Güncelleme Tarihi:
“Ankademi: Şehir ve üniversite” buluşmalarında Ankara, Hacettepe, Gazi, ODTÜ, Bilkent, Ankara Yıldırım Beyazıt ve Atılım üniversitelerinin ardından bu hafta TED Üniversitesi’ne (TEDÜ) konuk olduk. Hürriyet Ankara Haber Koordinatörü Deniz Gürel ve Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, gazetemiz ekibiyle birlikte TED Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tarımcılar, üniversite üst yönetimi ve bilim insanlarıyla kent-üniversite ilişkisini konuştu.
Kentten beklentiler konusunda önemli tespitlerde bulunan Rektör Murat Tarımcılar, “Ankara’da, üniversiteler arası ortak çalışmaların daha çok olmasını beklerdim. Ama çok ilginç bir şekilde bizim hocalarımızın yüzde 70’i ODTÜ’den gelmesine rağmen ODTÜ ile ortak bir program yapmakta zorlanıyoruz” dedi. Rektör Tarımcılar, genç bir üniversite olan TEDÜ’nün hedef ve çalışmalarıyla birlikte kent-üniversite ilişkisine dair şunları söyledi:
HEDEF ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ OLMAK
TED olarak arkamızda 88 senelik kocaman bir kültür, bir ekol var. Onlar Ankara ile çok bağdaşmışlar. Ankaralı olup da TED’i bilmemek söz konusu değil. Onlar da zaten Ankaralılığı biraz üstlerine almışlar. Üniversite kurulma sürecinde ben bunun parçası değildim ama İncek’te şu anda kolejin olduğu yerde mi üniversiteyi kuralım yoksa Kızılay’ın ortasında mı kuralım konusu çok konuşulmuş. Dünyadaki üniversitelere baktığınız zaman da iki tane yaklaşım var. Bir kampüs üniversitesi dediğimiz kendi içlerinde bir aile oluşturup dışarıyla aslında mümkün olduğunca ilişkilerini kesip öğrencinin orada yaşayıp oradaki entelektüel birikimi soluyup o yaşam tarzını getiren üniversiteler var. Bir de şehirle bütünleşip tam tersine öğrenciyi izole etmek yerine şehirde de yaşasın şehri de görsün, şehirde yaşama yaklaşımı olan üniversiteler var. Bizim üniversitenin de nerede yapılacağı kurucu mütevelli heyetinin içinde ilginç bir şekilde yüzde 50 yüzde 50’ymiş. Bazı sebeplerden dolayı şehir üniversitesi olmanın daha iyi olacağı ağır gelmiş. Çünkü şöyle de bakmışlar biz kolej olarak bir zamanlar hep şehir kolejiydik. Ve bakın bunlar öğrencilerimizi çok iyi yerlere getirdiler. Bugün bakıyorsunuz TED mezunları çok iyi yerlerdeler. Şehrin ortasında olmanın eğitim için getirdiği faydalara da inanmışlar. Demişler ki üniversiteyi de böyle yapalım. Dünyaya baktığınız zaman Harward bildiğiniz gibi Boston’un ortasındadır MIT öyledir. Çok iyi kampüs üniversiteleri de vardır çok iyi şehir üniversiteleri de vardır. Biri ötekinin iyi ya da kötü olduğunu yansıtmıyor. Sadece o görevi üstlenmek gerekiyor. Biz de bunu böyle alnımıza yazdık. Biz Ankara’nın şehir üniversitesi olacağız diye.
ANKARA’YI SAHİPLENMEK ÖNEMLİ
Stratejik planımızda altı tane planımız var. Bunlardan bir tanesi de şehir üniversitesi olmak. Ankara’nın üniversitesi diye de bilinelim gibi bir düşüncemiz var. Üniversitenin eğitim, araştırma, servis sorumlulukları vardır biz bunun yanına dördüncü ayak olarak şehir üniversitesi olmayı koyuyoruz. Ankara bizim için önemli. Ankara’yı sahiplenmek önemli. Bunu nasıl tam yapacağımıza üniversite olarak halen araştırmaya da devam ediyoruz. Sosyal sorumluluk projesi mi olacağız araştırma olarak mı yardım edeceğiz belediyelerle birlikte mi, devletle birlikte mi yapacağız o konularda merkezimizin de bazı çalışmaları olacak. İller Bankası’nın Genel Müdür yardımcısı mesela iki hafta önce buradaydı onlar da böyle bir ortaklığa açıklar. Bir üniversitenin eğitim konusu ve araştırma derseniz üniversitenin kendinde olan bir şey zaten. Ama biz bunların yanında şehir üniversitesi olmayı ana damarlarımızdan birisi olarak görüyoruz. Ben İstanbulluyum İstanbul’u da çok severim. İstanbul’u seven insan da çoktur. Ben Ankara’ya gelip de bu gençlerle tanışana kadar Ankara’yı sevenin çok olduğunu zannetmezdim. Ama varmış. Sadece bilimsel olarak değil duygusal olarak da buradaki arkadaşların Ankara’ya karşı bir bağı var.
YURTTAŞIN ÖNÜNDEN GEÇTİĞİ ÜNİVERSİTE
Çok ilginç bir hikâye vereyim. İlk Berivan ve arkadaşları bize geldiklerinde dediler ki; ‘biz bir kurum içinde sosyal inovasyon merkezi kurmak istiyoruz.’ Ben onlara dürüstlükle dedim ki arkadaşlar biz 4 senelik üniversiteyiz neden biz. ODTÜ var koskoca bir Hacettepe varken neden biz. Hiç unutmayacağım Berivan da dedi ki; ‘Sizin önünüzden yurttaş geçiyor biz istiyoruz ki o yurttaş içeri girsin burada onun problemlerine çözüm bulabileceği bir yer olduğunu bilsin. ODTÜ’ de bu olmuyor.’ Ve onlar hep bir yurttaş boyutunu getirmek istemişlerdi. Berivanların merkezi de bize bunu hep hatırlatıyor. Sadece diğer boyutlarıyla değil inovasyon çerçevesinde yapabilmek de çok güzel. Daha sonra Esen’le tanıştık. O da yaşadığı şehrin içindeki bütün sorunlarla ilgilenmek istiyor. Gel burada bir merkez kuralım dedik. Esen’in dediği bir şey var; ‘Kızılay’da nasıl insanlar yaşıyor, kimler gelip geçiyor onu bile bilmiyoruz. Böyle bir verimiz yok. Burası böyle bir transit bir yer midir yoksa insanların yaşayıp bütün günlerini geçirdiği bir yer midir sosyo ekonomik profili nedir. Nasıl insanlar buradan geçiyor onları bile bilmiyoruz bununla bile başlasak bu şehir için çok önemli bir katkımız olur.’ Bununla birlikte başlasak dedik. Onların da bir büyük vizyonları var. Kolejle başlayıp Kızılay’a ilerleyip sonra şehrin sonra bölgenin sonra da ülkenin sonra da inşallah dünyanın problemlerini çözmek gibi. Bir anda bunu bir misyon olarak edindiğiniz zaman hakikaten bu konuda duyarlı insanlar etrafınıza toplanmaya başlıyor bu da Ankara’nın bir güzelliği. Küçük bir yer çabuk duyuluyor. İnsanlar geliyorlar. Bir de bunların üstüne kamu politikalarının üstüne de şehre faydası olsun diye yaklaşıyoruz.
TOPLUMA DA ŞEHRE DE DUYARLILIK
TED’den dolayı tarihsel olarak yeni bir üniversite olarak Ankara’nın sanki kaderiyle örtüşen bir kaderimiz var. Biz bunun farkında olan bir üniversiteyiz. Üniversitenin sosyal sorumluluğundan dolayı sadece şehre değil bütün topluma olan duyarlılığımız olduğuna inanan bir üniversiteyiz. Şehre de görevimiz var. Bu çok kaynak gerektirecek bir şey, az değil. Bunun yanında bir yığın da kaynak getirecek bir ortaklık olacağına inanıyoruz. Biz öyle çok fakülte ve bölüm açan bir üniversite değiliz Ama Mimarlık’tan sonra açtığımız ilk bölümümüzde Şehir Bölge Planlama Bölümü’müz oldu. Ankara’nın geleceğinin bizim yolumuzun üstünde olduğunu biliyoruz. Bu konuda da üniversite olarak yapabileceğimiz bilimsel olarak katkılarımız olacak. Bütün kaynaklarımızla katkı sağlamaya çalışacağız.
ŞEHRİN DİNAMİKLERİYLE BAŞA ÇIKMAYI ÖĞRENİYOR
Yandaki kampüsümüzün öbür tarafındaki Sıhhiye çok katlı otoparkı Çankaya Belediyesi’nden Büyükşehir Belediyesi’ne geçti. Gönül isterdi ki o da kampüsümüzün bir parçası olsa. Öğrencilerimizi üniversiteye arabayla gelmemeleri konusunda uyarıyoruz. Biz bir şehir üniversitesiyiz altımızda bir metro var. Metro hala en güvenli transit alternatiflerinden bir tanesi metroyla gelin arabayla gelmeyin diye bir tutumuz var. Metro kullanımı çok yüksek. Öğrencilerimizin neredeyse hepsi metroyla geliyor. Birçok metroya binmeyen öğrenciyi de metroya bindirmiş olduk. Genel alışkanlık kazanımı da oldu. Öğrencilerle şehir ilişkisi istediğimizden daha fazla. Kendi yemeğimizi veriyoruz ama kimse burada yemiyor. ‘Hocam dışarıda daha çok alternatif var, orada daha ucuz’ diyorlar. Şu anda sadece çalışanların ve öğretim üyelerinin yemek yediği bir öğrenci yemekhanemiz var. Kızılay’da oturan çok fazla öğrencimiz yok, birçoğu dışarıdan geliyor. Hemen karşıda iki tane erkek öğrenci yurdumuz var. Maalesef yurda gitmek için geçtikleri yolun birazcık asayişi kötü. Yerlerde gördüğünüz o gerilla marketing denen şeylerde olan insanlar oradalar. Ben geçen sene öğrencilerin yanına gittim. Bir akşam yemeği yiyelim diye gittim ve onlara sordum arkadaşlar oradan buraya gelirken kendinizi güvende hissediyor musunuz. Hatta bir yer varmış bana anlattılar. Kumar filan oynanıyormuş. Hocam evet kumar oynatılan yer bizi geç saatlerde rahatsız ediyor. Peki travestiler falan var dedim onlar rahatsız etmiyorlar mı. ‘Onlarla arkadaş olduk’ diyorlar. Aslında bakarsanız 18-19 yaşındaki bir çocuğun şehrin bu dinamikleriyle nasıl başa çıkacağını öğreniyor olması da güzel bir eğitim.
