Oluşturulma Tarihi: Şubat 24, 2012 00:00
Önce, ”zaman yoktu.” Ve biz gökyüzündeki ışıklara, o ışıkların kaynağı olan cisimlerin devinimlerine baktıkça ve yeryüzünde uzayıp kısalan gölgeler bize dokunup, biz gölgelere iliştikçe ayrımına vardık içimizden geçmekte olan an’ların.Ve o an’ların zamanın parçaları olduğunu anladık. Adını tanımlamakta zorlansak da ölçebildiğimiz, ruhunu hissedebildiğimiz bir kavram oldu zaman.
Yaratı sürecinin değişik evrelerinde dönüp geriye bakan sanatçı; yaşamı çevreleyen, varlığını saran, zamanın ruhunu nasıl algılarsa, öyle görür kendini kendi zaman aynasının(yapıtlarının) içinde. O içebakışla başlar yaratı süreciyle hesaplaşmaları. Zamanın ruhunu yakalamak;yaşadıklarının izdüşümlerinden içselleştirdiği değerlerin
sarmalında, kendini onunla biriktirmeyi ve zamana etkin olmayı olanaklı kılar. Ve hesaplaşma başlar yapıtlarıyla, zamanın ruhuyla.
Ülkemizin ve dünya çağdaş sanatının öncülerine evsahipliği yaparak adını duyuran Arete Sanat Galerisi, adı Sürrealizmle özdeşleşmiş olan Salvador Dali’nin “Zodyak Sergisi”nden sonra, çağdaş resmimizin en önemli temsilcilerinden Habip Aydoğdu’nun “Zamanın Ruhu” adlı son dönem resimlerini sunuyor izleyicilerine.
“Zamanın Ruhu” sergisinde; bildiğimiz vakitlerden ve zamanın ölçülen boyutlarından çok, daha uzaklara(düne ve yarına),içimizden ve düşlerimizden geçen zamana yolcu bir ressamın zamanı sorular sağanağında sorgulayan resimleri var.
“Dur ey zaman ne güzelsin.” demiyor Goethe gibi, ama yitirdiklerimizle aramızdaki uzaklığı da sorgulamadan duramıyor.
Her sergisinde olduğu gibi, bu sergisinde de kendine özgü yansıtma biçemiyle, zamanın sarkacıyla şaşırtıyor bizi.
Algı evrenimize yeni resimsel pencereler açıyor. Sanatsal yaratı serüveninin değişik evrelerinde hem izleklerini hem de kullandığı materyalleri değiştirerek (boyanın dışında cam, çaput, ahşap, taş, metal gibi malzemeleri kullanarak) kendi yaratı geleneğinin dışına taştı çoğu kez. Son sergisi de bu “taşkınlığın” yansımalarıyla varsıllaşıyor. Serginin aylarca süren hazırlık aşamasında,uzun bir söyleşi yaparak, dünden bugüne ve yarına doğru uzun bir yolculuk yapmıştık. Zamanın Ruhu’na yaptığımız bu yolculuk 164 sayfalık bir kitaba dönüştü ve Arete Sanat sergi etkinlikleri kapsamında yayınladı bu kitabı. Bu kitaptaki uzun söyleşilerden birinde;”Hayatımız da böyle değil mi? Bazen, hiç olmayacak duyguların karmaşık düşüncelerini
yaşatır bize zaman. Bazen de hiç yan yana gelmeyecek nesnelerin kendiliğinden oluşturduğu rastlantısal birliktelik yeni bir bakış sunar bize. Bazı nesnelerin yaratım sürecinde bizde yarattığı heyecan, hiç ummadığımız bir zaman aralığında tetikler yaratıcılığımızı. O nesne, o yapıtın içinde olmasaydı,eksik kalırdım duygusunu yaşarsınız. Benim biçemime uygun düşen
her bir nesne, yaratı evrenimin içinde yabancılaşarak zamanın ruhuyla katılır yapıtlarıma” diyerek, son yaratılarının oluşum serüvenini,izleklerinin ve malzemelerinin çeşitliliğindeki değişimi anlatmıştı.
Biçemindeki zarafetini ve öznelliğini, mizacını, düşünsel birikimini, kendine özgü imgelere yüklediği anlamı, yaşama resimleriyle yönelttiği soruları, hayal gücüyle oluşturduğu sınırsız sanat evrenini, yaşamdan özümlediği ölçütlerle sanatsal kurgular oluşturmasını, bilinçli bir öznellikle yarattığı estetiği, dünyaya hep başka yaratı pencerelerinden bakarak kendini biriktirme sürecini yakından tanıdığım ressam Habip Aydoğdu deyince ilkin ne gelir aklına deseler; yoğun imgelerle yüklü bir deneysel
film gelir. Yaratıcı etkinlikleriyle şekillenen görsel ögelerin, birbirini izleyen sahnelerin farklılıklarıyla varsıllaşan şaşırtıcı bir film. Bugüne dek yaptığı yüzlerce tuval resminin hızla aktığı sahnelerin arasında uç veren deneysel etkinlikler
(Yıllar önce Vakko Ankara Sanat Galerisi’nde, cazcı Yıldız İbrahimova ve Tuna Ötenel’in müziğiyle ve balerinlerin dansıyla büyülenmiş bir ortamda yaptığı; müziğin ve dansın ritmiyle mühürlü büyük boyutlu resmi, Nazım Hikmet Vakfı yararına İstanbul AKM’de yine aynı ekiple gerçekleştirilen, sanatın farklı disiplinlerinden gelen yüzlerce sanatçının önünde yaptığı
ve Nazım Hikmet’in şiirlerini görselleştirdiği bir başka büyük resim, Aya İrini’nin büyülü atmosferinde; arp sanatçısı Zeynep Öykü’nün müziğini resme dönüştürdüğü yapıtı, boyadığı “Milenyum Kapısı”, Hayyam’a gönderme yapmak için şekillendirdiği
yontusal ve resimsel şarap şişeleri, şair Ahmet Telli ve Ahmet Erhan şiirlerine yaptığı özel desenler, yazar Özcan Karabulut ve Erhan Doğan’a yaptığı kitap kapakları) ve bu etkinliklerle kendini çoğaltan bir bütüncül bir sanatçının; yoğun, doyasıya üretme erinciyle, yaptıklarına inanarak yaşayanmış bir ömrün menzilinden süzülmüş bir portre çıkar bu filmden. Ve sonuçlarına kendisinin de şaşıp kalacağı bir yaratı serüveninin filmi belki de.
İbrahim Karaoğlu