Güncelleme Tarihi:
Ankaralı eğitimci-yazar Perihan Taylan, Ürün Yayınları tarafından basılan öykü kitaplarını (Kuyudan Çıkanlar/2006, Çedeneli Kaleydoskop/2009, Çınaraltı Çalıları/2010) büyük bir üretkenlikle, art arda okurlarıyla buluşturdu. Yazar, gücünü müthiş gözlem yeteneğinden alan öykülerinde insana dair yaşantı kesitlerini farklı bakış açılarıyla dile getiriyor. Günümüzde yalnızca ürünlerin değil iyi niyet, yardımlaşma, merhamet gibi duyguların, hatta düşüncelerin bile artık “naylon” olduğuna vurgu yaparken, görünürün ardındaki niyetleri sezinlemeye çalışan okurunu “Gerçek nedir?” sorusuyla sarsıyor, şaşırtıyor. Bir kadın yazar gözüyle kadınlara, bazen gözümüzde “öteki” olarak konumlananlara da dokunduruyor kalemini ve kadınların değişmez yazgısını bir kez daha yazıyor. Toplumsal yapımızdaki değişimlerin, yalnızlaştıkça aramızda artan mesafelerin, değişen önceliklerimizin, birbirimize yabancılaştığımız gerçeğinin altını çiziyor. Dünyayı ve yaşadığımız kentleri daha yaşanır bir yer kılmanın ipuçlarını verdiği öykülerinde, hayatımıza anlam katabilmenin yollarını metaforlarla anlatan Perihan Taylan, sorularımı Ankara Hürriyet okurları için yanıtladı.
TÜM İNSANLARA AYNI DİKKATLE BAKIYORUM
-İlk kitabınız “Kuyudan Çıkanlar” 2006’da yayımlandı. Onu “Çedeneli Kaleydoskop” ve “Çınaraltı Çalıları” izledi. Yazar Perihan Taylan bugüne kadar neler yaptı ve şu anda ne yapıyor, yazmaya devam etmenin ötesinde?
DTCF Fransız Filolojisi’ni bitirip liselerde öğretmenliğe başladım. Yüksek okullarda okutmanlık yaptım. Eşimin görevi nedeniyle Almanya’da iken Almanların Hauptschule dedikleri okullarda Türk Hazırlık Sınıfları’nda mesleğimi sürdürdüm. Bu defa 11-15 yaş gurubu ile karşı karşıya idim. Yani her yaştan öğrenci ile birlikte olmanın farklı serüvenini yaşadım. Bu şanslı ayrıcalık, deneyim üzerine deneyim kazandırdı bana. Yurda dönüşte nicedir ilgi duyduğum ‘Ülkeyi Tanıtma’ çalışmaları beni Turizm Bakanlığı’na çekti. Tanıtım kitapçıkları hazırlamak, ülkelerarası kültür ve turizm aktivitelerini izlemek güzeldi. Buradan emekli oldum. Artık gönüllü çalışma zamanıydı. Türkan Saylan’ın ÇYDD’sine, Hayrettin Karaca’nın TEMA’sına çorbada tuz misali katkılarım oldu. Şimdilerde yapayalnız insanlara arkadaşlık etmeye çalışıyorum.
-Öyküleriniz hayatın o kadar içinden örneklerle dolu ki; sıradan insanların öyküleri var, sıra dışı kahramanlıklar yok örneğin. Kitaplarınızdaki konu ve tema çeşitliliğinin sırrı ve başarısı nedir; kaleminiz nereden esin alıyor?
Bu soruyu sormasaydınız öykülerimde sıra dışı kahramanlıklar olmadığını hiç düşünmeyecektim. Davranışlarının nedenlerine kafa yorunca sıradan insanların hepsi – olumlu ya da olumsuz- yeterince kahraman gibi geliyor bana. Sanırım kalemim, tüm insanlara aynı dikkatle bakmamdan esin alıyor.
-“Çınaraltı Çalıları”nda kadın öyküleri okuyoruz. Özellikle kız çocukların okuması için didinen Türkan Saylan’a ithaf edilmiş bazıları. Ülkemizde bir mesleği olunca, mesleğini yapma olanağı doğunca bir kadın için daha mı kolay ilerliyor hayat; ya da kız çocuklar için okumak bazen bir kaçış, kurtuluş mu oluyor?
