Yok olan cemaatin hikayesi

Güncelleme Tarihi:

Yok olan cemaatin hikayesi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2008 00:00

Kent tarihine dair pek çok izi hala taşıyan Yahudi Mahallesi, günümüzde yıkık dökük evleri ve sadece özel günlerde açılan sinagoguyla dahil olabiliyor kentlinin yaşamına. Beş asırlık geçmişine rağmen hala kullanımda olan Şengül Hamamı da mahallenin geçmişine dair pek çok sır veriyor . 1940’ların Yahudi Mahallesi’ni ve yok olan bir cemaatin hikayesini, mahallenin o dönemki sakinlerinden dinledik.

GEÇMİŞTE Ankara’nın kent tarihine dair pek çok kültürel renge ev sahipliği yapan Yahudi Mahallesi, günümüzde yıkık dökük evleri ve sadece özel günlerde açılan sinagoguyla dahil olabiliyor kentlinin yaşamına.

Anafartalar Caddesi üzerinde, Çocuk Esirgeme Kurumu binasının yanındaki merdivenlerden inilen Yahudi Mahallesi’nde önce Tarihi Şengül Hamamı karşılıyor sizi. 500 yıllık bir geçmişi olan bu hamamda, yakın zamana kadar Yahudi kadınların dinlerine uygun bir şekilde yıkanmalarına imkan sağlayan Tevila bölümü de bulunuyordu. Bu bölüm, yakın zamanda yıkıldı. Hamam, beş asır önce İshak Paşa tarafından yaptırıldı. Yapılışından sonra da çok sayıda Yahudi geleneği burada gerçekleştirilmiş.

Beki Bahar, Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri adlı kitabında şöyle anlatıyor hamam geleneğini:

"Yahudi Mahallesi’nin bir ucundaki Şengül Hamamı, özellikle Yahudi hanımlar için olmazsa olmaz bir hamamdı. Gelinlerin düğün gününden bir gün önce yıkanma töreninden geçmeden evlenmelerine izin verilmezdi. Gelin bir havuz içine sokulur, 40 tas su dökülür, dualarla dileklerle Yahudi geleneğine uygun bir tören yapılırdı. Hamamın mermer kurnaları, oymalı bakır muslukları dile gelse de, geleneksel törenleri, mutlu gelinleri, bebek özlemi çekip de sıcaktan medet uman hanımları, daha nice hikayeleri anlatabilse."

Bugün hala kullanılıyor Şengül Hamamı, fakat tam karşısındaki Yahudi evleri artık yok. Ankara’nın başkent olmasıyla istimlak edilen evlerin yerine Anafartalar Lisesi yapılmış.

Ankara cemaat için şaşırtıcı

Murat Hüdavendigar 1356 yılında kenti ele geçirdiği zaman, Ankara’da yerleşik bir Yahudi cemaati olduğunu ifade eden Bahar, "Yahudilerin 1492’de İberik Yarımadası’ndan göçmesinden tam 136 yıl önce Anadolu’nun orta yerinde bir Yahudi cemaati... Ankara, Yahudi cemaati için oldukça şaşırtıcı bir kent" diyor ve ekliyor:

"Yahudiler hiçbir zaman büyük bir mahallede, büyük bir kalabalık teşkil etmediler ama her zaman, toplumla kaynaşmış bir şekilde bulundular. Ankara’nın yapısı da buna uygundu. Osmanlı’daki Ahilik sisteminden gelen bir kardeşlik ortamı vardı. Her zaman bir toplum, sinagog hatta Yahudilerin inançlarına uygun yapılmış bir hamam bulunmuş bu çevrede. Anlaşılan, Yahudi Mahallesi Bizans’tan beri aynı yerde kurulu kalmış."

