Güncelleme Tarihi:
BU hafta, akademisyenlik hayatımda anket peşinde koşmalarım; insanları arayıp ‘çalışmama destek olur musunuz?’ dediğim günleri hatırladım. Çok iyi bilirim... Bir anket veya görüşme yapmak ne kadar da zordur. Size, zaman ayırması ve size yardım edeni bulduğunuzda ki o mutluluğu tarif edemem. Yaşamayan bilemez. Yıllar sonra, çok sayıda telefon alıyorum bu yönde ve elimden geldiğince, genç arkadaşlarımızın taleplerini geri çevirmemeye büyük özen gösteriyorum. Soruları cevaplarken elbette çoğu zaman ben de gelişiyorum. Kimi zaman, benzer sorular oluyor ama yine de zevkli, o zaman da; ‘ben olsam şunu sorardım, şunu da eklerdim’ dediğim oluyor.
Bu hafta gelen araştırma konularının hepsi, ‘sürdürülebilirlik’ ile ilgili idi.
Hayata geliriz ve hep bir gaye için var oluruz, kimi çalışır çabalar; kimi doğurur ürer; kimi de ne yapıyor ise onu istikrarlı bir şekilde yapmaya odaklanır, geliştirir ve hatta dönüştürür. Yani, bir şeyler sürsün diye çabalar dururuz. Hayat sürsün diye, sevgi sürsün diye, aşk sürsün diye... Sonra, mutluluk, istek, arzu... Sürsün işte! Çünkü sürmediği yerde bitiyor. Öyle ya, bitmesini istemediğimiz her şeyi, sürdürmek için emek vermeliyiz.
Antalya, denildiğinde; akıllara ilk gelen sektör, turizm’. Turizm denildiğinde, sürdürebilir olması için ne yapılmalı? Peki bunu ne kadar düşünüyor ve ne yapıyoruz? Çuvaldızı kendimize bir batıralım istedim bu hafta.
Bir düşünelim…
Turizmin sürmesi için ne olmalı?
Sürdürmek için ne yapmalı? Ve bu cevaplara istinaden ne yapıyoruz?
ÇEVRE BİZE EMANET
Akıllara ilk gelenin, çevrenin korunması olduğunu umut ediyorum. Çünkü, çevre dediğimiz bizi saran şeyin kirlendiği veya da zarar gördüğü durumda bırakın turizmi, hiç bir şeyden söz edemeyiz. Çevre dediğimiz kavramın içi o kadar geniş ki; evinizin içinden tutun da en zirve neresiyse sizin dünyanızda oraya kadar bir alanı düşünün ve deyin ki ‘ben bu alanı nasıl korurum, nasıl geliştiririm, nasıl geleceğe aktarabilirim?’ Bunu yazarken bile, sorunun ağırlığı altında ezildim, yemin ederim. Büyüklerimizin güzel bir sözü; ‘Emanete hıyanet olmaz’ ı hatırladım bir an.
Evet, çevre bize emanet! Ve biz bunu unutarak yaşıyoruz çoğu zaman. Denize dalsanız, çöp; dağa çıksanız çöp; sokakta yürüseniz çöp… Sonra, gürül gürül akan derelerimiz, şelalelerimiz kurudu. Yanı başımızda bize eşlik eden kuşlarımızın çoğu bizi terk etti. ‘Eskiden bu mevsimde şöyle yağmur yağardı, dolu yağmazdı, kar bu sene az kaldı’ sözleri hayatlarımıza taşındı. Demek ki, bir şeyleri yanlış yapıyoruz, hatta çok yanlış yapıyoruz.
Hızla betona emanet edilen bir kent Antalya. Yükselen ve estetik mimariden uzak betonlaşma sanırım hepinizin gördüğü bir durumdur. Geçenlerde Bahtılı’da bahçeler arasına daldım ve dedim ki; ‘buraların ne kadar ömrü var? Beş yıla buralar betona teslim olur mu?’ Üzgünüm ama ‘evet’ yanıtını kendime verdim. Ne yapacağız peki?
Mevcutta kalan yeşili, ormanı koruyamaz isek, bizi kim korusun? Size bildiğiniz bir şeyi söyleyeyim mi? Hiç kimse… Hiç kimse bizi korumaz. Ağaç yaş iken eğilir, o nedenle benim tek umudum çocuklarımız. Sokağa çöp atan ya da çevreye zararlı ürün kullananları çocuklarımız uyaracak. Toplumda, çevre polisleri olarak yetiştirmeliyiz çocuklarımızı. Okullarda bu konu, müfredatta bir süre işlenmemeli, bu ders olarak konulmalı ve proje yapmalı çocuklarımız. Çevremizi, yaşadığımız kenti daha sürdürülebilir kılabiliriz ?
YEŞİL VE MAVİ
Ve elbette, doğayı ve içindeki canlıları nasıl koruruz, onların alanına nasıl girmeyiz? Bu kentte yeşil ve mavi oldukça olur turizm. Senin yeni yaptığın estetikten yoksun binalara gelmez hiçbir turist. Önce korumalı sonra geliştirmeliyiz. Kullanırken de, ‘koruma-kullanma dengesi’ne uygun işler yapmalıyız.
Formül basit;
tarihini, yeşilini, mavini koru + geliştir + koruma dengesine uygun kullan = Sürdür.
Ve emanete hıyanet etme! Çünkü senin olan bir şey yok ortada. Emanetçiyiz emanetçi!
Sevgiyle Kalın.