TÜRKİYE’DE KALMAMIN SEBEBİ BU ÖĞRENCİ KİTLESİ
Ama korkuyoruz da. Kızılay bombası zamanında hepimizin yüreği kalktı. Sonuç olarak bizim öğrencilerimizin hepsinin gidip geldiği bir yer. Bundan dolayı da kaybettiğimiz öğrenci var. Mesela TED kolejlerinden bize gelenlerin sayısında geçen sene bir azalma oldu. Bu sene bir çalışma yapalım dedik Berkay bey, Deniz hanım anket hazırladılar Ankara kolejine gittiler. Oradaki bir kesim TEDÜ’yü düşünmüyor. Çünkü ben üniversiteye arabamla gitmek istiyorum diyor onun için Bilkent onlar için bir hedef oluyor. TED lisesinde hali vakti yerinde olan çocuklar için mesela biz artık bir tercih değiliz gibi. Onlar arabasına atlayıp gösteriş yapmak filan istiyorlar. O durumu biz bir avantaj olarak alıyoruz. Öyle bir grubu da buraya çekmiyoruz. Beni şaşırtan en büyük şeylerden bir tanesi tam bir makul öğrenci kitlemiz var. Mesela bu bombalama olaylarındaki reaksiyonlarından size bahsedeyim. Gar’da ilk bomba patladığı zaman bir şey yapalım dedik. Üniversite olarak bir hareket yapalım dedik. Ama herkeste bir tedirginlik var. Ben o zaman rektör değilim. Rektörümüz vardı. Nasıl yapalım diye ben bir şeyler önerdim. Rektör hocamız ‘ya hocam biraz beklesek öbür okullar ne yapacak diye’ böyle bir konuşma geçti aramızda. Hocam sordu ‘Amerika’da böyle şeyleri nasıl yapıyorlar.’ Ya dedim genelde makul bir şekilde işte çocuklar geliyorlar sessiz bir saygı duruşu yapıyorlar İsteyen kalkıp bir kaç kelime konuşma yapıyor, sonra dağılıyorlar. ‘Hocam bizde öyle olmaz biz bunları kontrol edemeyiz’ filan dediler. Biz hala öğretim üyeleri ve yönetim kurulu olarak ne yapacağımızı bulmaya çalışırken öğrencilerimiz geldiler ‘biz kendimiz bir şey yapalım’ dediler.
HER KOMİTEDE BİR ÖĞRENCİ TEMSİLCİSİ
İnanın dediğim şeyi çocuklar kendileri yapmışlar. Bir bayrak yapmışlar üzerine barış yazmışlar. İşte öğrenci konseyi başkanı bir konuşma yaptı dedi ki ‘Türkiye demokratik kalmak zorundadır. Sizden istediğimiz bu demokrasi sürecine yardım edin. Seçimlerde oy kullanabilecek lütfen oy kullansın, evine gidip oy kullanamayacak olana eğer para yardımı gerekiyorsa biz bulmaya çalışalım.’ Bir çocuk çıktı ‘ben siyasi bir insanım ama burada siyasi bir konuşma yapmayacağım’ dedi. Bir Kürt kızımız çıktı ‘ben Diyarbakırlıyım dedi Türkiye’de bu zordur ama burada kendimi iyi hissediyorum’ dedi. Ondan sonra birbirlerini alkışladılar saygı duruşu yapıp dağıldılar. Bunlar bizim söylediğimiz şeyler değil, çocukların kendi karar verdikleri bir şey. Hep anlatırım bunu benim Türkiye’de kalmamın sebeplerinden bir tanesi bu öğrenci kitlesidir. Hakikaten istekleri olsun geliyorlar. Mesela sınıfta kalmış ama sorumluluğunun farkında. ‘Hocam benim de sorumluluğum var diyebilen’ öğrenciler. Bizim her komitemizde bir öğrenci temsilcimiz var. Üniversite yönetim kurulunda bir öğrenci temsilcimiz var. Senatomuzda bir öğrenci temsilcimiz var. Stratejik planlama komitemiz var şu anda bir öğrenci temsilcimiz var. Öğrenciyle beraber kararları veriyoruz. Onlar bu sorumluğu büyük bir olgunlukla taşıyorlar. Bu şehir üniversitesi olmanın getirdiği bir olgunluk mudur yoksa o çocukların Ankaralı olup eğitime önem veren ailelerden olmasından mı kaynaklı mı bilemiyoruz. Bizim eğitimimizden dolayı olgun bir öğrenci kitlemiz var. Bir şehir üniversitesine yakışan şehirle barışık yaşayabilen bir öğrenci grubumuz var.
ÜNİVERSİTELER ARASI ORTAK ÇALIŞMA DAHA ÇOK OLMALI
Ankara için yapabileceğimiz değerlendirmeler için birincisi ben mesela Milli Kütüphane’nin daha iyi olmasını beklerdim. Şehir üniversitesi olarak biz çok fazla kütüphaneye yatırım yapmak istemiyoruz. İsterdim ki öğrencilerime bakın bizim kütüphanemiz yok ama kütüphane orada var, ben size daha çok elektronik ortamda çalışacağınız bir ortam sağlayayım diyebilmek isterdim. İkincisi bu sadece Ankara için geçerli değil ama Ankara’da daha fazla olması gerekiyor; üniversiteler arası ortak çalışmaların daha çok olmasını beklerdim. Ama çok ilginç bir şekilde bizim hocalarımızın yüzde 70’i ODTÜ’den gelmesine rağmen ODTÜ ile ortak bir program yapmakta zorlanıyoruz. Herkes bir kendi içine çekiliyor. Çok kolay şeyler yapılmıyor çünkü böyle bir sahayı sahiplenme var. İsterdim ki Ankara’da turistik bir aktivite olsun da Ankara’dan başka yerlere de direkt uçak olsun. Avrupa’nın bir yerine Ankara’dan gitmek bir günlük bir olay. Ankara Avrupa’nın 6. büyük şehriymiş. Düşünün şuradan neredeyse Avrupa’nın hiçbir yerine direkt uçak yok. Uluslararası bir üniversite olmak istiyorsanız uluslararası ortak bir programınız olacaksa bu bayağı bir zorlu. Öğrencinin bizim için en önemli entite olmasının üzerinde çok duruyoruz. Genelde üniversitelerinin şöyle bir problemi var. Artık araştırma üniversiteleri dediğimiz üniversite, öğrenciden ziyade hocanın kariyerine odaklanmış üniversiteler olmaya başlıyor. Biz bu tuzağa düşmemeye çalışıyoruz. Bir merkez kurduğumuz zaman bunu tipik bir araştırma merkezi değil de öğrencilerin de yer alabileceğimiz onlarla beraber çözümler üretebileceğimiz yerler yapmaya çalışıyoruz.
TEDÜ’NÜN GÖZÜ KURTULUŞ PARKI’NDA
Sosyal İnovasyon Merkezi Direktörü Berivan Eliş
Kurtuluş Parkı ile üniversitenin ve Kolej’in yan yana olması, okulda öğretim görevlilerinin bir takım projelerine de konu oluyor. Mimarlık mesela jürilerinin bir kısmını Kurtuluş Parkı’nın masa tenisi oynama alanları içinde yapmış. Şehirle etkileşimi başlatan şeyler olmuş. Bizim Kurtuluş Parkı’yla olan bir ilgimiz de şuradan çıktı; Üniversitenin şehirle etkileşimini sosyal etki, ölçümü anlamında nasıl yapabiliriz dedik. Dünyada çok farklı ölçüm modelleri var. Bir model var üniversitenin ekonomik etkisini ölçüyor. Etrafında sosyal olarak nasıl bir ekonomik fayda yaratıyor. Başka daha üç dört ayrı ölçüm modeli de üniversitenin sosyal etkileşimindeki dönüştürücü gücüne bakmaya çalışıyor, fakat sosyal ölçü, etkiyi ölçmek zor bir süreç. Çünkü siz müdahale etmeseydiniz ne olurduya dair sağlam bir modelinizin olması lazım. Ben bir şey yapmazsam ne olurduyu bileceğim ki ben bir şey yaptığımda ne oldudan çıkartıp kendi sosyal etkimi ölçebileceğim. Çok fazla bileşeni olan, çok lojistik bakmayı gerektiren bir süreç. Burada nereden başlarız diye düşündük. Biraz aslında nodul yakalamaya çalıştığımızı fark ettik. Esen’lerin merkezinin Ela hocamızın da üzerinde çalıştığı bu etraftaki insanların profili nedir sorusunu Kurtuluş Parkı’na özelleştirelim istedik. Kurtuluş Parkı’nda mesela etraftaki hastaneler bölgelerinde sonuç göstermek için bekleyen bir sürü insan var. Kurtuluş Parkı’nın içinde bir evlendirme dairesi var evlenenler ve onların girip çıkan konukları var. SSK’nın hayvan hastanesi var oraya hayvanlarını getirenler var. Halı saha var, futbol oynamaya gelenler var. Çocukların küçük arabalarıyla gelip dolaşabildikleri bir yer var, masa tenisi alanı var. Bisikletliler için buluşma alanı. Bir takım toplumsal gösterilerde mesela buluşma alanı. Karşı da Özelleştirme İdaresi’nden oraya yemeğe gelenler var. Gecesi var gündüzü var. Gece tinerciler vesaire bambaşka bir yapıya sahip.