Çeşitli kaynaklarda 1522 yılında kentte 30 Yahudi evi, 1555’te ise 200 Yahudi olduğu ifade ediliyor. Kaynaklar, Yahudi nüfusunun genellikle bin kişiyi aşmadığı ve sadece 1935-1955 yılları arasında 3 bine çıktığı fikrinde birleşiyor. Ankara’daki Yahudi nüfusuna dair bilgilerden biri de, şehir nüfusunu 30 bin olarak tahmin eden Evliya Çelebi’nin şu cümleleri:

"Kentin Yahudisi gayet çoktur. Sade Yahudileri 12 mahalledir."
/images/100/0x0/55eb2dc2f018fbb8f8b071ea

Ayrımcılık yaşamadık

Ankara Yahudileri, mahallede bulundukları dönemde geleneklerini de özgürce yaşamışlardı. Atatürk Bulvarı’nda oturduklarını ve apartmanın değil, neredeyse semtin tek Yahudi ailesi olduklarını söyleyen Bahar, o dönemi şöyle anlatıyor:

"İnançlarımızı her zaman özgürce yaşadık. İstediğimiz zaman sinagoga gider, orucumuzu tutar, dini esaslara göre yenmesi yasaklanmamış olan kaşer et keserdik. Ankara’da bazı kasaplara kaşer tavuk gelirdi. Müslüman arkadaşlarımız da zaman zaman bu tavuktan alırdı. Çünkü o et kontrollü ve sağlıklı bir şekilde kesilirdi. Büyük çaplı bir ayrımcılık hiçbir zaman yaşamadık. Halkın dayanışması çok güzeldi. Evlerde şarap, sucuk yapılırdı. Tatlı bir sohbet ortamı vardı. Ankara’nın dokusu küçük şehirlere hastı. Okuldaki tek Yahudi öğrenciydim. İyi bir öğrenci olduğum için diğer öğrenciler bana saygı gösterdi ve herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadım."

Çocukluğumuz güzeldi

Ankara’da 1955 yılına kadar yaşayan yazar Yakup Almelek ise şöyle anlatıyor o günleri:

"Savaş yıllarının bazı sıkıntılarını çektik ama genel anlamda çok iyi bir çocukluğumuz oldu. Küçük olaylar dışında önemli bir sıkıntı yaşamadık. Sinagog mahalledeydi. Bayramlarda rahatça sinagoga giderdik. İnsanlar inançlarımıza saygı duyardı. Müslüman Yahudi evlilikleri zaman zaman yaşanıyordu. O dönemde cemiyet buna tepki gösteriyordu ama bu çok büyük bir tepki değildi. Böyle bir evlilik istenmezdi ama olduğunda da kabul görürdü. Yahudi halk çoğunlukla ticaret alanında çalışırdı."

Yağmur duaları

Ankara’da hastalıklara, ölümlere, göçlere neden olan, uzun süreli kuraklıklar yaşanırdı. Böyle durumlarda müftülük yağmur duasına çıkma kararı alırdı. Bahar, o günlerdeki duaları şöyle anlatıyor:

"Kitap ehli diğer din adamlarının bulunması için de haber salınırdı. Hocalar, papazlar, hahamlar önde, halk arkada, mezarlıklarda yağmur duası edilirdi. Bayram geceleri ve cuma akşamları, sinagogdaki duaya çocuklar da katılırdı. Dua bitince ellerinde mumlar taşıyan büyükler, onları evlerine bırakırdı. Bu bile başlı başına bir şenlik, bir törendi. Kuraklık korkusu, yağmur ümidi içinde Nisan ayına rastlayan Hamursuz Bayramı’nın son gecesi erkekler sinagog dönüşü kapının eşiğinde "yeşil bir yıl" dileyerek eve girerler ve ev halkıyla bayramlaşırlardı."Tanık olduğu dönemin bayramlarını kitabında şöyle anlatıyor Bahar:

"Sinagoga giden fötr şapkalı erkekler, son diktirdikleri veya en yeni elbiselerini giymiş hanımlar, sinagog avlusunda gürültü yaptıkları için sokağa kovulmaktan mutlu bir şekilde oyuna dalmış çocuklar dar sokakları kalabalıklaştırırdı. Tüm bir günü sinagogda dualarla ve oruçlu olarak geçirmek gereken Kipur Bayramı’nda yaşlı hanımlar az bir ücretle kiraladıkları ön koltuklara kurulurken, arka yerleri ilk gelenler kapardı. Hanımlar, terbiye gereği hal hatır sorar, bu durum sinagog yöneticisinin sert bakışı ile son bulurdu. Yahudilerle evlenmiş Müslüman hanımlar da sinagoga uğrardı. Milli bayramlarda da, bayramlık giysileri içinde küçük çocuklar, sokakta ellerindeki küçük bayrakları sallayarak gezinir ve büyüklerden birinin onları resmi geçiti seyretmeye götürmesini beklerlerdi. Milli bayramların güzelliği ve coşkusu bambaşkaydı."

