Yoksulluğu artık sistem dayatıyor

Güncelleme Tarihi:

Yoksulluğu artık sistem dayatıyor
Oluşturulma Tarihi: Aralık 12, 2008 00:00

Ünlü sanatçı Şevval Sam, ilk kez Ankara Hürriyet için politika konuştu. "Siyaset kirli" diyerek başladı söze. Karikatüristlere dava açan başbakan için, "Ne kadar yanlış birileri tarafından yönetildiğimi düşünüyorum" dedi ve ekledi: "Mizah zekayla, olgunlukla, tekamülle doğru orantılıdır."

n Siyasetle aranız nasıl?

n Bulaşmamak kaydıyla, mesafeli.

n Niye?

n Çünkü siyesetin son derece kirli bir şey olduğunu düşünüyorum. Siyasetin, insanların uydurduğu, birbirine güç gösterisi yapmak için veya birbirlerine hükmetmek için buldukları bir şey olduğunu düşünüyorum.

n Tüm dünya için mi?

n Kesinlikle tüm dünya için. Siyaset nosyonu kirli. İktidar insanoğlunun zaafı. Ancak bunların nispeten daha etik yapıldığı, insanların, bir takım ahlaki değerlerinden dolayı gururlarına yediremeyip istifa edebildikleri ülkeler var tabii.

n Kirlilik sadece siyasette değil, hayatın tüm alanlarında olabilir. Kirlilik, o toplumun kültürüyle ilgili değil mi? Toplu bir kirlenmeye işaret etmiyor mu?

n Toplu bir kirlenmenin en büyük işaretini biz kendi toplumumuzda görüyoruz zaten. Siyasetçilerin jargonunun ne kadar kalitesizleştiğini ve bir kenar mahalle jargonuna dönüştüğünü zaten görüyoruz. Bu bir ülkenin ne kadar geriye gittiğinin de göstergesi. Bütün dünyada bunların farklı ölçülerde olanları var. Yani kirlilik derecesi yüksek, kirlilik derecesi düşük. Şu anda dünyanın gidişatına baktığımız zaman, dünyayı yöneten güçlere ve sonuçlarına baktığımız zaman siyasetin ne kadar kirli olduğunu görüyorsunuz.

n Peki yeşil siyaset de var.

n Bizde yeşil kavramı çok farklı dünyadakinden. Bizde yeşil sermaye de var. Artık biz kelimeleri biraraya getirirken onları hangi anlamlarda kullandığımızı da bir şekilde gözden geçirmek zorundayız. Herkes bir şey söylüyor, sonra herkes ’Ben öyle demek istememiştim’ diyor.

Yeşil siyasete aslında belli ölçüde inanıyorum. Bu belli bir tekamül sürecidir. Ama Türkiye’de bu ne kadar başarılı olur bilmiyorum. Önce insanın kendi tekamülü üzerine kafa patlatması, sonra bunu çevresine, hayat tarzına, siyasi görüşüne toplumsal mesuliyetlerine yansıtması gerekir. Bizim en kötü huyumuz bazı şeyleri moda haline getiriyor olmamız. Eğer yeşillik bir modaysa şimdi herkes bir tarafından yeşil olmaya çalışacak. Oysa önce onu içselleştirmek, onun ne anlama geldiğini tam olarak anlayabilmek gerekli.

n Türkiye’deki yeşil hareketi nasıl görüyorsunuz? Takip ediyor musunuz?

n Takip ediyorum. Türkiye’de romantik olma ihtimali de var. Varlık itibariyle çok gerçek ve mutlaka olması gereken. Türkiye’deki insan profiline, eğitim düzeyine, siyasetçi profiline baktığınız zaman yeşil hareket, bazı insanlar için çok lüks, romantik yaklaşımlar olarak gelebilir.bizde hala gerçek bir çevre bilinci yok, bizde insanlar doğanın bir parçası olduğumuza değil, onun tek sahibi olduğumuza inanıyorlar, bizde bir takım özgürlükler hala çok ciddi biçimde tabu. Biz maalesef git gide geri gidiyoruz. Geri gittikçe de iyice konuştuğumuz, kurduğumuz cümleler, bulduğumuz çözümler, rasyonellikten uzaklaşmaya başladı. Bir yandan şöyle bir durum da var. Çok ciddi anlamda bir çalışma ve eğitimle uzun vadede çok şeyler değişti dünyada. Ancak bugün ben hiçbir ideolojiye inanmıyorum artık. Gerçekten bütün ideolojilerin, bütün sistemlerin gün gelip kendini yok edeceğini düşünüyorum. İnsan olabilmenin bir ideoloji haline gelmesi dışında.