GÖRSEL ANTROPOLOJİ PROJESİ
Çok ilginç işlevleri var. Bu parkı görsel olarak yakalasak dedik. Şehirlerin modlarını yakalamak için örnek aldığımız çok iyi projeler vardı. Aslında bir görsel antropoloji, sosyoloji projesi. Direnç var, Sosyal İnovasyon Merkezi’nde beraberiz o aynı zamanda fotoğrafçı, şu anda o koordine ediyor. TEDÜ öğrencileriyle beraber Yaklaşık 6 aydır parkın gecesini, gündüzünü, sabahını, akşamını orada ki farklı insanları sadece insanları değil insanların oradaki bankla ilişkisini, evlendirme dairesiyle ilişkisini, arka hinterlandını parkın orayla ilişkisini inceliyoruz. Yöntem şöyle; bugüne kadar 20’nin üzerinde toplantı yaptılar. Kendilerine bir çekim programı ve parkur belirlediler. Herkes kendi bakış açısından yakalamaya çalışıyor. Sonra bir araya getiriyorlar. Tüm malzemeleri topluyorlar, Sosyal İnovasyon Merkezi’nde projeksiyona yansıtıyorlar üzerine konuşuyorlar ve daha sonra programı yeniden şekillendiriyorlar.
Ciddi bir ortak tiplemeleri ve daha marjinale kaçan şeyleri de yakalamaya başladılar. Proje ilerliyor. Bu görsel antropoloji projesi şöyle işimize yarayacak; Baykan hocanın Kolej bölgesi için yazmış olduğu küçük bir kitapçık var. Burada Kolej’in varlığı nasıl etki etmiş. Ankara Üniversitesi’nin öğrencilerinin oradaki değişimi nasıl görüyorlar buna dair ilginç bir ölçüm metodolojisi olacak.
İLGİNÇ SONUÇLAR: ‘MEMUR TİNERCİLER VAR’
Aynı zamanda sosyal medyada da CEO data ile izliyorlar. Foursquare’da veya Facebook’ta Kurtuluş Parkı’nda chek in yapanların profillemesini yapıyorlar. Twitter’dan Instagram’dan sosyal medya verilerini de çekiyorlar. İşin teknolojik bilgi analizi kısmı da var. Amaç değişimi izlemek. Öncelikle kimler varı görmek. Bunu gördükten sonra üniversite orası için ne yapabiliri araştırıyor. Aslında bu bir ihtiyaç analizi. Bir çeşit fizibilite gibi. Kentin içinden çok farklı işlevleri yerine getiren bir park. 6 ay oldu başlayalı 70 yıl gibi bir perspektifimiz var. 18 ay sonra anlamlı bir çalışma yapılacak. Bu çalışmanın üniversitenin Kurtuluş Parkı’na ve Kolej bölgesine yönelik araştırma gündemi olabilir, sosyal sorumluluk projeleri olabilir. Bunlara şekil veren daha doğrusu rehberlik eden bir çalışma olmasını umuyoruz. Çünkü orada mülteci aileler de yaşıyor. Tinercilerin çok ilginç profili var. Memur tinerciler var mesela. Çok ilginç Kurtuluş Parkı. Orada yapılabilecek çok iş var. Bunları yaparken tabi öğrencilerin güvenliği gibi farklı problemler de var her şeye çok dikkat ediliyor. Grup halinde gidilince fotoğraf çekmek çok zor, tek başına gidilince güvenli oluyor. Bunun için inovatif şeyler deniyoruz. Proje şu anda iyi gidiyor.
TEDÜ’NÜN ÖĞRENCİ KİTLESİ SIRA DIŞI
Ben daha önce Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda saha sorumlusu olarak çalıştım. Toplum Gönüllüleri Vakfı üniversite öğrencileriyle çalışıyor, öğrencilerin projelerini gerçekleştirmelerine yardımcı oluyor. Ben Ankara sorumlusu olarak İç Anadolu’dan sorumluydum. Yaklaşık 28 üniversitenin saha sorumlusuydum ve rotasyonla çalışıyorduk. Türkiye’nin her tarafına gittik son 8 yılda açılan üniversiteler hariç tüm üniversitelere gittim oradaki öğrencilerle tanıştım. TED Üniversitesi’nin öğrenci kitlesi gerçekten sıra dışı. Sosyal sorumluluk konusundaki bilinçleri beni burada olduğum andan beri şaşırtıyor. Rektör hoca bizi buraya ilk davet ettiğinde Sosyal İnovasyon Merkezi ile ilgili olarak öğrenci konseyi başkanı da toplantıdaydı. Gördüğümde çok şaşırmıştım çünkü hiç bir üniversitede o güne kadar görmediğimiz bir şeydi. Merve şu anda bizimle proje asistanı olarak çalışıyor. Gerçekten de Sosyal İnovasyon Merkezi’nde ben ne isem Merve’de o kadar değerli. Şu anda etkinlik işlerini hep o organize ediyor ve inanılmaz başarılı. Öğrencilere sosyal sorumluluk konusunda ne yapılabilir diye düşünüldüğünde dünyadaki bu tip şehir üniversitelerinde ne tür modeller var diye bakıldı.
YURTTAŞ KATILIMI DERSİ
Dünya vatandaşlığı ek dalı denilen bir dal tasarlandı ve geçen dönem üniversitede başladı. O derslerden bir tanesi de yurttaş katılımı dersiydi. Yurttaş katılımı dersinde iki tane mimarlık, üç bilgisayar mühendisliği, iki endüstri mühendisliği öğrencisi var. PDR’den iki öğrenci, iki işletmeci, bir iktisatçı tamamen interdisipliner bir öğrenci kitlesinden bahsediyoruz. Dört tane sosyal sorumluluk projesi çıkardılar, dört gruba ayırdılar. Daha önce konuştuğumuz şeylerle alakalı olacak. Çıkanlardan birisi şuydu; Kolej bölgesinin hava kirliliğini ölçmek üzere geliştirilmiş maliyeti toplam 150 dolar olan bir hava kirliliği izleme ünitesi. Bunun Asya’da nasıl kullanıldığına bakmışlar, İngiltere gibi örneklerine bakmışlar. Kolej’de bizim büyük bir bilboardumuz var. Oradan insanlara duyurmak istiyoruz. Kolej bir çanak şeklinde ve çok hava kirliliği oluyor. Bu karbon ayak izleri ve araç kullanımı konusunda oradan bir bilgilendirme yapabiliriz. Geliştirdikleri proje çok etkileyici zaten en yüksek notu da onlar aldı. Oradan çıkıp bütün öğrenciler kendi bölümlerindeki diğer öğrencilerle konuşmuşlar. Toplu taşıma kullanmanın ne kadar önemli olduğu söylenmiş. O zaman bizim karbon ayak izimiz daha düşük diye paylaşmışlar. Sosyal İnovasyon Merkezi’ne bir konuğumuz gelecek. İngiltere’den bu hava kirliliği izleme cihazlarını bizim öğrencilerimizle birlikte yapacaklar. Sunumu da olacak. Bunlar hep emekleme aşaması ve böyle böyle başladık devam ettireceğiz.
ANKARA’DA HEP KAPALILIK KÜLTÜRÜ VAR
Sosyal İnovasyon Merkezi içerisinde ortak çalışma alanı da var. Toplumsal fayda odaklı, kar amacı gütmeyen yurttaş grupları, insiyatifler, STK’lar, devlet memurları kendi projeleriyle ilgili çalışanlar, beyaz yakalılar gibi burası herkese açık. Ankara’da yurttaş katılımı mutlaka yapılması gereken bir şey olmalı. Bir çok toplantı yapılıyor hep kapalı kapılar ardında. Yurttaş katılımından korkulmaması gerekiyor. Tırnak içinde bir terbiye kültürü doğu batı kesişişimi bir alandayız terbiye denen şey de eğer olacaksa katılımı kapsayarak olacak. Bu Ankara’nın en büyük sorunlarından birisi. Ankaralılar birbiriyle her düzeyde konuşmuyor. Mesela üniversiteler, sivil toplum kuruşları birbirleriyle konuşmuyor, yurttaş insiyatifleri birbiriyle konuşmuyor, özel sektör birbiriyle konuşmuyor. Teknokentlere gidin herkesin en büyük şikayeti şudur; herkes İstanbul’a silikon vadisine yurtdışına ya da hükümete iş yapıyor ama birbirleriyle konuşmuyorlar. Ankaralıların birbirleriyle konuşması mevzusu her seviyede olan bir şey. Üniversite öğrencileri arasında da olan bir şey. Buranın Girişimcilik Topluluğu’yla ODTÜ’nün veya Bilkent’in girişimcilik topluluğunun da yan yana gelmemesi her seviyede bütün aktörler dikey ve yatay olarak Ankara’da hep kapalılık kültürü var.
AMACIMIZ TOPLULUK MERKEZİ OLMAK
Ankara’da bir salon kültürü var. Birçok odanın, merkezin, üniversitenin, otelin, kurumun kendi salonları var bunlar ancak tanışıklık ilişkileriyle vesaire ile kullanılabilir halde. İnsanlara açık değil, kente açık değil. Yeterince açık kamusal alan yok. Yeterince geçiş ve etkileşim alanı yok. Mesela siz Ankara’da toplu taşıma kullanıyorsanız zaten Ankara’nın nabzını tutabiliyorsunuz çünkü tek geçiş alanı. Çünkü yan yana gelebildiğiniz tek alan oluyor. Onun dışında herkes izole. Sokak etkileşimi yok. Diğer merkezlerde gördüğümüz İstanbul’da ve İzmir’de insanlar sokakta ve sokak etkileşimi var. En büyük sorunlardan biri. Bunları birleştiren ortak bir bakış açısı için ben Sosyal İnovasyon Merkezi ile ilgili bir şey eklemek istiyorum. Merkezin farklı işlevlerinin düşünürken düşündüğümüz şeylerden biri de topluluk merkezi olmak. Eğer biz üniversite olarak bütün bu konularda sosyal çözüm merkezi olarak kolaylaştırıcılık rolünü üstlenmeyi başarabilirsek, bir model oluşturabilirsek siz bu çalışmanızla bu modelin polarizasyonunu yaparsanız bu da büyük bir adım olacaktır.