Almelek de, o dönemin sosyal hayatını şöyle anlatıyor:

"Babam bizi sıkça Halkevleri’ne götürürdü. İdil Biret’i ilk defa Halkevleri’nde, İsmet İnönü’nün kucağında piyano çalarken gördüğümü hatırlıyorum. Operaya, tiyatroya sık sık giderdik."

Ankara farklıydı

MAHALLE
1940’lı yıllarda, tipik bir Osmanlı Mahallesi olsa da rengarenktir. Cumbalı evler göze çarpar. Fakat bazı evler diğerlerinden farklıdır. Bunlar, büyük avluları, avluda tuvaleti olan evlerdir. Bahar, kitabında bu yıllarda en güzel evlerin, sinagogun karşısında birbirine bitişik olarak bulunan, Bonomo, Araf ve Albukreklerin evleri ile Yasef Ruso’nun evi olduğunu söyler.

Almelek ise, "O dönemde sinagogun, İstanbul’dakilerle kıyaslandığında çok güzel olduğunu söylediklerini hatırlıyorum. Cuma günleri ve bayramları sinagog dolup taşardı" diyor. Ankara’daki cemaatin İstanbul cemaatinden farklı olduğunu ifade eden Bahar, sözlerine şöyle devam ediyor:

"İstanbul büyük bir cemaatti. Şehrin muhtelif yerlerinde Yahudi toplulukları vardı. Ankara’da ise durum farklıydı. Yahudiler tek bir bölgede toplanmışlardı. Ankara o yıllarda göç alıyordu. Yeni bir devlet kurulmuş, ticaret imkanı çok. Bu sebeple İstanbul’dan gelenler oluyordu. Ankara küçük bir toplum olduğu için kapalı ekonomi hakimdi. Mahalleli, şaraplarını, rakılarını kendisi yapardı. Kışlık yiyecekler ortaklaşa hazırlanırdı. Dışardan çok fazla şey alınmazdı. Makarna günü yapılır, hamur hazırlanır ve kadınlar oturup arpa şehriyesi yapardı. Düğün olduğunda kimin evi daha büyükse, düğün orada yapılırdı. Dayanışma ortamı vardı. Büyükşehirlerde bu derece dayanışma olmazdı. Ankara’da halk birbirine yardım ederdi."

Sinagogların dokusu bozuldu

İNANÇLARINI
ve geleneklerini özgürce yaşadıklarını ifade eden 1940’ların mahalle sakinleri, "Bayram zamanı mahallenin rengi bile değişir, her taraf pırıl pırıl olurdu. Kadınlar daha şık giyinirdi. Dindarlar sinagoga yağ dökmeye giderdi" diyor ve ekliyor:

"Hamursuz Bayramı’nda sekiz gün, tuzsuz ve mayasız yapılan hamursuz ekmeği yerdik. Kipur, yani Kefaret Bayramı’nda ise bir gün oruç tutardık. Orucumuzu kaşer tavukla tutmaya özen gösterirdik. Sinagoglar günümüzde kale gibi oldu. Son yıllardaki olaylardan sonra koruma önlemleri arttı. Koruma önlemlerinin artması, sinagogların dokusunu da bozmaya başladı."

Gerçekten de Şengül Hamamı’nı geçip ara sokaklarda dolaşmaya başladığınızda, geçen zamana inat o dönemin en görkemlileri olduklarını hala belli eden evlerin karşısındaki sinagog, dev duvarların arkasında saklanıyor. Duvarlar ve dikenli tellerle ayrılıyor sinagog, Bonomoların, Rusoların evinden.

YARIN: ATATÜRK, YAHUDİ MAHALLESİ’NDE KONAKLADI

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!