Türk futbolu, bir asrı aşan paha biçilmez değerde tarihe sahip. Farklı kulüpler, başarıları, yüzlerce futbolcu; yeteneği, kişiliği ve becerisi, sayısız yönetici ve teknik adam da karizması, deneyimi ve tavrı ile yerini aldı, almaya da devam ediyor.
Bu tarihi kitabın sayfaları arasında gezinenler, belli bir yere geldiğinde, gözlerini büyükçe açıp, okudukları karşısında, kendisini saygı duruşuna geçme zorunda hissediyor. Hafızalardan asla silinmeyecek bu bölümdeki zaferlerin altında, kalın harflerle yazan Ankaragücü adını görünce, o günün kahramanlarına uzaktan hayranlık duyuyor...
A.Gücü; o zamanki adıyla, 2. futbol liginde mücadele eden Anadolu’nun asi çocuğuydu. Aralarında; Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi, büyük unvanına sahip takımları da eleyip, önce Federasyon Kupası’nı kazandı, sonrasında, dönemin fırtına gibi esen lig şampiyonu Trabzonspor’u yenip, Devlet Başkanlığı Kupası’na uzandı. Futbol, 39 yıl önce Nisan-Mayıs aylarında, sarı-lacivert bir isyanın hikayesine tanıklık ediyordu.
Salgın nedeniyle, evlere kapandık ve tekrar sahalara ne zaman döneceğimizi bilmiyoruz. A.Gücü, aradan önce, ateş hattında yer alıyor, cenderen çıkmak için mücadele ediyordu. Yıllar önceki zaferlere imza atanların, o dönemin zor şartlarıyla ilgili anlattıkları, bu sezon sıkıntılı günler geçiren camia önünde, güzel bir örnek gibi duruyor...
KIRMIZI KARTLAR GİDİŞATI DEĞİŞTİRDİAdil, Hikmet, Fuat, İhsan, Haluk, İrfan, Cüneyt, Nazmi (Bonhof), Taner, Sadık (Maradona), Mehmet (Hrubesch) efsane kadronun değişmezleri; Sertaç, Osman, Hasan, Yüksel ve Levent de görev bekleyen isimleriydi.
Kupa macerası; Düzcespor karşısında alınan 2-0’lık galibiyetle başlarken, kimse bu uzun ve yorucu yolculuğun, müthiş bir zaferle sonuçlanacağını beklemiyordu. Maçın son anlarında, önce İhsan, ardından da Cüneyt, oyundan atılıyor, kulüpte iki önemli değişimin yolu açılıyordu. Takım, aynı zamanda, 2. ligde yer aldığı grupta şampiyonluk yarışı veriyor ancak kadrosu kısıtlı olduğu için hep aynı oyuncularla mücadele ediyordu. Yönetim, Düzce maçından sonraki durum değerlendirmesinde, ‘Kupayı mı alacağız. Ligde kısıtlı bir kadro ile yürüyoruz, bu kartlar da canımızı iyice yaktı” şeklinde bir yaklaşımla, teknik direktör değişikliğine gidip, Yılmaz Gökdel’i teknik patronluğa getiriyordu. Bu maçla birlikte, yeni bir yetenek sahaya adımını atıyor, kafa gollerinin ustası Mehmet Şahin (Hrubesch), rakip savunmaların başına iş açacağının sinyallerini veriyordu.
İlerleyen turlarda; Muhafızgücü, Konyaspor, Orduspor ve Altay, her gün biraz daha büyüyen dalganın önünde duramadılar.