TALİHSİZLİĞİ KENDİ TARİHİNE SAYGISIZLIĞI
Üniversite Genel Sekreteri Ömür Enes
Bizim konumumuz da önemli. Ankara’yı iki aks üzerinden düşünürseniz. Atatürk Bulvarı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ve Ziya Gökalp Caddesi üzerinden düşünürseniz artı duruma en yakın yerdeyiz. İşyerleri ile yaşam yerleri arasındaki bir geçiş sınırı gibi. TED’in burada bulunması ve çevresiyle etkileşimde bulunmasıyla bu etkiyi farklı değerlendirebilirsiniz. Aslında bir misyonu bizim belirlememize de gerek kalmıyor. Kolej ismi ve bulunduğumuz yer bize bir misyon yüklüyor. Ankara’nın en büyük talihsizliği kendi tarihine saygısızlığı olmayan bir şehir algısı var. Bu sadece son dönemdeki Büyükşehir Belediyesi’nin Melih Gökçek’in yönetimiyle algılanacak bir şey de değil. Bu geçmişten gelen bir algı. Ankara Kalesi yapılırken sokaklar arasında bir takım Agustus tapınağından alınmış bir mermerle bütünleştirilmesi. Hacı Bayram Veli Camii’nin ve türbesinin o tapınağın hemen dibine yapılması. 100. Yıl Çarşısı’nın Roma kalıntılarının üzerine yapılması gibi bir çok algı var. Otomatikman bizim bulunduğumuz yer de bu algıyı yıkmaya yönelik bir şeyler yapmaya yönlendiriyor bizi. Biz istemesek de onun içine sürükleniyoruz. Ve otomatik bir misyon yüklüyor bize.
24 SAAT AÇIK BİR ÜNİVERSİTEYE DÖNÜŞÜYOR
Kampüs üniversitesi öğrencilerinin bir saatten sonra dışarı çıkması okul içerisinde olması bizde sorun olarak değil farklılık olarak yansıyor. Biz de öğrenci akşam saatlerinde Kızılay’daysa okula gelmeyi tercih ediyor. Sırtında uyku tulumuyla burada kalıyor. Evinde ders çalışacağına burada çalışıyor. Bir yerde takıldıysa alkol aldıysa evine gitmek yerine okulda kalıp burada vakit geçirmek istiyor. Okulun görünümü değişiyor. 24 saat açık bir üniversite haline dönüşmeye başlıyor. Talepler bu yönde artıyor. Akşamları dersliklerimizi açalım istiyorlar. Kütüphanemiz 24 saat açık olsun istiyorlar. Uyku tulumlarını koyabilecekleri dolap istiyorlar mesela çocuklar. Çankaya Belediyesi ile ortak bir yurdumuz var. Çankaya Belediyesi arsasını tahsis etti biz de oraya bir yurt yaptık. Şart olarak da yurdun yüzde 20 kısmına Çankaya Belediyesi öğrenci gönderiyor. Bunu burs olarak dağıtıyor. İnsanlar başvuruyor bir takım kriterler üzerinden seçiliyor, bize gönderiliyor, biz de onları ücretsiz konaklatıyoruz. Kentten beklentilerimiz ise; yayalaştırılmış bir şehir merkezi. Yürüyerek gezilebilecek bir şehir. İmar planlarıyla ilgili daha güzel yapılar. Çok siyasileşmeden daha iyi bir kentleşme.
Çöküntüleşme üzerinde çok düşünüyor ve çalışıyoruz. Sadece şehir üniversitesini konum olarak şehrin merkezinde olmak gibi almıyoruz. Üniversite konum olarak burada olacaksa mutlaka üniversitenin değiştirici ve dönüştürücü etkisi de olmalı. Bunun nasıl ölçülebileceğini, nasıl ele alabileceğimizi düşünerek işe başladık. Kurtuluş Parkı için yapılan projeye mevcut durum analizi diyebiliriz fakat TED’in başka bir misyonu da var. Kolej bölgeye adını veren bir yer. Kolej adıyla tanınmasını sağlayan bir yer. Dolayısıyla biz şöyle düşündük. Aslında bu durumda Kolej’i en iyi biz bilmeliyiz. Burayı kimler kullanıyor. Burada önemli bir konut alanı var bu konut alanındaki kişilerin sosyo ekonomik durumu nedir. Kişilerin yaşları nedir. Üniversitesi varsa buradan beklentisi nasıl olacak ya da burayı nasıl kullanacaklar. Sadece kapılarını kapatıp üniversiteyi buraya kurmak da çözüm değil. Bir şekilde bir etkileşim olmalı. Bunu hangi aşamalarda sağlayabiliriz, bunlar üzerine de düşünüyoruz. Böyle detaylı bir mevcut durum analizi yaparsak örneğin bunu bir kaç sene sonra tekrar yapıyor olmalıyız. Bir 5 sene sonra bir daha gerçek anlamda üniversitenin burada bulunması bu çevreye nasıl bir katkı sağlıyor bunu ölçebilir hale getirmeliyiz.
ÖĞRENCİLER KOLEJ’İ PROJEYLE TANIDI
Burada bizim Mimarlık öğrencilerimiz planlama öğrencilerimiz var. Çevrelerine en duyarlı bu öğrenciler olmalı, etraflarına bir takım sorularla bakmalı, misyonla bakma şeklinde hareket edelim dedik. Bu sene kentsel tasarım dersimiz oldu ve bu derste öğrencilere verdiğimiz ödev bu çevreyle ilgiliydi. Siz koleji nasıl görüyorsunuz, nasıl tanımlıyorsunuz. Buradaki insanlarla görüşün, yoldan geçenlerle görüşün, kendi fiziksel algılarınızı not edin dedek. Biz de burasının 10 yıl 15 yıl sonra nasıl bir vizyonla gelişebileceğinin bize bir hayalinizi kurgulayın ve serbestsiniz diyerek böyle özgürce bıraktığımız bir proje gerçekleştirdik. Çok keyifli oldu öğrenciler de bu vesileyle etraflarını öğrendiler. Biz her ne kadar kent merkezindeyiz buranın en canlı yerindeyiz desek de onlar bile belirli aksları kullanıyorlar. Bir ötedeki sokağı çok hızlı geçmiş mesela. Özellikle bu konut alanlarını gezdiklerinde ve oradaki kişilerle konuştuklarında burada hala ciddi bir komşuluk ilişkilerinin olduğunu fark ettiler, insanlara şu soruları da sordular.
ÇEVRE SAKİNLERİNE SORULAR SORULDU
Burası bir dönüşüm alanı olsa ve size burada lüks rezidanslar verilse bunları mı tercih edersiniz yoksa tüm sorunlarınıza rağmen mevcut evlerinizde mi kalmak istersiniz. Çoğu burada ciddi komşuluk ilişkilerinin olduğunu merkeze yakın olduklarını ve bu konumlarını asla kaybetmek istemediklerini söylediler. Bu alanda ciddi bir çocuk ve yaşlı nüfusunun olduğunu öğrendik. Çocuklar ve yaşlılar iki uç noktanın bir arada olduğu bu yere bir de üniversitenin eklenmesi burayı çok daha dinamik kılar. Peki dedik siz ne öneriyorsunuz burası için. Onunla ilgili de çok ilginç projeler geldi. Mesela Sadece gençler için bir Kolej planladılar gençlik şehri Kolej gibi. Bütün bu konut alanlarının büyük alanlarını öğrenci evine dönüştürdüler, yayalaştırdılar. Alternatif akslar sunarak bu alanın tamamen yayaya ait olduğunu gösterdiler ve otoparkları aşağıya aldılar çok keyifli şeyler çıktı. Ama biz de onlar da ancak bu projeyle tanıdılar. Şimdi bunu biraz daha akademik olarak ve daha sistematik şekilde Kolej için nasıl yaparız diye düşünmeye başladık.
‘ÜNİVERSİTEDEN NASIL FAYDALANACAĞIZ’
En büyük avantajlarımızdan bir tanesi öğrencilerin en ufak bir toplumsal probleme yönelik fikirleri olduğunda biz onları Sosyal İnovasyon Merkezi’ne yönlendirebiliyoruz. Bahsettiğim öğrenci projesinde şunu keşfettiler. Ciddi bir potansiyel var. Şu soruyu da sordular siz üniversiteden neler bekliyorsunuz. Bunlar tabi sadece görüşme şeklinde oldu ve hepsi şunu söylemiş; evet orada bir üniversite var mutluyuz fakat bizim çocuğumuz bundan nasıl faydalanacak. Sonuçta bize kapılarını nasıl açacak. Bizimkiler şunu demeye başladılar; neden biz bu çocuklara İngilizce öğretmeyelim. Ben onlara Sosyal İnovasyon Merkezi’nde bunu görüşebileceklerini bunu somutlaştırabileceklerini somutlaştırdıkları zaman da yardımcı olabileceklerini söyledim. Etrafı tanımak ve bunu özellikle öğrencilerle birlikte yapmak oldukça faydalı sonuçlar verecek gibi görünüyor uzun vadede.
KENT SİNEMALARINI UNUTTUK
Kentten beklentiler ve sorunlar konusunda şehir plancıları olarak epey uzun bir liste verebiliriz ama not edilsin diye bir kaç şey söyleyeceğim. Bunlardan en önemlisi biz kent sinemalarını unuttuk. Bir şehirde kent sinemaları çok şey demekti. Bahsettiklerim AVM dışındaki sinemalar. İnsanları AVM’lerden kurtarmak için en önemli etkenlerden bir tanesi bizim sokak aralarında karşılaşmamız gereken sinemalar bana göre. Bir diğeri tabi ki kentsel dönüşüm meselesi. Bizim kentsel dönüşümü biraz daha sorun odaklı, gerçek sorunlara değinebilen şekilde ele almamız lazım. Biraz bu rant işinden ve TOKİ elindeki kentsel dönüşümden özellikle Ankara’yı kurtarmamız lazım. Şehirler canlı organizmalar gibi elbette hastalanırlar, eskirler, ölürler. Elbette kentsel dönüşüm projeleri gerekli.
