, tüketimsiz mümkün mü? Pek de kolay değil bu. Hele bizim gibi kitle turizmi yapan ülkelerde kontrolü çok zor. Ancak bizim kaynaklarımızı doğru kullanarak bu süreci yönetebilecek donanım ve ‘know how’umuz var. Yeter ki artık bu konuya biraz eğilelim.
Turizmin gelişmesi ve daha çok pay alınabilmesi için yatırımlar tabii ki gerekiyor. Havalimanları, yollar, tesisler, limanlar, araçlar bu işin olmazsa olmazı. Yatırımlar olmadan turistin gelmesini beklemek hayalcilik olur. Ama bütün bunları doğaya zarar vermeden yapmak mümkün.
SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM
Ne çok duydunuz turizmcinin diline pelesenk olmuş bu sözü : Sağlıklı temeller üzerine kurulmuş sürekli ve kalıcı bir turizm demektir. Yani bir yıl şampiyonlar ligi , ertesi yıl küme düşmek gibi olamaz. Tabii ki bunu herkes ister. Ancak, belli bir standardı yakalayarak, kalitesini ispatlamış destinasyonların turizmi sürdürebilir olur. İşte bunun içinde doğa ile uyum ve kaynakların doğru kullanımı gizlidir.
Doğa ile turizmi birlikte yönetebilen, kitle turizmine rağmen doğanın dengesini bozmayan, gelen turisti doğaya saygılı olmaya yönlendirebilen, çevreye ve doğaya dair farklı ve etkili projelerle tüketicinin karşısına çıkan ülkeler bu konuda öne çıkarlar.
Bu yüzden artık sadece gelen turisti saymak, turizm gelirini hesaplamak yetmez, turist yoğunluğunun doğaya tahribatını takip etmek, ölçmek de kaçınılmaz olmuştur. Milyonlarca turistin çekirge sürüsü gibi talan ederek tarlanın üzerinden geçmesi sürdürülebilir bir durum değildir. Tarla kurur.
Turizmin doğa ile uyumu kontrolden çıkınca halkın turizme bakışı değişip, konu turisti istememeye kadar gider. Mayorka’da, Venedik’te, Dubrovnik’te bunun çok sert örneklerini yaşıyoruz iki yıldır.
Bu işin tek yolu var: Turizmle doğa barış içinde olacak, birbirine zarar vermeyecek, birinin mutluluğu diğerinin sonu olmayacak.
Dünya dördüncüsü olarak şampiyonlar ligine yükseldiğimiz turizmimizin sürdürülebilir olmasını istiyorsak, kitabı artık buradan okumak zorundayız...