n Kapitalizmde gördüğümüz gibi mi?

n Kapitalizm için de öyle diyorlar ama bir yandan da kapitalizm kendini yeniler, buna müsade etmez diyorlar. Bu konuda bir ekonomi profesörü gibi ukalalık edemem ama şöyle bir mantık yürütebilirim. İnsan malzemesi zaaflardan oluşan bir malzeme ve kapitalizm insanı, tam da zaaflarından vuruyor. Yoksulluk eskisi gibi zaruri bir yoksulluk değil. Hani çevresel faktörlerden, doğadan kaynaklanan bir yoksulluk değil. Artık sistemin dayattığı bir yoksulluk ve esaret var insanlar üzerinde. Bu sistem çok ciddi anlamda insanları kendine mecbur bırakıyor. Kaçamıyorsunuz çok fazla. Çünkü size toprağınızda bir şey yetiştirme izni vermiyor karnınızı doyurmak için. Bir sürü açıdan sizi sisteme bağımlı kılıyor. Çözüm yine eğitime dayanıyor. Çünkü insanların toplu olarak bunun farkına varıp tepkiyi bir hareket haline getirmesi gerekiyor; ki bu çarkın içinde insan nasıl yaşadığını bile fark etmiyor; kapitalizmin sunduğu süslemelerin içinde debelenip dururken, zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmıyor, bu arada kendine dair hiçbir şey düşünmüyor. Düşünmek için çok ciddi bir bilgi gereksiniminden bahsetmiyorum. Bilgi artık heryerde var. Bugün artık bilgiyi yorumlamak gereken bir dönemdeyiz. Bu kadar bilgiyi damıtıp, kendi cümlelerimizi oluşturmak zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz. Tabii bu da eğitimle alakalı. Düşünebilecek insanların, cesaretli soru sorabilecek insanların, bunu talep eden eğitimli insanların olması gerekir.

n Toplumun kirliliği de söz konusu. O ikisi birbirini beslemiyor mu?

n Toplumun kirliliği biraz şöyle oluyor. Siyasetçiler, sadaka ekonomisiyle, yönetebilecekleri cahil insanları çoğaltmak, ve onları satın almak istiyorlar. Onları çok ciddi anlamda korkutuyorlar. Cahil bir insanı her türlü hurafeyle yönetebilirsiniz. Bunlar beyin yıkama yöntemleri. Çünkü zaten soru sorma, değerlendirme, yorumlama mekanizmaları çalışmaz. Tabii, kapitalizmle pohpohlanan ama bir yandan da esir edilen, eğitimsiz olduğu için, gerçeğin böyle olduğunu düşünen insanları belli bir seviyeye getirmek çok zor.

n Siz politik bir aileden geliyorsunuz. Leman Hanım politik bir duruşu olan bir sanatçı.

n Aslında hayata karşı duruş diyelim. Çünkü biz bu ortamda yaşıyoruz ve ister istemez yaşanılanlarla ilgileniyoruz. Annem de ben de hayata karşı duyarlılıkları, hassasiyetleri olan insanlar olduğumuz için, "benden sonra tufan"cı değiliz. Ya da aman ben kendimi kurtardım, cebimi doldurayım gibi bir yaklaşım içinde olmadığımız için de biz, bir sürü yerdeki bir sürü zor durumda insan için ağaç için, hayvan için, fakir çocuklar için, farklı kültürlerdeki insanlar için, azınlıklar için, haksızlığa uğramış ya da şiddete uğramış yaşayan yaşamayan, yeryüzünde var olan herşey için üzülüyoruz. Bu ister istemez tabi ki politik bir duruşmuş gibi geliyor. Annem siyaseti daha iyi bilir. Ben, sorguladığım, "insan olmak" üzerinden bakıyorum.

n 80 kuşağı olmakla bir ilgisi var mı bunun? Mesela anneniz 68 kuşağı.

n Galiba var. Onlarda çok daha başka bir umut vardı. O, gerçekleşme ihtimali olan bir umuttu. Bugün artık öyle bir umut nerdeyse kalmadı. Ben buna rağmen, 80 kuşağı olmama rağmen umudu taşıyan bir bireyim. Hala gidiyorum üniversitelere söyleşilere, eğitimle ilgili elimden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorum. Umudum hiç olmasaydı hiçbirini yapmazdım. Hiç bir şeyi değiştirmeyecek bile olsa, en azından yapmadan gitmek istemiyorum. Çünkü belki de hiç umut yok. Belki de bırakmak lazım. Dünyanın normal yaş seyri itibariyle, nasıl bir insan bir yaşa gelince ölüyorsa belki dünyanın da ölmesi gerekiyor ve bu bir hastalık süreci belki de. Yine de ben kaliteli yaşama inanan biri olduğum için, ölmekten değil ama sürünerek ölmekten korkuyorum.