ANKARA’YI TANIYAMAMIŞ DURUMDAYIZ
Fakat bunları yenilemek için biz o kadar kötü örneklerini görüyoruz ki bunu korkulur gibi algılıyoruz. Çok yanlış uygulandığı için Ankara’da bunun gerçek örneklerine ihtiyaç var. Bir diğer mesele de bizim merkezdeki amaçlarımızdan bir tanesi data meselesi. Kentleri yeteri kadar iyi tanıdığımızı düşünmüyorum. Özellikle biz Ankara’yı kesinlikle tanımıyoruz. En son yapılan bizim nüfus sayımlarımızın en detaylı olanı bile 2000 yılına ait. 2017 yıllına kadar biz Ankara’yı tanıyamamış durumdayız. Belki de bir takım kurumsal işbirlikleriyle herkese açılan dev veri setleriyle biz bunu sağlıyor olabilmeliyiz. Biz kişiyi tanıyacağız ki kullanıcıya özel planlar yapacağız. Data meselesini önemsiyorum. En az toplayabildiğimiz kadar data setleri toparlayabilmek amaçlarımızdan birisi. Ankara ölçeğinde başlatıp diğer kentlere de yaymayı planlıyoruz.
KÜTÜPHANEMİZ DIŞARIYA AÇIK
Kurumsal İletişim Yöneticisi Deniz Erbil
Çevre burada bir üniversite olduğunun farkında. Eğer bizi takip ediyorlarsa sosyal mecralarımızdan veya web sitemizden var olan etkinliklere katılmak isteyen kişiler arayıp ‘dışarıdan katılabiliyor muyuz’ diye soruyorlar. Bizim burada yapmış olduğumuz sosyal faaliyetlere de gelebiliyorlar. Kütüphanemiz de dışarıdan kullanmak isteyenlere açık. Vatandaş kimliğiyle gelip ben kütüphaneyi kullanmak istiyorum dediğinde kullanabiliyor. KPSS ve diğer sınavlara göre takvim yoğunlaşabiliyor. Bir çalışma alanı olarak da kullanıyorlar. Bursluluk oranımız çok yüksek. Dışarıdan bakıldığında bir vakıf üniversitesi ve TED ismi geçtiği için burası yüksektir ve biz bunu deport edemeyiz diye öğrencilerde bir algı oluşuyor.
YAŞANABİLECEK BİR ŞEHİR İSTİYORUZ
Yüzde 90 a yakın öğrencimiz burslu okumaktadır. Bu çok önemli bir şey. Şehir üniversitesi olmanın yanında Öğrenci kalitemizle de doğru orantılı. Şehirden beklentiler konusu ile ilgili de insan odaklı şehir meydan kültürü diyebiliriz. Çünkü meydanlar yok. Avrupa şehrine gittiğiniz zaman ortada bir fıskiye vardır. Tabi buradakiler gibi değil, insanlar etrafına oturur sandviçlerini yer sohbet eder. Tunalı mesela benim çocukluğumda cumartesi günleri kapatılıyordu. Daha bir meydan kültürü olan yeşil alanları daha çok olan bir şehir beklentimiz var. Çocuğunuzla yürüdüğünüz zaman sürekli sağ tarafınızdan egzoz dumanı ve bir araba bana çarpacak mı korkusu yaşamadan yaşanabilecek bir şehir istiyoruz bir de müzelerin artırılmasını bekliyoruz.
Burası her ne kadar Türk Eğitim Derneği’nin (TED) binası olsa bile burası tamamen terk edilebilir veya başka kurumlara kiralanabilirdi. Eminim herhangi bir devlet kurumu veya özel bir şirket bu binaları almaya gönüllü olabilirdi. Ama burada TED’in direterek semte adını veren kurum olmasını sürdürerek bu binalar 1930’larda yapılmış bunu halen devam ettirerek burada üniversiteyi kurup devam etmesi kurmaya başladığından da kurucu babaların burada üniversite ve şehir yaşantısı ayrı olmayacak biz burada şehirle entegre iç içe bir üniversite yapacağız diye düşünmeleri bence Ankara’ya yapılan en büyük katkı. 5 yıllık TED Üniversitesi’nin küçük geçmişinde hemen bizim fark ettiğimiz durumlarda gerçekleşmeye başlamıştı. Örneğin çok yakında bir pastane var 1973 veya 1976’da açılmış. Benim mesela kendi ilkokul zamanlarımda oraya gidip gelmişliğim vardır. Oda büyüklüğünde bir pastaneydi şimdi kocaman pastane oldu. Benzer pastanelerin etrafta açılmaya başladığını görüyoruz.
ÜNİVERSİTE İLE ÇEVREDE TİCARİ HAREKETLENME
Etrafta daha öncekilerden farklı otel yapılarının öğrencilere yönelik rezidansların oluşmaya başladığını görüyoruz. Burada bir ticari hareketlenme var. Bir örnek vereyim benim bire bir yaşadığım dün bindiğim bir taksi şoförü ile konuşurken bana Erasmus öğrencileri kabul ettiğini ve İngilizcesi olmadığı için utandığını söyledi. Aslında Kızılay’da daha fazla öğrenci olsaydı daha güzel olmaz mıydı diye düşündü. Bunu çok daha önce düşünmesini isterdik. Daha farklı kurumlarla bunun dile getirilmesini isterdik. TEDÜ burada olumlu bir etken oynadıysa taksi esnafına neden Ankara’ya daha çok yabancı kişiler gelmiyor ve biz onlarla neden daha rahat iletişim kuramıyoruz düşündürmeye başladıysa bu kuşkusuz olumlu bir şey. İleride bunun artmasını da isteriz. Kurtuluş Parkı için de yapılan bu bizim etrafımızla girdiğimiz ilişkinin en net algılanmaya başladığı pilot çalışmalarımızdan bir tanesi. Çok yakında üniversitenin kendi araştırma bütçesiyle destekleyebileceği bir projemiz daha olacak. Ela hocalar, Şehir Bölge Planlama Bölümü’müz ve konuyla ilgili bazı akademisyenlerimizle birlikte Kolej semtini biraz daha anlamaya yönelik bir çalışma içerisine de girecekler. Tabi bu çevre etkileşimini sadece pastane ve rezidansların artmasıyla sınırlamayalım. Kolej semtinde etrafta daha fazla sanat galerisi olursa mahalle sineması diye bir şey ortaya çıkarsa öğrencilerin sadece derslerini görmek için okula gelip sonrasında hemen gidip başka yerlerde zaman geçirdikleri değil de bu mekanı sahiplendikleri bir şey yaparlarsa o zaman tam anlamıyla bir soylulaştırmadan bahsetmiş olacağız.
ÖNCE FAKÜLTE SONRA BÖLÜM SİSTEMİ
Biz daha önce lise öğrencilerinin üniversite algılarını anlamak için bir çalışma yaptık. Neredeyse bin kişiye yakın katılımın olduğu bir anket yaptık. Bunun dışında benzer grup toplantıları da yaptık, orada bizim gördüğümüz bir konu var. Biz orada öğrencilere TEDÜ’yü sorduk. Lise öğrencilerine bizimle okumak isterler mi burayı seçerler mi diye sorduk. Eğitim kalitemizi seviyorlar, öğretim üyelerimizi görmüşler biliyorlar. Sistemimiz bizim biraz farklı bizde bölüme öğrenci gelmiyor önce fakülteye sonra bölüme gelen bir sistem. Mesela İlk önce Eğitim Fakültesi’ne geliyorsunuz sonra bölüm seçiyorsunuz. Bununla ilgili bir sıkıntıları yok ama şu var; okul güvensiz bir noktada kampüs üniversitesi değil. Güvensiz nokta olmak demek her gün 5 milyon Ankaralı varsa Ankara’nın merkezi Kızılay’dan 1 milyonu geçiyor olmalı. Biz eğer 1 milyon kişinin yaşadığı yeri güvensiz olarak kabul ediyor ve böyle bir algı varsa bu TEDÜ’yü ve TED camiasının daha da aşan çok daha büyük bir koordinasyonla çözülmesi gereken bir mesele. Bu tabi üzücü bir durum böyle görülmesini istemeyiz. Buranın tercih edilen soylulaştırılmış bölge olmasını görmek isteriz. Ben soruna değil çözüme katkı veren tarafta olduğumuzu düşünüyorum. Burada inatla bir üniversite varlığını devam ettirmek dolaylı olarak burayı güvenli kılabilmek için çaba sarf etmek demek.
ŞEHİR-KAMPÜS AYRIMINI ÖTEYE TAŞIMA
Bir diğer mesele bu şehir üniversitesi ve kampüs üniversitesi farkı. Kent içinde kampüs üniversitesi olmaz kampüs üniversitesi olarak da kent içinde olunmaz gibi bir yaklaşım var. Oysa bunlar farklı. Burası da bir kampüs bir yerleşke. TED’in kampüsü Kızılay’dır diyebiliriz. Burada bizim belki kastetmeye çalıştığımız içinde yurdu olan öğrencilerin hiç dışarıya çıkmadan yaşayabildikleri ODTÜ gibi Bilkent gibi yerlere biz biraz daha kampüs üniversitesi demek durumundayız. Şehir içindeki yerlere de etrafı binalarla sarılı yerlere de şehir üniversitesi demeliyiz. Oysa biz bu ayrımı biraz daha öteye götürmek istiyoruz. Yani bir üniversite çok büyük alana sahip olmayabilir ve şehrin tam göbeğinde yer alabilir. Eğer içinde bulunduğu şehirle hiçbir ilişki kurmuyorsa biz o üniversiteye şehir üniversitesi demeli miyiz bilmiyoruz. Bizim anladığımız şehir üniversitesi bizim şehrin merkezinde olmamızla beraber şehirle iletişim kurmak. Koleji sahiplenmek, Ankara için bir şeyler yapmakla da gerçekleşiyor. Zaten bunu yapmazsak eğer biz herhalde Kızılay’da üzerimize düşeni yapmamış olacağız ve o yüzden bu güvensizlik algısı devam edecek. Ankara’nın kampüs üniversitesi olarak adlandırdığı üniversite aslında arabasıyla gidip park yeri bulabildiği üniversite olmuş durumda.