Artık rakip çeyrek finalde Beşiktaş’tı... İnançlı ekibi, kupaya taşıyacak ateş, asıl şimdi yanmaya başlıyordu. Her maç farklı, heyecanlı ve unutulamazdı ama her oyuncu için Beşiktaş karşılaşması çok özeldi.. Hırs, azim, inat, dayanışma ve arkadaşlık bu karşılaşmada tavan yapıyordu. Bu maç niye özeldi, kaptan Adil Eriç ile başlayalım:
YÜREKLER MANGAL GİBİ YANIYORDU“İstanbul’daki ilk maçı 2-0 kaybettik. 2. gol öncesi verilen penaltı çok ağırdı. İyi mücadele ediyor ancak hakemi geçemiyorduk. Arkadaşımız Haluk, bir pozisyonda sakatlandı. Beşiktaşlı oyuncular, vakit geçiriyor diye, Haluk’u tutup saha dışına attı. O an kan beynimize sıçradı. 2-0 yenik durumdayız, vakit mi geçireceğiz. Maç bitti, hepimiz sinirimizden ağlayacak haldeyiz. Soyunma odasında herkes duvarları yumrukluyor, kafasını kapılara vuruyor. Biz bu takımı eleceğiz diye kendimize söz verdik. Bir hafta sona rövanş var. O zaman ısınmalar, soyunma odası koridorunda olurdu. Beşiktaşlı oyuncular, soyunma odasından çıkamadı. Çünkü çıkarmadık. Onların yöneticisi Mekki
Başak, uğurlu saydıkları topu, maçın hakemine götürüyordu. Taner, önüne geçip, “Bu topu da sizi de bugün buraya gömeceğiz” deyince, o yöneticinin yüzü bembeyaz oldu. Hepimiz bir an önce maç başlasın istiyorduk. İlk golü Fuat attı. Ben kaleden fırladım, takım arkadaşlarımın sevincine ortak oldum. Spor Okulu’dan arkadaşım Beşiktaşlı Necdet, santrada bekliyordu. “Necdet, hiç merak etme bugün bu maç 3-0 bitecek” dedim. Biz o gün bu inançla sahaya çıkmıştık, sonuçta başardık.”
Uzaktan şutlarıyla kalecilerin korkulu rüyası Nazmi’nin de (Bonhof) söyleyecekleri vardı o maçla ilgili:
“Maç 17.30’daydı. Beşiktaş ilk maçı 2-0 kazandığı için, turu nasılsa atlarız diye, yöneticileri, uçak biletlerini maçın bitiş saatine yakın bir zamana almışlar. İstanbul’daki maçta bize yaşatılanlar zorumuza gitmişti, bir hıncımız vardı. Bunu duyduk daha da hırslandık. Sahaya çıktık, tribünler dolmuş, müthiş coşkulu. Stat ışıklandırmasının direklerine tırmanmış taraftarı görünce, duygularımız daha da kabardı. Normal süre 2-0 bitti, uzatmaya gidildi. Sonuçta 3-0 kazanıp, Beşiktaş’ı eledik. Maçtan sonra Beşiktaşlı oyuncular duş bile alamadan stattan ayrıldı. Hatta, uçağı kaçırdıkları için İstanbul’a otobüsle gittikleri bile yazıldı.”
NE BİTMEK BİLMEZ BEŞ DAKİKAYMIŞ Çeyrek final rövanşında Beşiktaş’a, deplasmanda 1-0 yendikleri yarı final ilk maçında Fenerbahçe’ye kritik golleri atan Mehmet Şahin (Hrubesch), hem saha dışı, hem de saha içindeki heyecanı, o günleri yaşıyor gibi anlatıyor:
“
Ankara’daki maçlarda 19 Mayıs Stadı dolup taşardı. Tribünde, merdiven falan küçük bir boşluk bile görülmezdi. Beşiktaş rövanş maçı için tesisten ayrıldık, 19 Mayıs’a geçiyoruz. Mahşeri bir kalabalık var. Otobüsümüz ilerleyemedi. Mecburen inmek zorunda kaldık. Taraftarlar etrafımızı sardı, yürümek ne mümkün. Statın kapısına geldik... Polis memuru, stat doldu, kapıları 3 saat önce kapattık içeri giremezsiniz dedi. Ya maçı biz oynayacağız, nasıl giremeyiz deyince. Emir böyle kimseyi almayın dediler, ben de alamam diye tekrarladı. Ben biraz tartışınca, ortam biraz gerildi. Sonra, yetkililer araya girdi de ortam yatıştı. Zor güç içeri girdik. Öyle kalabalık olurdu ki yanılmıyorsam Fenerbahçe maçıydı, İstanbul’dan gelen iki gazeteci büyüğümü, bizim soyunma odası koridorundan, stada alıp oradan, tribüne çıkardım. Yoksa maça giremeyeceklerdi.”
“Beşiktaş maçı hepimizde ayrı bir iz bıraktı. Sadece biz değil, herkes tura inanıyordu. İlk maçtan sonra, gazeteden röportaja geldiler. 14 oyuncu, rövanş maçıyla ilgili skor tahmininde bulundu. Herkes, 2-0, 3-0, 4-0 kazanırız dedi. Hiç kimse zor maç olur bile demedi. Hepimizde, bizi kupaya götüren müthiş bir özgüven vardı.”
