Güncelleme Tarihi:
Haber: Buse ÖZEL / Kamera: Hüseyin ÇAKMAK/ANTALYA, (DHA)-40. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Antalya'da düzenlendi. Kongrede konuşan Prof. Dr. Fahri Bayram son yıllarda ünlülerin de ameliyatları ile popüler hale gelen obezite cerrahisinin doğru yapılmadığını, psikiyatrik bozuklukları olan hastalara kesinlikle obezite cerrahisi yapılmaması gerektiğini ve hastaların bir kısmının 5 yıldan sonra tekrar kilo aldığını belirtti. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Sevim Güllü de obezite cerrahisi için belli merkezlerin Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmesi ve bu merkezlerin dışında hastaların ameliyat edilmemesi gerektiğini söyledi.
"NİŞASTA BAZLI ŞEKER DOYMA HİSSİ YARATMADIĞI İÇİN KONTROLSÜZ TÜKETİLİYOR"
Basın toplantısında konuşan Prof. Dr. İlhan Yetkin ise son zamanlarda çok tartışılan nişasta bazlı şeker hakkında konuştu ve meyvelerde yüzde 10'un altında fruktoz kullanıldığını ancak birçok hazır gıdada yüzde 55 oranında fruktoz bulunduğunu, bunun da pankreas kanseri, diyabet, karaciğer yağlanması, gut hatta depresyona da neden olduğunu açıkladı. Prof. Dr. Yetkin ayrıca fruktozun doyma hissi yaratmadığı için kontrolsüz tüketildiğini ve fruktozlu ürünleri çok fazla tüketen hamilelerin çocuklarında ileriki yaşlarda beynin tat duygusunu değiştirdiğini söyledi.
"NİŞASTA BAZLI ŞEKER BEBEKLERİN TAT DUYGUSUNU DEĞİŞTİRİYOR"
Fruktozlarda çok az miktarda da olsa cıva bulaşı olduğunu da söyleyen ve bu tehlikeye dikkat çeken Prof. Dr. Yetkin şunları söyledi: "Mısır şurubundan elde edilen ve fruktoz olarak adlandırılan nişasta bazlı şeker insan ve halk sağlığını tehdit ediyor. Nişasta bazlı şeker iki çeşidi var. Yüzde 42 fruktoz içeren ve yüzde 55 fruktoz içeren. Meyvelerde bulunan fruktoz oranı yüzde 5-10 oranında. Bu nedenle kimse meyvedeki fruktozdan zarar görmüyor ama reformulasyon ile üretilen nişasta bazlı şeker yüzde 55 oranında fruktoz içeriyor. Zararı da buradan geliyor. Mısır, buğday ve patatesten elde ediliyor. En fazla mısırdan elde ediliyor. Çikolata, gofret, şekerleme, bisküvilerde, dışarda yapılan baklavalar, kurabiye, meyve suları, gazlı içecekler ve ketçap içinde bile var. Herkesin günlük tükettiği gıdalarda var. NBŞ diğer şekere göre daha ucuz elde ediliyor ve tatlılık derecesi normal şekeri 100 kabul edersek nişasta bazlı şekerinin tatlılık derecesi 180. Normalin 2,5 katı. Nişasta bazlı şeker hamilelerde çok tehlikeli çünkü bebeğe etki ediyor ve bebeğin beyninde ileride tat duygusunu böyle gelişmesine neden oluyor."
"NİŞASTA BAZLI ŞEKER BAĞIRSAK FLORASINI DEĞİŞTİRİYOR"
Nişasta bazlı şekerin ürik asit artışına neden olarak gut hastalığına da sebep olduğunu belirten Prof. Dr. Yetkin, "Nişasta bazlı şeker tokluk duygusu yaratmıyor çünkü leptin hormonunu etkilemiyor. Ne kadar yediğinizin farkında olamıyorsunuz. Örneğin bir dilim pasta yetmiyor ikinciyi yiyorsunuz. Bu madde bağırsak geçirgenliğini de arttırıyor ve floranın değişimine neden oluyor. Bu nedenle toksik maddeler karaciğere geçiyor. Çok net araştırmalarla gösteriliyor. Karaciğer yağlanmasına neden oluyor ve bunların bir çoğunda yağlanma akabinde fibrozis yani karaciğer sertleşmesine sonrasında da siroza neden oluyor. Karaciğer kanserlerinin artışına da neden olabilir diye düşünülüyor. İlerleyen süreçte 1 gram şeker 4 kalori, 1 gram fruktoz da 4 kalori veriyor ama fütursuzca tüketilebildiği için obezite, diyabet artışına neden oluyor. Fazla kilo kolon, meme, pankreas ve karaciğer kanserinde 2,5 kata kadar artışa neden olabiliyor" dedi.