GENELLEME OLUNCA DEĞİLLEMEYE ÇALIŞIRIZ
Benim branşım sosyoloji. Biz şöyle yetiştirildik; biz istatistiğe inanmayız genelleme olunca değillemeye çalışırız. Biz her şeye hep şüpheci yaklaşıyoruz. Ben buraya başladığımdan beri etrafta bizim öğrencilerimizin çok tatlı öğrenciler, çok sevimli olduğunu duyunca şüphe duymaya başladım. Kendi kendime bunu değillemeye bunu kırabilmek için çaba sarf ettiğimi hissettim. Sosyoloğun iç güdüleri hep bunlar. Bir iki farklı ortamda bize dışarıdan gelen hocalarla konuşma imkanım oldu. Onlardan daha fazlasını duyunca artık bende inanmaya başladım. Ama hala bunun net bir şekilde açıklanmaya ihtiyacı var. Bir kaç tane veri olabilir.
TEDÜ KESİNLİKLE BİR ZENGİNLER KULÜBÜ DEĞİL
Niye bizim öğrencilerimiz çok güzel çok iyi bir ekip oluşturuyorlar. Ben yine en büyük payı Ankara’nın içinde olmamıza veriyorum. Çünkü farklı ailelerden, farklı gelir durumlarından, farklı kültürlerden geliyor olsalar bile her Ankaralının önünde Ankara’nın akışıyla karşılaşan insanlar kendilerini daha net bir asgari müştereğe çekmeye daha elverişli olabiliyorlar. Çünkü burası Ankara’dan kopuk insanların kendi farklılıklarını daha net bir şekilde savunup icra edebilecekleri bir yer değil. Burada her an Ankara’nın ortalamasıyla karşı karşıyasınız. Baktığınız zaman TEDÜ bir zenginler kulübü kesinlikle değil.
OTOYOLLAR MAHALLELERİ BÖLÜYOR
Ankara için beklentimiz olan üç şey; Birincisi Yerel basın. Daha güçlü Hürriyet Ankara’lar ve mümkünse ulusal basından kopmuş daha güçlü yerel basına ihtiyacımız var. Ankara’da olanları İstanbul’dan öngörülmüş şekilde duymayı hiç istemiyorum. Ankara’da olanları Ankaralıların yazmış olduğunu görmeyi çok daha isterim. İkincisi ise adalaşma. Bu Türkiye’ye de genellenebilen bir sorun belki ama Ankara’da çok net hissediyoruz. Otoyollar, mahalleler birbirini çok fazla bölmeye başladı. Bir yolun bir tarafı bambaşka bir hayat yaşamaya diğer tarafı bambaşka bir hayat yaşamaya başladı. Bu trafiğe de, eğitime de, kültüre de olumsuz şekilde yansıyor. Üçüncüyse de güçlü kent merkezi. Ben herkesin hala şehir merkezinde keyif aldığı benim çocukluğumda olduğu gibi bir Ankara’da yaşamayı daha çok severdim.
Ankara’da ciddi bir ulaşım, toplu taşıma sorunu var. Ankara maalesef giderek arabaya bağımlı bir yer haline geliyor. Şehrin yayılmasına baktığınızda arabasız şehir merkezine gelmek giderek daha zorlaşıyor. Metro olsa bile buraya evinden metroya nasıl gidecek. O bağlantı yoksa veya güvenli değilse gece saat 23’de 23.30’da evinden metroya yürüyemiyorsa tercih etmiyor başka alternatifler bakıyor. Ben de buraya metroyla gelmeyi isterim ama aynı sorundan dolayı gelemiyorum. Otopark sıkıntısı var keşke daha fazla seçenek olsa toplu taşıma yönünde. Metro duraklarının konut alanlarından geçimi daha iyi kullanılmış olsa sanki daha bu sorun daha az yaşanır. Ankara’da şöyle bir problem var; hep İstanbul’la kıyaslanıyor. İstanbul’la kıyaslandığı için hep bardağın boş tarafı gözüküyor. Öte yandan İstanbul Avrupa kenti ve azman bir kent. Çok büyük bir kent. Ankara’ya baktığınızda çok küçük bir kent de değil. Ankara aslında Avrupa’nın en büyük kentlerinden birisi. İstanbul’la kıyaslandığı zaman Ankara küçük bir kentmiş gibi görünüyor. Ankara’ya aslında bir çok şeyin rahat rahat yapılabileceği görülüyor. İkincisi de yine ekonomi politikaları tartışmalarında Türkiye 25 bin dolar kişi başı gelire ulaşmaya çalışıyor. Ekonomik yapısını dönüştürmeye daha yüksek teknolojili üretimin ağırlığını artırmaya çalışıyor ve burada Ankara’da burada çok ciddi bir işleve sahip. Türkiye’nin ekonomik dönüşümünde, ekonomik yapısının teknolojik dönüşümünde üstlenebileceği çok ciddi bir rol var. Ankara Türkiye’nin daha yaratıcı işlerin yapıldığı bir teknoloji merkezi olabilir ama böyle bir vizyon yokmuş gibi görülüyor. Bu tartışma hep İstanbul odaklı gidiyor ve bu saydığımız üniversiteler içinde en az 6-7 tane bu rolün kalbinde olabilecek üniversiteler var. TED’de inşallah bunlardan bir tanesi olacak. Çok ciddi bir nüfus var bir ekonomik çark döndürülebilecek bir güç var. Çok ciddi teknolojik konularında alım yapabilecek bir devlet var. Amerika’da böyle geçti bu yollardan. Silikon vadisinde devletin rolü üniversitelerin rolü olmasaydı öyle şeyler olmayacaktı, ciddi anlamda aslında hayal edilebilir.
TEKNOLOJİ YATIRIMINDA MERKEZ OLABİLİR
Türkiye’de Microsoft, Intel bir yatırım yapacak olsa o yatırımlar için en ideal yer Ankara olabilir. Ama böyle bir yer gösterici, yol gösterici bir rol üstlenilmediği için bunlar büyük ihtimalle Marmara Bölgesi’ne doğru sıkışıyor orası daha da azmanlaşıyor. Ne Büyükşehir Belediyesi’nde ne ulusal idarede ne üniversitelerde böyle bir ortak Ankara, gelecekte böyle bir yer olacak, böyle bir taşıyıcı lokomotif rol üstlenecek olan şevkin olmadığını görüyorum maalesef. Bu da bizi böyle bir mikro düzeyde iyileştirmelere itiyor. Elbette herkesin elinden gelen çok etkileyici işler yapılıyor Ankara’da. Ben bir teknoloji girişimcisi olsam İstanbul yerine Ankara derdim. Günde 12-13 toplantı yapabildiğiniz bir yer Ankara. İstanbul’da üç toplantı yapabiliyorsanız hayal belki. Network’ler çok iyi işleyebiliyor Ankara’da. Merkezimiz daha emekleme aşamasında birkaç tane işlev tanımlamaya çalışıyoruz. Bir tanesi bu savunuculuk işi buna gerçekten de ihtiyaç var. Türkiye’de kentlerin, sorunların kanıta ve veriye dayalı çözülmesi için bir bilinç geliştirilmesi lazım. Merkezin işlevlerinden bir tanesi bu olacak. İkincisi kapasite geliştirme. Doğrudan kentlerdeki kararları alan kurumlarla birimlerle birlikte işbirliğini artırmak olacak. Bir de danışmanlık ve araştırma işlevi olacak. Bu üçünü aynı anda yapabilecek bir merkez hayal ediyoruz ve öyle yola çıktık.
AMERİKA İLE ORTAK VERİ ARAŞTIRMALARI
Örnek olarak bu projelerden bir tanesi etraftaki veriyi algılamaya yönelik. Kolej’deki tüm işler merkezle birlikte yürütülecek. Mesela Oxfam ile şöyle bir projeye başlamak üzereyiz. Dünyanın en önemli kuruluşlarından bir tanesi. Amerika’da yapılan bir metadolojiyi Türkiye’ye getirme. Ve de bunu TEDÜ ile bu merkezle birlikte uygulamak konusunda ortak bir irademiz var. Yoksulluk sınırı ve açlık sınırı diye bir şey var. Birçok ülkede de açıklanır. Türkiye’de hem TÜİK hem de belli başlı sendikalar yapıyor bunu. Bu kavram biraz daha değişime uğradı dünyada, özellikle de Amerika’da. Daha tam Türkçe’sini koymadık İngilizcesi self-efficacy kendi kendine yetebilirlik kavramı üzerinden bir tartışma. Biraz daha mekana dayalı ve de aile tipine dayalı bunu çeşitlendirmek. Tek bir yoksulluk sınırı değil tek bir açlık sınırı değil aile tipine göre. Amerika’da 432 farklı aile tipi için bunu hesaplıyorlar. Tek kadın ve tek çocuğu varsa veya bir çift artı üç çocuğu varsa gibi ekonomik dinamikler çok farklı olabilir. Çocuğun yaşına göre bile okul maliyetlerini hesaba katmak zorundasınız gibi. Bu devletin sosyal politikalarıyla doğrudan ve kentteki hizmet sunumu ile doğrudan etkileyecek bir veri olacak. Biz bununla ilgili hem Türkiye genelinde bir tartışma başlatmak hem de pilotu da Ankara’da yapmak istiyoruz. İlk veri toplama ilçe bazlı hatta yapabilirsek ilçenin de altına. Çankaya örneğin azman bir ilçe belkide üç dört parçaya ayıracağız. Çankaya’nın şu bölgesinde kendi kendine yetebilmek için gerekli olan şu aile tipi için gelir şudur diye bir metodolojiyi uygulamaya başlayacağız. Umarız bir sene içinde ilk sonuçları çıkmış olacak. Bu Sayede sosyal politikalara ve kent düzeyinde aile tiplerine göre çıkacak. Oxfam’da bu metodolojiyi kalkınma sorunsalının farklı biçimde ele alınmasını istiyorlar, özellikle bu toplumsal cinsiyet tartışmalarının da daha veriye dayalı hale gelmesi yönünde bir öncelikleri var. Onlar için de biçilmiş kaftan oldu böyle bir proje. Bizim de misyonumuzla örtüştüğü için bizimle başlangıç projelerimizden bir tanesi bu olsun dedik.