Toplum sürekli tokat yiyor tokat arsızı çocuk gibi oldu

n İnsanları şaşırtmayı seviyorum demişsiniz. Bu ülkede sizi hala bir şeyler şaşırtıyor mu?


n Hani diyoruz ya, toplum artık hiçbir şeye tepki göstermiyor diye. Şu anda bu memlekette hiç kimse, hiçbir şeye şaşırmıyor. Tek bir tokat yediği zaman insan asla unutmaz. Hayatında yediği o anı, acısını hiç unutmaz. Onun üzerine düşünür. Onu çözmeye çalışır. Ama sürekli tokat yiyen bir çocuk dayak arsızı olur. O düşünceler biter, sürekli yediği darbelerden aptallaşır. Hiç bir şey hissetmezsiniz. Bu toplum sürekli tokat yiyor. Her gün ve gözünün içine baka baka tokat yiyor. Belki de bu yüzden, polis kurşunuyla ölen bir vatandaşına Yunanistan, bizden daha fazla öfkeleniyor ve isyan ediyor. Oysa ki biz artık, tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak durumundan mütevellit, başımızı çevirip de bakmıyoruz bile ya da sormaya artık korkuyoruz.

Alazalik bir derviş

"HERKESİN
kendini en iyi ifade ettiği ana dilidir" diyor. Ama bazen konuşurken kelimeler yetmiyor ona. Anlatımını sık sık mimik ve jestlerle destekliyor. Konuşmasının coşkusunu böyle tamamlıyor.

Çünkü onun söyleyecek sözü var. Ve bu sözlere dair en önemsediği şey ise insanlara ulaşması.

"Siyaset kirli" diyerek başlıyor söze.

Gündemi gazetelerden değil mizah dergilerinden takip ediyor.

Karikatüristlere dava açan başbakan için, "Ne kadar yanlış birileri tarafından yönetildiğimi düşünüyorum" diyor, ekliyor:

"Mizah zekayla, olgunlukla, tekamülle doğru orantılıdır."

Zaten en çok kullandığı kelime tekamül.

Yani olgunlaşma, kemale erme.

80 sonrası umudun çok fazla kalmadığını söylese de, kendisinin umudu hala taşıdığı satırlarının, hayatının arasında gizli.

Şu sıralar Türk Sanat Müziği albümü Sek’in ikincisini hazırlıyor.

Makedon halk şarkısı Giden Gitti’nin sözlerinin içine gizlediği yeni kelime Şevval Sam’ı özetliyor aslında:

"Alazalik."

Osmanlıca, "bundan dolayı" anlamına geliyor:

"Dağlarında çağlayan,/Suları gibi oturup ağlayan,/Yaseminlere aşkı anlatan,/Alazalik dervişim şimdi."

Şevval Sam, "bir derviş" gibi, yaşadığı toprakların insanlarına, sorunlarına ve en önemlisi yanıtlarına ulaşmaya çalışıyor.

Üniversitelere sohbetlere gidiyor, Batman’da çocuklara kitap okuyor.

"İnsanlar utansın, atmaktan vazgeçsinler" diye sahilde plastik şişeleri topluyor.

Yani Şevval Sam "evinin önünü süpürüyor" ve ekliyor:

"Herkes süpürürse sokak temiz olur."

Şevval Sam’la siyasetin başkentinde, politika konuştuk.