"NİŞASTA BAZLI ŞEKERE AZ MİKTARDA DA OLSA CIVA BULAŞI OLABİLİYOR"
Nişasta bazlı şekerin erken yaşlanmaya da neden olduğunu belirten Prof. Dr. Yetkin, "Bir başka sıkıntı da üretim aşamasında cıva bulaşının çok fazla olduğu ifade ediliyor. 20 üretim merkezinden 9 tanesinde cıva bulaşı olduğu saptanmış. Örneğin 1000'de 0,67 cıva bulaşı olması ihtimali var. Kontrolsüz biçimde tüketme ihtiyacı duyulan gıdalar olduğu için de bu risk artıyor. Bir başka yan etkisi de depresyon. Fazla nişasta bazlı şeker tüketenlerde depresyonun daha fazla olduğu gözlemlenmiş. Toplam gıdalar içinde miktarın azaltılması gerekiyor. Toplam gıdanın içindeki miktarı yüzde 10'un altında olması gerekiyor. Bu da meyvenin içindeki kadar. Avrupa Gıda Güvenliği otoritesi fruktozun toplam miktarının yüzde 20'nin altında tutulması gerektiğini söylüyor" dedi.
Obezitenin güncel bir konu olduğunu belirten Prof. Dr. Bayram ise obezite ameliyatlarının doğru yapılması gerektiğine dikkat çekerek şunları söyledi: "Günümüzün salgını obezite, diyabet, kalp hastalığı. Hayat şartları yükseldikçe obezite artıyor. Uyuşuk bir hayat yaşamamız, her yere araba ile gitmemiz ve nişasta bazlı şeker gibi etkenler obeziteyi arttırıyor. En tehlikelisi ise bunun çocukluk çağından itibaren artması. 15 sene önce yaptığımız çocukluk çağı obezitesi yüzde 8 iken yeni yaptığımız çalışmada yüzde 20 olduğunu gördük."
"FRUKTOZ GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ MISIRDAN DA ELDE EDİLİYOR"
Dünyada en çok genetiği değiştirilmiş (GDO) şekilde üretilen besinlerden bir tanesinin mısır olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yetkin, "GDO'lu gıdalar da insan sağlığını etkileyen bir etken çünkü genetiği değiştirilmiş gıdaların aslında doğal gıda özelliğini kaybettiğini, içindeki bazı genetik taşıyıcı maddelerin insanlara geçme ihtimali olduğunu ifade ediyorlar. Bu maddeler tüketildikçe allerji ile ilgili sıkıntıların daha fazla olduğunu da görüyoruz."
"OBEZİTE AMELİYATLARI UYGUN OLMAYAN HASTALARA YAPILIYOR, HASTALAR TEKRAR KİLO ALIYOR"
Obezite ameliyatlarının çok arttığını belirten Prof. Dr. Bayram 2016 yılı sonuna kadar Türkiye'de 10 binin üzerinde obezite ameliyatı uygulandığını, 2017 yılı sonuna kadar ise 18 bin civarında olduğunu yani artışın yüzde 80 oranında olduğunu belirtti. Prof. Dr. Bayram ayrıca ünlülerin ameliyat ile zayıflamasının medyada bu ameliyatları yanlış bir biçimde popülerleştirdiğine vurgu yaparak obezite ameliyatları hakkında şunları söyledi: "Uygun ameliyatlara karşı değiliz. Her obezite hastasının tek tedavisi ameliyat değildir. Belli kriterlere uyan hastalarda ameliyat yapılabilir ama iyi bir endokrinolog tarafından tetkik edilmeli. Yakın dönemde 5 tane psikiyatri ilacı kullanan bir hastanın ameliyat edildiğine şahit olduk. Psikiyatrik bozukluğu olan hastalara ameliyat yapılmaz. Tüm kılavuzlarda bu söylenir. İyi bir psikiyatrik, endokrinolojik muayeneden geçtikten sonra riskler yoksa ameliyat yapılacak. Ayrıca ameliyat olduktan sonra ömür boyu takip gerekiyor. Emboli riski var. Ameliyattan sonra yaklaşık 5 yıldan sonra hastaların yarısı takipten çıkıyor. Tekrar ameliyat olan hasta oranı ise yüzde 20 civarında. Karın ağrısı, ishal, vitamin eksikliği, reflü, çeşitli ülser gelişmesi gibi problemler var. Bunun yanında belli bir kısmında tekrar kilo alma oluyor. 5 yıldan sonra tekrar kilo alma oranı artıyor. Uzun dönemde de iki ciddi problem var. Psikiyatrik bozukluk ve alkol bağımlılığı."
"ÇEVRE KİRLİLİĞİNE KARŞI MÜCADELE BİR SAĞLIK POLİTİKASI OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR"
Prof. Dr. Reyhan Ersoy, sağlıklı bir organizmada vücuda girdikten sonra endokrin sistemin çalışmasını etkileyerek fonksiyon bozukluğuna yol açan çeşitli maddelere endokrin bozucu denildiğini belirtti ve şunları söyledi: "Yaklaşık son 20 yıldır artan şekilde endokrin bozucuların neden olduğu hastalardan bahseder olduk. Diyabet, kısırlık gibi pek çok problem endokrin bozucular nedeniyle oluyor. Artan nüfus ile beraber sanayi artan ihtiyacı karşılamaya çalıştı. Sanayi arttıkça kullanılan kimyasal maddeler artıyor ve bunlar doğayı kirletiyor. Sanayi atıkları, kozmetikler, ağır metaller bir şekilde vücudumuza giriyor ve değişikliklere yol açıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2012 yılındaki raporundan sonra endokrin bozucuların obezite üzerinde etkisi de ortaya çıktı ve çevre kirliliğine karşı mücadele de bir sağlık politikası olarak karşımıza çıkıyor."
