Güncelleme Tarihi:
YAZAR olarak ilk kez okuyucularla buluşan Burçak Büyükişliyen Gönül’ün romanı ‘Aysel’, raflarda yerini aldı. Aysel, bazen duygulandırıp bazen gülümseten gerçek bir yaşam öyküsü... Kitabın kapağındaki ‘Falezlere götür beni’ seslenişi, Antalya’da bir ömür geçiren ve son nefesini veren dik duruşlu bir kadının yaşamına en iyi bildiği yerden dokunmak gibi... Tıpkı falezler gibi Aysel’in de masmavi bir ufku, uçurumları, iniş çıkışları var. Burçak Büyükişliyen Gönül, yaşamıyla kendisine ilham olan teyzesi Aysel’i, Türkiye’nin yakın tarihinden farklı kesitler sunarak, yalın bir dille anlatıyor. Romanın kapak resmi, yazarın babası ve çağdaş Türk resim sanatında önemli bir yere sahip olan Zahit Büyükişliyen’e ait. Ünlü ressamın Aysel ve Azra’nın aralarındaki güçlü bağı anlatan bir çizimiyle raflarda yerini alan Aysel’in öyküsünü ve dönemin Antalya’sını, yazar Burçak Büyükişliyen Gönül’le konuştuk.
Yazarının gözünden nasıl bir hikâye ‘Aysel’?
Aslında her aile, insanlara ışık tutabilecek önemli izler taşır. 3 kuşak kadınların başrolde olduğu Aysel, teyzemin hayatı çevresinde gelişen bir roman. İçinde kurgu bölümler olsa da büyük oranda gerçek bir yaşam öyküsü. Antalya’dan Iğdır’a ve Ardahan’a, içinden şehirler geçen bir hikâye.
Aysel hanımın hayatının ilham verdiği bu yazma tutkusu sizde nasıl başladı?
Uzun yıllar özel sektörde profesyonel bir beyaz yakalı olarak çalıştım. 40’lı yaşların başında insan bir iç hesaplaşma yapmaya başlıyor. Kariyerimde epey yüksek bir noktadayken ‘Neredeyim, nereye gitmek istiyorum, içinde bulunduğum hayattan memnun muyum?’ gibi sorular sormaya başladım kendi kendime. Bu düşünceler içinde istediğim hayatın yaşadığım hayat olmadığına karar verdim. Sanatçılardan oluşan bir ailenin içinde büyüdüm. Üretken olmak istiyordum. Sonra bir değişim mücadelesi içine girdim ve hayatımı tümüyle değiştirdim. Yazmaya başlamak da bu değişimin en önemli parçasıydı.
Ne zaman karar verdiniz Aysel’in hikâyesini yazmaya?
Yaklaşık 10 yıl önce Aysel teyzem İstanbul’a benim yanıma gelmişti. O dönemde kendisine Alzheimer teşhisi konmuştu. 3 dakika önceyi hatırlamıyordu. Ama 50 - 60 sene önceyi çok net hatırlıyordu. Bir sohbet sırasında bana çocukluğunu, genç kızlığını anlattı. Anlattıkları o kadar detaylı ve güzeldi ki; çok etkilendiğim için küçük notlar aldım. Bir süre sonra roman olur mu diye düşünmeden o anıları yazmaya başladım. Teyzemin hayatını çocuklarıma hatıra olarak bırakmak istedim. Sonra yazdıklarım çevremde çok beğeni görünce bu uğraşım büyüdü ve bir romana dönüştü. Kitabın finalini 13 Aralık 2018’de teyzemin ölümünün ardından yazdım. Temmuz ayında da yeni bir roman olarak raflarda yerini aldı.
Yaşadığınız iç hesaplaşma romana da yansımış, öyle değil mi?
Kitapta günümüzde yaşayan plaza kadınını sembolize eden Azra ile nostaljik Antalya’nın Aysel’inin kontrastı var. Hayatlarında kurdukları ilişkiler, aileyi sürdürme ve yaşamı anlamlandırma bakımından aralarındaki farklılığı bu iki karakter üzerinden tarif ettim. Aysel, 3 çocuğu ve 9 torunuyla mutlu bir kadın olarak ölüyor. Öte yandan Azra, iş hayatında çok başarılı olsa da bu alanlarda kendisini başarısız buluyor. ‘Gerçekten istediği bu mu?’nun iç hesaplaşmasını yapan bir kadın olarak romanda yer alıyor.
Kitapta geçen Antalya’yı siz nasıl tarif ediyorsunuz?
Aysel, bir asır öncenin Antalya’sında başlayıp devam eden bir aile hikâyesi. Babası Aksu Köy Estitüsü’nde öğretmen olan Aysel’in çocukluğu ve genç kızlığı Kaleiçi’nde geçiyor. Romanda avlulardan bahçelerdeki ağaçlara ve kapıların ardındaki günlük yaşama, pek çok detayıyla eski Kaleiçi var. Konyaaltı’ndaki oba hayatı da döneme ilişkin önemli kesitlerden biri. O dönemde Antalya’ya ‘Fransız Rivierası’ denirdi. Kentin bütün kalburüstü aileleri obalara taşınırlardı ve yaz boyu orada kalırlardı. Çocukların sevinci, açık hava sineması heyecanı gibi dönemin kültürünü yansıtan ayrıntılar da kitapta var.