Güncelleme Tarihi:
Köy öğretmenliğinden yayıncılığa ve sanata uzanan 71 yıllık bir hayatın içinde, yazın dünyasına farklı noktalardan temas eden Ahmet Telli, siyasal ve toplumsal koşulları şiirine aktaran bir şair olarak tarihe izler düşüyor. Otuzdan fazla şiiri bestelenerek Yeni Türkü, Selda Bağcan gibi sanatçılar tarafından seslendirilen Telli, gerçeğin hissettirdiklerinden ve aşktan ilham alıyor. ’Hüzün İsyan Olur’, ‘Saklı Kalan’ ve ‘Su Çürüdü’ gibi eserleriyle pek çok şiir ödülünün sahibi olan ünlü şairle, zamanın ruhunu, edebiyatın anlamını ve sanatın girdiği kentlerin havasını konuştuk.
1982’de yazdığı ‘Soluk Soluğa’ şiirinde umudu, Jack Kerourac gibi yollarda görüp “Büyük aşklar yolculuklarla başlar / Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar” diyor. Bugün ise gündelik hayatın sancısı içinde daha çok edebiyat, daha çok şiir, daha çok sanat özlemi duyanlara şu sözlerle sitem ediyor: “Siz bir emeklilik hayal ediyorsunuz. Oysa şiir mücadele de eder.”
Antalya’da düzenlenen edebiyat etkinliklerine katılıyorsunuz. Kentte gerçekleştirilen kitap fuarları ve ‘Edebiyat Günleri’ gibi etkinlikleri nasıl buluyorsunuz?
Muratpaşa Belediyesi’nin düzenlediği edebiyat etkinliklerinin amacı sadece birkaç şair ve yazarı bir arada toplayarak onların halkla buluşmasını sağlamak değildi. Bu amaçlardan biridir ama aslolan kent kültürünü gerçekleştirmek ve yerleştirmektir. Çünkü kent, büyük binaları ve sokaklarında çok arabaları olan bir yer değil. O sokaklarda, caddelerde sanatın rüzgarı esiyorsa gerçek anlamda bir kentten söz edebiliriz. Bu ayrıcalığı en çok da yerel yönetimler gerçekleştirebilir. Muratpaşa Belediyesi’nin yaptığı bu etkinliği kent bilincinin harekete geçirilmesi olarak görüyorum. Şairler ve yazarlar olarak bizim yapabileceğimiz de kentler edebiyat ve sanat için ne yapıyorlarsa, ona katkıda bulunmak olur.
Okurla buluşmalarda şiirlerinizin yüreğe ulaştığını, dokunduğunu hissediyor musunuz?
Karşılaşmalardaki okur duyguları bunu hissettiriyor. Ama bu bana daha da büyük bir sorumluluk ekliyor. Kendini tekrarlamamak, yaraları kanatmadan onarabilmek gibi bir isteğe yönlendiriyor beni. 2016’da ‘Bakışın Senin’ adlı son kitabım yayınlandı. Ardından da toplu eserlerim yayına girdi. Şimdi yeni şeyler yazabilmek için biraz zamana ihtiyacım var.
12 Eylül’ün etkilerini çok yoğun yaşamış bir şair olarak tanıyor herkes sizi. O günden bugüne hala siyasetin ve dünyadaki savaşların haber bombardımanı altında yaşıyoruz. “Bırakalım artık bunları da edebiyat, şiir konuşalım” dediğiniz oluyor mu?
Tam tersine edebiyat daima çevreye, dünyaya ve insanın kendisine karşı duyarlılığını hareketli kılar. Her şeyi bırakıp sanat konuşma isteği, emekliliğe ayrılma gibi bir duyguyu canlandırır. Oysa sanat kışkırtıcıdır. Edebiyatın en gelişkin olabileceği zaman dilimi özgürlükler dönemidir. Eğer özgürlükler yok ise, kendisini gerçekleştirebileceği özgürlük için mücadele etmeye başlar. Çünkü sanatın referansı özgürlük, adalet ve vicdandır.
Ödüllerle dolu bir sanat geçmişiniz var. Şiirleriniz şarkılara söz oldu, hakkınızda belgesel yapıldı. Siz geriye dönüp baktığınızda ne hissediyorsunuz?
Yaşadıklarımdan pişmanlık duyduğum bir şey yok. Ama memnuniyetin getireceği bir şımarıklığı da asla kendime yakıştıramam. Ödüller almış olsam da, bugün durduğum yerdeki düşüncem, ödüllere karşı olmaktır. Özellikle şiirde ödüller, yarıştırıcı bir ahlakı temsil ettiği için kapitalizme yakın duruyor. Şiir ise kapitalizm de dahil her türlü egemenliği reddettiği için ödül, şairin sırtında bir kambur olur.
Yarışmalardan ziyade eserlerin enine boyuna konuşulduğu forumlar düzenlense nasıl olur?
Bu tür buluşmalar, paneller ve konferanslar, düşünsel ve eleştirel ahlakın gelişmesinin önünü açar. Bir şiirden alınabilecek estetik tadların neler olabileceği konusunda ip uçları verebilir ve zihin açıcı olabilir. Sanata böyle bir bakışla yaklaşmanın çok yararlı olacağını düşünüyorum.