"ERKEKLERDE DE KEMİK ERİMESİ RİSKİ VAR, HER 3 SANİYEDE 1 KİŞİDE KEMİK KIRIĞI OLUŞUYOR"
Toplantıda konuşan Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Sevim Güllü ise osteoporoz konusunda açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Güllü, kadınlarda yüzde 13 erkeklerde yüzde 8 oranında osteoporoz görüldüğünü belirtti ve şunları söyledi: "Erkekler kemik erimesini önemsemediği için genellikle geç teşhis ediliyor. Her 3 saniyede 1 kırık ortaya çıkıyor. Kadınlarda 50 yaş üstünde her 3 kadından 1'i kırık riski, her 5 erkekten 1'i de kırık riski taşıyor. 24 bin kalça kırığı oluştuğunu biliyoruz. Yaşlanan bir toplum oluyoruz, birçok hastalık tedavi ediliyor ve dolayısıyla daha yaşlı bir toplum oluyoruz. Osteoporozun Türkiye'de 2050 için 205 milyon dolar maliyeti olduğu düşünülüyor. Kalçasını kıran her 5 kişiden 1'i 2 yıl içinde hayatını kaybediyor, yüzde 40'ı ise bağımlı hale geliyor. Yüzde 80'i ise kırıktan sonra eskiden yaptığı işleri yapamamaya başlıyor. Günde 20 dakika güneşlenmek D vitamini açısından yeterli. Tuzdan fazla beslenmek de kemiklere zarar veriyor. Sigara ve alkol kullanımı da yine kemikleri güçsüzleştiren bir etken. Bazı gereksiz ilaç kullanımları da kırık riskini arttırıyor."
"GEBELİKTE İYOT EKSİKLİĞİ BEBEĞİN ZEKASINI ETKİLİYOR"
Prof. Dr. Sait Gönen ise önlenebilir zeka geriliklerinin en önemli nedenlerinden bir tanesi gebelik esnasında annenin hipotiroid olması ya da iyot eksikliği olduğunun altını çizerek şunları söyledi: "İyot eksikliği, düşük, ölü doğum, konjenitan anomaliler, artmış bebek ölüm hızı, çocukta mental ve fiziksel gelişme geriliği, erişkinde guatr, hipotiroidi ve mental fonksiyon bozukluğuna neden olabilir. Bunun için sofra tuzu denilen rafine tuzu öneriyoruz. Kadınlarda çok sık görülen haşimoto hastalığından söz edebiliriz. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre çok daha fazla."
"7 KİŞİDEN 1'İ DİYABETİNDEN HABERDAR DEĞİL"
Prof. Dr. Oğuzhan Develi ise kongrede konuşulan önemli konulardan bir tanesi olan diyabete değindi. Prof. Dr. Develi, 7 kişiden 1'inin diyabetinden haberdar olmadığını, son yıllarda cilt altına yerleştirilen cihazlar ile kan şekeri kontrolünün daha kolay takip edilebildiğini belirtti ve şunları söyledi: "Birçok diyabetli çocukları olan aileler bu şekilde çocukların kan şekeri seviyelerini takip edebiliyorlar. Daha ileri yaştaki diyabetli bireyler için de bu kullanılabiliyor. Hipoglisemi verilen düşük kan şekeri kişinin algılamasının bozulmasına, zihninin bozulmasına neden oluyor. Bu cihazların kullanıma girmesi ile hipoglisemiyi kontrol edebilir hale geldik."
"AŞI TARTIŞMAYA AÇIK DEĞİL"
Çocukluk çağı aşıları hakkındaki son zamanlarda sıkça medyada yer alan tartışmalara da değinen Prof. Dr. Develi, aşılamanın hastalıkları önlediğini ve bunun tartışmaya açık olmadığını belirterek şunları söyledi: "Diyabetli bireylerde iyi kan şekeri kontrol olsa bile kan şekerinin arttığını görüyoruz. Kışın influenzaya bağlı grip diyabetli bireylerde ölümcül olma riski çok fazla. Eğer aşılanmazsanız bu problem nedeniyle hayatını kaybetme riskiniz çok daha fazla. Birçok diyabetli birey bu nedenle hastaneye yatıyor. Grip aşısı mutlaka en geç kasım ayında diyabetli bireylerin uygulaması gereken bir aşı. Zatürree aşısı diyabetli bireylerde gerekli. 19 yaşından itibaren zatürree aşısı diyabetli bireylerde yapılmalı. 65 yaşın üstünde mutlaka yapılmalı."
(FOTOĞRAFLI-GÖRÜNTÜLÜ)