“F.Bahçe maçının son 15-20 dakikasıydı. Golü attım 1-0 öne geçtik. F.Bahçe, saldırmaya başladı. Kenara gidiyoruz, kaç dakika kaldı diyoruz. 5 dakika diyorlar. Neredeyse 10 dakika geçiyor, yine gidiyoruz, bu kez 3 dakika kaldı diyorlar. İçimizden, ya hani 5 dakikaydı ne geçmez süreymiş diyoruz. Tabii sonra anlıyoruz ki daha 15 dakika varmış. Ancak kenardakiler, canımızı dişimize takalım, motivasyonumuzu düşürmeyelim, herkesin dayanma gücü artsın diye uğraşıyormuş.”
ARKADAŞLIK ÇOK ÜST DÜZEYDEYDİOrta sahanın beyni Cüneyt Memişoğlu’na göre ise inanç, hırs ve özveri, başarıya giden yolun anahtarıydı:
“Askerden yeni gelmiştim. Adnan Sezgin’den rica ettim, parasını ödeyip bir ayakkabı getirttim. O zaman ayakkabılarımızı kendimiz temizliyoruz. Bir baktım içinden bir kuş tüyü çıktı. Uğurdur deyip, tabanlığın altına koydum. 3-4 gün sonra, rüyamda kupayı gördüm. O zaman içimde kupayı alacağımıza dair inanılmaz bir his oluştu. Aynı ayakkabı ile final maçına kadar geldik. Bolu’daki rövanşa çıkarken, içimde en ufak bir tereddüt yoktu. Hayatımda hiç bu kadar rahat oynamamıştım. Belki o gün takım olarak çok iyi değildik. Ama çok iyi mücadele ettik, bir an olsun endişeye kapılmadım. Bu anımı da ilk kez paylaşıyorum.”
Golcüler maç kazandırır, yıldızlar kupalar getirir ancak savunmada çarpışanlar da başarının önemli kahramanlarındandır. Ve lakaplar öyle kolay kazanılmadığı gibi hafızalardan da kolay silinmez. ‘Deli İhsan’ nereden geliyor. Bu kadro, aradan onca yıl geçse de neden unutulmuyor, A.Gücü taraftarı, o isimleri bir çırpıda nasıl sayabiliyor, bunun cevabını da İhsan Kavak veriyor:
“Beşiktaş ile oynanan ilk maçta belimden sakatlandım. Rövanşta oynayamadım. Belime çelik korse taktılar. O zaman maç trafiği çok yoğun. 3 günde bir maç oynuyoruz. F.Bahçe ile yarı finalin ilk maçı var. Arkadaşlarıma moral için kulübe gittim. Yılmaz hoca ile kaptan Adil, oynayabilir misin diye sordu. Oynasan iyi olur der gibiydiler. Tamam oynayacağım, iğne yapsınlar sahada olacağım, sizi yalnız bırakmayacağım dedim. Oynamak istediğimi doktora söyledim. Olmaz öyle şey. Çok büyük riski var. Ters bir harekette felç bile kalabilirsin, dedi. Olsun, ben oynayacağım deyince. Sen gerçekten delisin dedi. O gün bugün bu namımız yürüyor. Ben oynayacağım deyince futbolcu arkadaşlarımın morali de yükseldi. Biz böyle bir dayanışma gösterdik. Belki 11-12 kişi oynadık. Kimse sakatlanmasın diye birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. 6-7’şer kişilik yatakhanede kalıyorduk. MKE işçilerine giden kumanyadan bize de gönderiyorlardı. Bir çok maça kendi tesislerimizdeki kampla hazırlandık. Yanılmıyorsam yarı final için ilk kez otelde kampa girmiştik. Müthiş bir arkadaşlığımız, birbirimize karşı içten bir sevgi ve saygımız vardı. Birbirimize tutkuyla sarıldık, inançla yürüyüp, sonuçta tarihi zaferleri kazandık.”
TRİBÜNDEN DESTEKAnkaragücü’nün efsane kadrosundaki isimlerden; Adil Eriç, İhsan Kavak, Mehmet Şahin ve Nazmi Erdenerin, zaman zaman maçlara gidip, taraftarın arasında takıma desteklerini sürdürüyor.