İLLER BANKASI İLE ORTAK PROJE
İller Bankası ile daha değişik bir angajmanımız olacak. Akıllı şehir konsepti Türkiye’de nasıl ele alınabilir konusunda. Belediyelerle İller Bankası arasındaki ilişki biraz daha Dünya Bankası ile devletler arasındaki ilişki gibi. Sadece para veren değil biraz daha onları dönüştüren, daha iyi kararlar almaya sevk edecek şekilde daha kalkınmacı kararlar almaya sevk edecek, nasıl dönüştürebilir ve akıllı şehir yapısı konusunda neler yapılmalı bunu araştıran bir çalışma yapılacak. İçinde savunuculuk da olacak, kapasite inşası da olacak. Hem araştırma da olacak. Bu henüz konuştuğumuz bir şey. Akıllı kent maalesef yanlış tartışılıyor. Sadece teknoloji problemiymiş gibi tartışılıyor. Aslında akıllı kent demek bir karar alma konusunda bir davranış değişikliği daha veriye dayalı kararlar alabilme alışkanlığının geliştirilmesi demek. Teknolojiden bir araç olarak faydalanma, amaca teknoloji koyduğunuz zaman yanlışlık olabiliyor. Biz bu anlayışı da değiştirmek istiyoruz Türkiye’de.
DAHA YÜRÜNEBİLİR BİR KENT OLMALI
Kentten beklentiler ile ilgili baktığımızda birincisi yürünebilirlik. Ankara’nın daha yürünebilir bir kent haline gelmesi lazım. Bence belli bir aşamayı geçtik, artık herkesin arabası var. En sosyal alt sınıfların da bir arabası var. Arabaya binmenin tadını aldılar. Bundan sonraki dönüşüm bir sonraki evresinde insan hakkı olarak yürümek olmalı. Ankara’nın bebek arabasıyla bir noktan diğer noktaya rahat gidebildiğiniz bir kent haline dönüşmesi lazım. Günlük yaşamda egzersiz filan yapmadan günlük 6 bin normal adımı atabiliyorsa sağlıklı bir kent haline geliyor aslında. Dünyada buna önem veren kentlerin öyle kurgulandığını görüyoruz. Kapalı spor salonuna gidip koşmak değil, yürümek değil normal hayatınızı idame ettirirken bu kadar adımı atabiliyor musunuz kentin böyle kurgulanması lazım. Kenti yönetenlerin buna inanması lazım. Medyada burada büyük görev düşüyor. İkincisi ortak vizyon ortak hareket konularında Ankara’nın geleceğini hayal ettirmek lazım. O yönde adımlar atmasını görmek lazım. Üçüncüsü de güvenlik iyi bir kent haline gelmenin ön koşullarından bir tanesi.
ÜNİVERSİTE MAHALLENİN BİR PAYDAŞI
Bu alta doğru üç dört kat olsa tüm anlattıklarımız uyumsuz olur. Burada insanları arabayla başka bir dünyadan alıp herhangi bir etkileşime sokmadan tıpkı bir AVM’ye gider gibi başka bir dünyaya sokan üniversite zaten şehir üniversitesi olmaz. Hasbel kader şehrin merkezinde olan bir AVM tarzı bir üniversite olur. Sadece veri ve araştırma katkısı değil bizzat üniversitenin mahallenin bir paydaşı olarak varlığı da önemli. Üniversitenin katkısını kompartmanlara ayrılmış bir katkı olarak görmeyelim. Sadece akademik katkı değil burada okuyan yada çalışan herkes bu mahallenin, şehrin yurttaşı ve paydaşı. Şu sokaktan yürüyor veya bu parkın içinden geçiyor.
YENİ YOL YAPMAK OBEZİTEDE KEMER GEVŞETMEK GİBİ
Kent ile ilgili değerlendirme konusunda aynı şeyleri tekrar etmeden iki şey söyleyeceğim; Ben de şehri değerlendirmeye yürünebilirlikle başlardım. Sağlığı da, kent planlamasını da, insan ilişkilerini de doğrudan etkileyen bir ulvi amaç varsa aslında hepsinin timsali kent odaklı ve yaya odaklı olmak çok önemli. Önceliği araçlara değil yürüyen insanlara vermek. Bunu en küçük detaylarda hissediyorsunuz. Araba sanki Ankara genelinde daha fazla. İstanbul’da ulaşım tarzı bir yerde sınırlandığı için insanlarda motosikletin daha hızlı arttığını görüyorsunuz. İnsanlar dört tekerden iki tekere geçiyor. Bu sizin sunduğunuz arzla alakalı. Bir laf vardı; ‘yeni yol yaparak trafikle mücadele etmek obezite ile kemer gevşeterek mücadele etmek’ gibidir diyor. Siz yolu da, otoparkı da, arzı da hep araba odaklı düşünüp kendisi bir organizmaymış gibi içinde insan olmadan düşünürseniz sonucu olumsuz olur.
50 YIL SONRA BUNLARI TARTIŞMAYALIM
Almanya’nda kişi başına düşen araç sayısının dörtte biri Ankara’da, bayağı bir fark var. Türkiye’nin daha araba sahipliği konusunda gideceği çok yer var, Şu anki yapı ile giderse bunu kaldıramayız. Biz 50 yıl daha araba sahipliğimizi artırıp 50 yıl sonra nasıl yürünebilir politikalarını tartışmayalım. Satın alma gücü artıyor. İnsanlar araba almak isteyecekler ama biz şu anda Batılı ülkelerin tartıştığı sorunları Ankara’da, İstanbul’da iyice çıkılmaz hale gelip de 30-40 sene sonra tartışmayalım. Hani bu orta gelir tuzağı dediğimiz şey gibi vah vah çok arabalar arttı da şehir çok çekilmez hale geldi de biz şu otobanı kaldıralım yeşil yol yapalım bisikleti teşvik edelim diye bunu 30 sene sonra tartışmayalım. Görünen köy ortada. Bu sorunları, teknolojileri biliyoruz. Bunun bugünden geçişini yapmak lazım.
AKM ATIL DURUMDA KULLANAMIYORUZ
İkincisi Ankara’da bir AKM alanı var devasa bir alan. Bu şehri alanı bilmiyoruz sanki. Şehrin ortasında bir parçası değilmiş gibi bu tamamen o alanın kullanımıyla alakalı bir durum. Bu alanı kullanamıyoruz planlayamıyoruz. Ama devasa bu alan Central Park’la karşılaştırılacak bir alan gibi ve atıl durumda. Büyükşehir’in gazetesini okuyordum otobüste. Başkan bey demiş ki ‘oraya 50 bin kişilik bir stadyum yapacağız. Bu arada eski 19 Mayıs Stadı’nı da yıkmayacağız restore edeceğiz.’ O alanın içerisinde bir tanesi 50 bin bir tanesi 20 bin olmak üzere iki tane stattan bahsedeceğiz. Şehir merkezinin canlandırılması noktasında AKM alanı Ankara için çok önemli.
YÖNETİCİLER ŞEHRE KARŞI SORUMLULUK HİSSETMELİ
Son söyleyeceğim de uyum meselesiyle alakalı. Herkes kendi evinin önünü temizlese deniliyor ama Bizim ülkemizde insanlar evlerinin önüyle değil içiyle ilgililer. Kurumlar da sorumluluklarıyla ilgili değil yetkileriyle ilgililer. Şehre karşı kurumlar genel bir sorumluluk hissetmiyorlar. Herkes şehre kendi yetki alanlarıyla bakıyor. Başta yerel yönetimler olmak üzere şehre karşı yöneticilerin sorumluluk hissetmeleri lazım. Şehrin sağlığıyla da, alt yapısıyla da, istihdamıyla da ilgilenmesi lazım. Yöneticiler şehre sadece yol yapmak, kanalizasyon, vesaire hizmetler bazında bakıyor. Ankara’da kişiler arasında bir topluluk oluşumu var. Ankara sosyal olarak bireyler düzeyinde bir komünite. Ankara’nın dışından gelmiş biri olarak bunu hissedebiliyorum. İstanbul’da bizim görmediğimiz insanlar arasında evlere misafirliğe gitme ilişkilerini ben Ankara’da tekrar gördüm. Ankara’da bir topluluk olduğunu gösteriyor. Ama Ankara kurumsal düzeyde kesinlikle bir topluluk değil. Ankara’da bireysel dayanışmadan yararlanarak bunu kurumsal düzeyde yeniden inşa edebilmek lazım.”
İNSANLARIN YAŞADIĞI UNUTULUYOR
Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kezban Çelik
Ankara, yaklaşık beş buçuk milyon nüfusu ile Türkiye’nin ikinci, Avrupa’nın ise 6. büyük şehri. Ülkenin başkenti olması nedeniyle bürokrasinin, siyasetin de merkezi. Aynı zamanda teknoloji, sanayi ve hizmet sektörlerinin gelişmiş olduğu bir şehir. Köklü ve iddialı yükseköğretim kurumları nedeniyle üniversite şehri. 300 bine yakın üniversite öğrencisinin olduğu dinamik bir şehir.
Şehir deyince akla ilk elden yüksek binalar, ışıklar, meydanlar, sokaklar, hızlı, farklı iş kolları geliyor. Ama aslında şehirde insanların yaşadığı pek akla gelmiyor. Şehir demek çok sayıda farklı beklentileri, dertleri, hayalleri olan, şehre tutunmaya, bildiği yollarla şehirle ilişki kurmaya çalışan çok insanın olduğu mekânsal bir alan. Aynı zamanda insan bilincinin faaliyette olduğu zemin de şehir hayatı. Bunu hatırlamak ve şehir üzerine yapılan tüm çalışma ve çabaları insanı merkeze alarak yapmak gerekiyor. Şehirde yaşamak, yaşanılan şehre aidiyet geliştirmek, şehrin meseleleri konusunda düşünmek, bir tür hemhal olmak için şehirle birlikte yaşamak önemli. Ancak şehre aidiyet kolayca gelişmiyor. Şehrin içinde şehrin bir üyesi, parçası olarak yaşamak ve şehri deneyimlemek aidiyet geliştirmede önemli. Bu ilişkinin kurulmasında üniversiteler önemli roller üstlenebilir.