Aidiyet duygusu insanı asalaklaştıran bir şey

n Sanatçıların hayatta duruşuyla ilgili bir noktaya da gelmek gerekiyor. Siz hayattaki duruşunuzu anlatıyorsunuz. Türkiye’de sanatçıların bu duruşunda bir sıkıntı görüyor musunuz?


n Şimdi tabi önce kime "sanatçı" kime "değil" demek de gerekiyor. Bazı, gerçekten sanatçı olan insanların çok gözönünde olmamalarından dolayı hayata karşı duruşları toplumda değişiklik yaratma potansiyelini sağlamıyor. Kitleleri peşinden sürükleyen insanların belli ölçüde sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. Ama kimi bu sorumluluğu taşımak istemiyor. Ben bunu eleştiremem. Sanatçının elinde bir güç var yalnız. Kalabalıkları peşinden sürükleme gücü. Karakteri buna müsaitse bunun sorumluluğunu taşıyabilir. Değilse taşımıyor.

n Bu sorumluluğu taşımak zorunda değil diyorsunuz.

n Bu bir tercih meselesi. Çünkü bunun için farklı bir duyarlılığa sahip olmak gerekiyor. Toplumsal bir duyarlılığa, varoluşla ilgili bir algılama biçimine sahip olmak gerekiyor. Sanatçıda bu anlamda her şey vardır diyemeyiz. Sanatçı gün ışığına prizma tutan kişidir. Baktığınız zaman gündelik hayatta görmediğiniz gün ışığına, prizma tuttuğunuz zaman gökkuşağı çıkar değil mi? Sanatçı gündelik hayatı ayrıştırır, sizin görmediğiniz renkleri, formları gösterir.

n Bu, sanatın duruşuyla ilgili bir sıkıntı mıdır sizce Türkiye’de? Kendi insanına karşı duruşuyla ilgili bir sıkıntı mıdır, sanatın politikayla çok yakın durmaması?

n
Zaman içinde sanat yapmayan insanlara verilen primler yüzünden duruş da yok oldu. Bununla birlikte eğitimsizlik yüzünden insanların, neyin sanat, neyin değil ayrımını yapabilecek kriterleri değişti. Dolayısıyla arz talepte bir sorun olmaya başladı. Sanatçının politik bir duruşu olmasıyla ilgili de çok korkutuldu insanlar. Bir çok sanatçı memleketinden, ailesinden, canından oldu. 80’den sonrasının en büyük travması budur. Sonra küçümsendi bu yüzden. Bütün değerler değişti. Değerler değişince insanlar ciklet manisi gibi sözlerden oluşan şarkılar yapmaya başladılar. Suya sabuna dokunmayayımcılar çıktı. Bir şeyleri hemen paraya dönüştürmek için ne gerekiyorsa onları yapmaya çalıştılar.

n Biz galiba birey olmayı, bireyci olmakla karıştırıyoruz. Özellikle 80’den sonra...

n
Kafa patlatıyorum hayata dair. Benim konu başlıklarım var. İlişkilerle ilgili, üzerine çalışmam gereken tekamül süreci içinde, hayatla ilgili... Bunlardan bir tanesi aidiyet duygusu. Çünkü aidiyet duygusunun da büyük zaaf olduğunu düşünüyorum. Birey olamayan insanlar, bir isim bir çatı bir görüş bir cemaat altında kendilerinin bir şey olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla bütün sorun da bundan çıkıyor işte.Bir "sürü psikolojisi"ne geçiyor ve empati duygusundan uzaklaştırıyor bu aidiyet duygusu insanı.

n Peki onunla toplumsallaşmak arasındaki ilişki ne sizce? Tamam aidiyet duygusu olmaması, bireyin kendisini yetiştirmesi önemli. Bireyselleşmekle, bencil olmanın nasıl bir ayrımı yapılabilir? Bireyin kendini yetiştirmesi, aidiyet duygusundan sıyrılması önemli. Ama bir de toplum içinde yaşıyoruz. Sizin o sözünü ettiğiniz sanatçı duyarlılığı bireysel duyarlılık noktaları. Bunu nasıl toplumsallaştırırız?

n
Nazım Hikmet’in şiiri vardır. Dünyanın en güzel şiirlerinden biridir. Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine. Aidiyet duygusuyla ilgili söylenmiş en güzel mısralardan biridir bu. Ormanı oluşturan her biri bir ağaçtır. Kimi kestane ağcıdır, kimi çınar, kimi meyve ağacıdır. Ve onlar bir armoni, uyum içerisinde yaşarlar. Ormanın huzuru buradan gelir. Yani hem "bir" hem "birlikte"... Oysa ki aidiyet duygusu insanı asalaklaştıran; hazırdan beslenen bir şey. Birileri onun yerine düşünüyor, bir görüş var, bu böyledir diyor.

YARIN:Ben kapımın önünü süpürüyorum herkes süpürse hayat temiz olur

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!