Mesleğini yapma olanağı doğan kadının kendine güveni artınca, hayat daha kolay ilerliyor elbet. Sanırım en fazla da çocuklar üzerindeki etkisinin, babayla eşit düzeyde olduğunun bilinci içindeyken. Gelgelelim, okumak ne yazık ki kaçış, kurtuluş oluyor bazen kız çocukları için. Baba/ağabey baskısından yılmışsa okumaya önce bu açıdan bakar oluyor. İnsanın içini sızlatan bir bakış açısı…
-“Çedeneli Kaleydoskop”ta insanoğlunun içindeki haris/habis duygulara ayna tutuyorsunuz. Bir öykünüzde Alman eğitim sisteminin öncelikleri sıralanıyor: “ilke-disiplin-başarı var, ödün yok.” Sağlıklı toplum olmanın yolu eğitimden geçiyorsa, bir eğitimci-yazar olarak bu konuda neler söylemek istersiniz?
İlke + disiplin + ödünsüz yöntem = Başarı; Alman eğitim sisteminin vazgeçilmezidir. Kılı kırk yararcasına hesaplanıp oluşturulduğu kesin. Orada öğrenci mutlaka hak ettiği/edeceği yerdedir. Önceliğimiz sağlıklı toplum ise eğitimi, ilkeden disiplinden soyutlamak, araç-gereç-laboratuvardan yoksun bırakmak olmaz, olamaz. Çocuklarımız, kararları kesin ve donanımlı bir yerde olduklarını hissetmelidir, eğitim yaz-boz tahtası değildir. Bu arada, sağlıklı toplum yaratma temelli Köy Enstitülerimizi anmadan geçemeyeceğim. Kuruluşlarının ardından ilk övgü Alman araştırmacılarından gelmişti. Kapatılmasalardı, şu an hayranlık uyandıran bir eğitim sistemi yaşıyor olacaktık kuşkusuz.
IŞIĞI KARANLIĞA TUTMAK ÇABA GEREKTİRİR
-“Kuyudan Çıkanlar”daki öyküleri Direşken Direngenler, Beklendik Şaşırtılar, Yapaylar ve Sahiciler, Potpuri gibi başlıklar kucaklamış. Bu öyküler bizi nereye götürüyor; bazen kumdaki bazen kuyudaki saklı ışıklara mı, yoksa insanın içindeki karanlık gölgesine mi?
İkisine de götürüyor; saklı ışığı bulmak ne kadar direnç gerektiriyorsa onu, içimizdeki ya da dışımızdaki karanlığa tutabilmek o kadar çaba ve dürüstlük gerektiriyor. Bu arada kimilerinin, ışığı karanlık planlarına alet etme sevdasında olduğunu da görmekteyiz. Bahsettiğiniz bölümlerde her iki kategorilerden tiplemeler var. Belki çoğumuzun şaşarak rastladığı…
-Özellikle “Şilebezi” öykünüzde, usta ellerin terk edilmişliklerine vurgu yapıyorsunuz; semerciler, sepetçiler, bakırcılar, hallaçlar… Ayrıca Anamur muzu, Amasya elması, Savur narı gibi yerel ürünleri imliyorsunuz. Eldekilerin kıymetini bilmenin getireceği huzur ve mutluluk, yok edişler ve çöküntülere mi dönüşüyor yaşamımızda?
Ne yazık ki evet. Usta el olmak kolay mı? O halde neden kıymetini bilmeyelim? Ürettiklerinde kolaylıklar, güzellikler, türküler, öyküler saklı. Elmamızda, muzumuzda, narımızda da lezzet. Yapaylıkları nedeniyle birçok şeyi giyemiyor, kullanamıyor ve yiyemiyorsak evet, yok edişler çöküntüye dönüşüyor. Tohum depolarımızın yakılması, Nazilli Basma’nın kapatılması, aşarı kimyasalların toprağımızı zehirlemesiyle başlamıştı çöküntü.
ANKARA HAFIZASIZ BİR KENT Mİ
-Ankara’da yaşıyor ve yazıyorsunuz ama biri dışında (Dalokay nikâh salonu) öykülerinizde mekân olarak Ankara’yı göremiyoruz. Almanya var, deniz kenarı var, yazlık siteler, tatil köyleri var ama bu kente dair ipuçları neden yok? Hafızasız bir kent olduğunun altını çizmek için mi?
Ankara gerçekten hafızasız bir kent midir kuşkuluyum. ’Benim Kentim’ olalı beri Ankara’yı seviyorum. Son zamanlarda ‘Ankara olmaktan ‘ çıkarılmaya çalışılsa da. Öykülerimde bu kentten bir şeyler olmayışı ilginç kişi ve olaylara, çoğunlukla sıraladığınız mekânlarda rastlamamdan olsa gerek. Bu sorunuz sanırım Ankaralı öyküler yazmak için kışkırttı beni. İçimden ‘kim kime dumduma burada’ desem de...