ADIMLAR ATMAK İSTEYEN GENÇ BİR BÖLÜM
Şehir üniversitesi olmak bu rolleri üstlenmede önemli ancak mekânsal olarak kentin içinde yerleşik bir üniversite olmak kendi başına yeterli değil. Üniversiteler şehirle sahici bir ilişki geliştirebilirler ise aslında sahici bir bilim de üretebilirler. Bunun için üniversite-şehir arasındaki sınırların geçirgen olması gerekiyor. Mekansal olarak şehirde olmak şehir üniversitesi olmak ancak böylesi geçirgen sınırlar geliştirilmesi ile olanaklı. Şehir Üniversitesi olan TEDU sosyoloji bölümü toplumla sahici ilişkiler kurmayı önemsemek ve bu yönde adımlar atmak isteyen genç bir bölüm. Bir sosyoloji bölümünün başka bir şansı da yok aslında. Zira sosyolojinin laboratuvarı toplum ve toplumsal hayata dair olan her şey de sosyolojinin konusunu oluşturmakta. Sosyolojinin genelde toplumun özelde ise Ankara’nın toplumsal işleyişini anlaması ve toplumsal sorunlara ilişkin çözüm üretme adına bir şeyler yapması için toplumla içiçe, birlikte çalışması kaçınılmaz. Daha insani ve insan odaklı bir gelecek yaratmak adına çözümler ve yöntemler hayal etmek için şehir üniversitesi muazzam fırsatlar sunuyor.
1990’LI YILLARDAN SONRA DEĞİŞİM BAŞLADI
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof. Dr. Baykan Günay
1956 – 1963 yılları arasında kent içindeki TED Ankara Kolejinde eğitim görmüş bir kişi olarak, 1963 yılında ODTÜ yerleşkesinde başladığım şehir dışı yerleşke yaşamım öğrenci olarak 1968 yılına, öğretim üyesi olarak ise 1981 yılından 2016 yılına kadar sürdü. TED Üniversitesi olarak işlev gören aynı binalara ve mekâna döndüğümde bana kent dışında, kentten yalıtılmış bir yerleşke kavramı ile, kentin merkezinde varlığını sürdüren bir eğitim kurumunu karşılaştırma fırsatı sundu. Yerleşke ve şehir üniversiteleri arasındaki üstünlük tartışmaları kuşkusuz eskiye dayanıyor. Her iki yaşam tarzının da savunucuları ve eleştiricileri var ve bu tartışmanın bitmesi de söz konusu değil. Bu tartışmalara bağlı olarak, 1967 yılında ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümünde misafir öğretim üyesi olarak görev yapan bir Amerikalı hocamızın yazdığı satırları anımsadım. Hocamız, öğrencilerin hizmet etmekle yükümlü oldukları çevrelerden; fiziksel, toplumsal ve mesleksel olarak yalıtıldıklarından yakınmaktaydı. Yerleşke şehirden kopartılmıştı ve öğrenciler, meslek pratiğinin doğasının çok az farkında olarak yetiştiriliyorlardı. Bu eleştirinin çok da geçerli olmadığını düşünmüştüm. Ne de olsa Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğrencileri her yıl farklı kentlere gidiyorlar, araştırmalarını yapıyorlar ve kentin geleceği hakkında kararlar üretiyorlardı. Ancak 1990’lı yıllardan sonra bu görüşümde köklü değişiklikler olmaya başladı.
AVM YERİNE ÜNİVERSİTE KURULDU
Kuşkusuz başka kentlere gidiyorduk ancak orada yaşamıyorduk. Ankara ise çeperlere doğru yayılmaya başlamıştı ve hem öğretim üyelerinin hem öğrencilerin bir bölümü kent merkezinden kopmaya başlamışlardı. Kentin çeperinde yaşamanın bile, şehre yabancılaşma olgusunu tetiklediğini gördüm. Kent artık içinde yaşanan değil, uzaktan gözlenen, araştırmanın konusu olan nesneye dönüşmekteydi. TED Üniversitesi’ndeki yaşamım bana kimi olguları yeniden gözleme olanağı sundu. Her ne kadar hep kentte yaşamış isem de, kentin merkezine yabancılaşmıştım. Yıllardır uğramadığım Kurtuluş mahallesini, Yenişehirin sokaklarını arşınlamaya başladım ve şehri yeniden keşfetmeye başladım. Gördüm ki, TED büyük bir iş yapmış, AVM yerine bir şehir üniversitesi kurmuştu. Burada kent merkezini bire bir yaşamak ve uzaktan problemleri saptamak yerine, yaşayarak algılama ve irdeleme şansı yaratılmıştı. Kuşkusuz, bir şehir üniversitesi, yerel halk ile, yöneticilerle, toplumsal gruplarla daha çok iletişim kurabilmekte, toplumsal etkinliklere olanak tanıyabilmektedir. Ancak sanırım bunun ötesinde bir gerçeklikle karşılaşılmakta, öğrenciler ve öğretim üyeleri şehir ile aynı mekânı paylaşabilmektedirler. Martin Heidegger’in ünlü kavramı olan Da-sein (orada varlık) olabilmenin yolunu, TED Üniversitesinin konuya bu gözle baktığında kurgulayabileceğine inanıyorum.
Kurulduğundan beri genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en etkin ve güncel eğitim politikalarını bünyesinde toplayan TED Ankara Koleji, ikinci mekânı olan Yenişehir’deki semte de adını vermiş: Metrodan, otobüsten, arabadan Kolej durağında indiğinizde sizi karşılayan iki adaya yayılmış olan yapılar grubu, semtin oluşumuyla birlikte onları hem belirleyen, hem de onlar tarafından belirlenen tarihsel, toplumsal, kültürel, ekonomik değerlerle ortaya çıkmış. Bugün TED Üniversitesi binalar grubunu oluşturan bu iki bölümlü yerleşke, bir Şehir Üniversitesi’ne ev sahipliği yapıyor. Kampüs Üniversitesi mi, Şehir Üniversitesi mi, tartışmasına hiç girmek istemiyoruz; çünkü her ikisinin de kendi içinde artıları eksileri bulunmakta. Kampüs deyince şehir dışı ya da çeperindeki konum algılanmakta; ulaşmakta ve sonrasında da dahil olmakta güçlük çekilen bir konum bu: Kapalı siteler gibi kimlik vermekle sınırlı kalmayan kontrol, kampüs içindeki kullanımlara ulaşmakta da zorluk çıkarır. Şehir dendiğinde ise tam tersi, şehrin merkezinde, içinde, ulaşımı ve içeriye girilmesi kolay olan…. Ancak özellikle de bir kez ulaştınız mı, şehrin parçası olan… Bu konuda ayırdında olduğumuz birşey var: Kampüs Üniversiteleri Şehir Üniversitesi olmayı seçemiyorlar; şehir üniversiteleri Şehir Üniversitesi olmayı kasıtlı olarak seçebilirler; ve ancak bilerek, isteyerek, kasıtlı olarak seçtiklerinde Şehir üniversitesi olabilirler.
KOLEJ SEMTİNE ADINI VEREN TED
Şehir Üniversitesi, yalnızca konumuyla değil; düzenlediği etkinlikler ve varoluş biçimiyle; bir yüksek eğitim kurumu olduğunu unutmadan bulunduğu mahalleye, çevresine, semte, şehre katılıp katkıda bulunarak, dolayısıyla stratejik planında toplumsal ve fiziksel çevreye katkı ve katılıma önem vererek; atılmasını uygun bulduğu adımları bilimsel ve kuramsal analizlerle ifade etme ve savunmanın yanısıra, onların etki ve sonuçlarını ve nasıl olacağını ilkin kendi sosyal bünyesi, yapılaşması, etkinlikleri ve varlığıyla kendisi de uygulayıp gösteren ve bir ‘model’, bir örnek olan üniversite…
Şehir Üniversitesi, varlığını dış paydaş olarak kullanıcıya, dışarıya borçlu olduğunu her zaman hissettiren; ama aynı zamanda dışarının, kullanıcının katılımını da her zaman talep eden; üniversitelerin şirketler gibi ürün üretmek yerine, ‘değer’ üreten yerler olduğu ilke ve gerçeğine çok önem veren; bu değerlerin paydaşlarla birlikte geleceğe dair kolektif sorular sorarak ortaya çıkacağına, ve ne kadar çeşitlenen bir soru yelpazemiz varsa, o kadar ve çoğullaşan-çoğulculaşan bir yanıt dağarcığımız olacağını gören-bilen bir üniversite… Kolej semtine adını veren TED, şimdi Kolej içinden, Kolejle birlikte bir Şehir Üniversitesinin nasıl ortaya çıkarılacağına karar veriyor.
RAKAMLARLA TED ÜNİVERSİTESİ
2012 yılında açılan 24 bin 179 metrekare alana sahip tek kampüs. 5 fakültede 16 lisans programı. 3 enstitüde 5 yüksek lisans programı. Çoğu burslu 2 bin 28 öğrenci. Yüzde 100 İngilizce eğitimin verildiği üniversitede 197 akademik personel ve 73 idari personel. Yerleşke içerisinde 103 derslik, 12 amfi, 22 laboratuvar, 12 atölye, 2 kütüphane, 20 adet toplantı ve çalışma salonu; konferans salonu, çok amaçlı salon, kapalı spor salonu, fitness merkezi, 2 çok amaçlı spor stüdyosu, yarı olimpik yüzme havuzu, sağlık merkezi.
TEDÜ’DE SEÇKİN KATILIM
Hürriyet Ankara- TEDÜ Ankademi buluşmasında TED Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tarımcılar ile birlikte Şehir Bölge ve Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ela Ataç, Kurumsal İletişim Yöneticisi Deniz Erbil, Sosyal İnovasyon Merkezi Direktörü Berivan Eliş, Üniversite Genel Sekreteri Ömür Enes, Proje Ofisi Yöneticisi Berkay Orhaner, Rektör Danışmanı Esen Çağlar, Veri Araştırma Kalite Birimi Yöneticisi Emre Koyuncu yer aldı.